Atölye 4’33”ün 2023/24 dönemi atölyesinin emeklerini ortaya koyan sergi “Haksızlık” Unite’de fotoğrafseverlerle buluşuyor. Atölyenin eğitmeni ve serginin küratörü olan fotoğraf sanatçısı Arzu Eke ile atölyeyi, “Haksızlık”ı ve fotoğrafa bakışını konuştuk.
İnsanlık tarihi boyunca var olan ve evrensel bir sorun sayılan haksızlık kavramına odaklanan ve Atölye 4’33”ün 2023/24 döneminin emeğini ortaya koyan Haksızlık adlı sergi, Unite Ortak Mekan’da fotoğrafseverlerle buluşmaya devam ediyor. Yaşamın her alanında varlığını hissettiren ve bireyde derin yaralar açabilen bu kavram, sergide sanatsal bir bakış açısı ile ele alınıyor. Fotoğraf sanatının gücü kullanılarak izleyici ile duygusal ve düşünsel bir bağ kurmayı amaçlayan Haksızlık, her fotoğrafta ele aldığı kavramın farklı yönlerini yansıtıyor.
Sanatçılarının objektifinden çıkan görüntülerle izleyicisini haksızlığın yaratttığı acıyı ve adaletsizliğin derinliklerini keşfetmeye davet eden serginin küratörü ve Atölye 4’33”ün kurucusu ve eğitmeni fotoğraf sanatçısı Arzu Eke ile atölyeyi, “Haksızlık”ı ve fotoğrafa bakışını konuştuk.
Kısaca fotoğrafla ilişkinizden, Atölye 4’33”ten ve Haksızlık’tan bahsedebilir misiniz?
Fotoğraf atölyem var 4.33 orada dersler veriyorum; özellikle çağdaş fotoğraf, kavramsal algı, bir fotoğraf nasıl sanat fotoğrafına dönüşüyor, bir nesne nasıl sanat nesnesine dönüşüyor bunlar üstüne çalışmalarım var. Haksızlık da kavramsal belgesel üzerine bir atölye. Normalde Türkiye’de belgesel birazcık haber fotoğrafçılığıyla karıştırılıyor ve hep böyle salt bir gerçeklik üstünden ilerlemesi gerekiyormuş gibi bir algı düşünülüyor. Veya da işte bir Sirkeci’ye gidip boyacı çocukları çekip veya da Ankara’da Mamak’taki mültecileri çekip onun çalışmasını yapmak veya bir gösterisini yapmak ne proje ne de belgesel aslında. Hani tek onu kapsamıyor, tabii ki belgesel ama kavramsal belgesel diye de bir şey var, bu. 60’lı yıllarda ortaya çıkmış bir şey. Martha Rosler özellikle Vietnam Savaşı’nı kolajlarla eleştirerek gayet kavramsal bir işe imza atarak aslında kapıyı aralamış, ki daha önce aslında Dada’ya kadar da gideriz farklı ifade biçimlerini düşünürsek.
Biz de buradan yola çıkarak; haksızlık dünya kurulduğundan beri, insanlar birbiriyle iletişime geçtiğinden beri olan bir durum, biraz Pandora’nın kutusuna da çok inanıyorum ben bu bağlamda, bu doğrultuda farklı ifade biçimleriyle bu çalışmayı oluşturduk. Herkes haksızlık kavramına nasıl bakıyorsa; daha çok da tabii insan kendinden yola çıktığı haksızlıkları var, dünyaya yapılan haksızlıklar var. Bütün bunları aslında insan yapıyor. Durup dururken dünya kendine haksızlık yapmıyor. Biz bu anlamda birazcık virüs gibiyiz aslında. Böyle bir çalışmaya imza attık.
Atölye ne zaman başladı, ne kadar sürdü?
Benim eğitimlerim bir yıl sürüyor. Ben özellikle derin bir bilgi paylaşıyorsan bunun üç dört ayda olmayacağını düşünüyorum. Bir de bu proje grubu olduğu için başka projeleri de var arkadaşlarımızın. Ben şeye çok inanan bir insan değilim; bir dönem boyu, bu üç ay da olabilir, altı ay da olabilir, sekiz ay da olabilir, bir yıl da olabilir, sadece bir çalışma ve bir çalışmadaki bir tane fotoğraf için bence bu kadar emek, zaman harcanmamalı. Bir sanatçı disipliniyle çalışılmalı her zaman. Bu bağlamda bir yıllık bir çalışma, aslında bazı çalışmalar bir yıldan da önce başladı. Biz çünkü böyle bir yılda toplanıp ayrılmıyoruz, çok uzun zamandır birlikteyiz.
Katılımcılar nasıl seçildi, portfolyo değerlendirmesi veya benzeri bir seçim oldu mu?
Ben duyurularımı yapıyorum. Temel eğitim de veriyorum. Temel eğitim, bizim fotoğraf sanatına giriş dediğimiz daha böyle bir modernizm üstünden anlattığımız konular var. Çoğuyla zaten orada yollarımız kesişti. Sonra benim farklı anlatım biçimim arkadaşların hoşuna gitti. Zaten zaman içinde konuşmalar, üretimler o portfolyonun yerine geçiyor zaten, illa ön bir eleme yapmaya gerek yok. Ben öyle çok şeyi de sevmiyorum; her insanın ifade biçimi farklı, belirli bir kalıba sokarak kusursuz bir kompozisyon mu arıyoruz? Böyle bir şey yok. Ben sanatta kusur olması gerektiğini düşünüyorum, aslında hayat zaten o anlamda kusurlar üzerinden bir kurgusu da var. Ve onun, mükemmeliyetçiliğin de peşinde koşturuyoruz aslında. O yüzden sanatın kuralı olmaz diye düşünüyorum. Bir de zaman içerisinde anlıyorsununuz, gelen ne olacak, ne bitecek. Bir de belirli bir yolu aldıktan sonra, özellikle klasik algıdaki fotoğrafta belirli bir yolu aldıktan sonra zaten insanlar yorulmaya başlıyor, aynı şeyleri çekiyorlar.
Ben şeye de çok inanıyorum, işte tarzım diyor, tarzı olan şey insanın bir taraftan da hapishanesidir. Düşünsenize hep ağaç çekiyorsunuz, ağaç resmediyorsunuz çok da şey gelmiyor. İnsan kendini geliştirmeli, gelişmezsen yeni bir şey öğrenmezsin. Öğrendiğin her şey seni değiştirir, öbür türlü armut değiliz ki dalımızda güneş bizi olgunlaştırsın. O anlamda, zaten farklı söylem biçimlerine heyecan duyan insanlar buluyoruz birbirimizi, çok enteresan ama. Böyle çok reklam falan yapan bir insan değilim, hani işin tüccarlık kısmından daha çok bu sanatsal heyecanın peşinde koşmak daha çok hoşuma gidiyor. O anlamda buluyoruz birbirimizi.
Dünyada da aslında kavramsal belgesel, bir haber ajansı olarak kurulan Magnum bile artık kurallarını yıktı; yani bildiğin manipülasyonlu, kavramsal algılı, tek bir fotoğrafla tek bir simge üstünden, bir metaforik anlam üstünden dünyaları anlatan fotoğraflar artık kabul ediyorlar. O yüzden değişim, dönüşüm olur sanat durmaz. Buna ayak uydurmak önemli ama bizde maalesef bir reddetme hâli var. Bu reddetme, yok sayma, görmezden gelme, tamamiyle kendi yetersizliğinden kaynaklı insanların ama bunu kabullenip değişmek gerçekten çok zor bir şey, çok ayrı bir vizyon da istiyor. Öyle insanlar da buluyor birbirini.
Bugün işte üniversite diyorsunuz, üniversite eğitiminin çok önemli olduğu düşünüyorsunuz. Bizim zamanımızda fotoğraf eğitimi yoktu, biz usta-çırak ilişkisiyle, ben Ara Güler’den kompozisyon dersi aldım falan. Ama şey var yani, üniversitede bile klasik bakış açısını hâlâ savunan, zinhar bunun dışına çıkılmaması gerektiğini düşünen hocalar var. Bunu hiç anlamıyorum. İşte bu değişime kapalı olmak, yani üniversite mezunu olup olmaman da çok önemli değil diye düşünüyorum. Ben şeye çok inanıyorum; sanatta, bir sanat ediminde, bir sanat eylemine bakarken tabii ki eğitim, eğitimsiz olur mu? Hayır. Ama ben biraz Fluxes kafasında da bir insanım, o döneme çok inanıyorum ve o dönemde yaşayıp sanat yapmadığımız için sonrası ne yapsak boşmuş gibi geliyor bana. Ki zaten her şey orada denemiş, tüm deneysel çalışmalar yapılmış. Şu an, özellikle Türkiye’deki güncel sanattan olaylara baktığında hep zaten şey esin, tamam hani esinlenmek ve yeniden yorumlama var ama bu kadar da olmasın. “Arkadaş hiç mi özgünlük yok?” falan… öyle şeyler de var. O yüzden, döndüm başa: Diploma şart mı? Değil. Ben şeye çok inanıyorum kreatif zekân varsa vardır, yoksa yoktur.
Yaşadığın her şey, çocuk düşüp o dudağının kenarındaki kanla ilk temasın… bunlar aslında seni sen yapan, değiştiren, hayatla ilişkini kuran… Ha tabii ki hele bir de bunları destekleyen, farklı bakış açını destekleyen bir aileye doğarsan, ki doğduğun aile gerçekten kaderin, coğrafyayı geçtim aile kaderin. O baabta çok da şeye gerek yok, zihni serbest bırakmak lazım, zihninle ilişkiyi kurmak lazım, buna çok inanıyorum, farklı bir şey yapmak adına. Ama hani klasikte kalmayıp ne yaparsan yemek yapmaktan… Ki ben şuna çok inanıyorum, bunu hep derslerimde de söylüyorum, hayatla fotoğraf iç içe, ayırarak bir şey düşünemezsin. Neyi farklı yapıyorsan, bu bir yemek de olabilir, bir şey de olabilir, neyi farklı yapıyorsan onun değişkenliği hem seni etkiliyor hem de etrafını etkiliyor. Ve bu böyle minik bir karın böyle kartopu olup çığa dönmesi gibi bir şey aslında. Düşünceler, zihinsel imge çok önemli, ben buna çok inanıyorum.
Atölyeyi yine “Haksızlık” adıyla mı duyurmuştunuz, tema yine başta belli miydi?
Şöyle, ilk başta belli değil, biz şimdi konuşuyoruz, toplantılara başlıyoruz, herkes bir konu atıyor ortaya, ben de söylüyorum. Biraz tabii hani işin sanat felsefesini de yapınca, hani kelimeler, nesnelerin kelimeleri ilişkiler seni bir anda bir yere götürüyor. Kıvılcım şeyle başladı: “haksızlık bu!”dedim, sonra “haksızlık bu”, “haksızlık” falan diyerek böyle niye haksızlığı çalışmıyoruz diyerek… Genelde fikirler benden çıkıyor ama hep beraber karar veriyoruz. Ben şeyi sevmiyorum “höt hocayım, hadi bakalım, benim dediğim olur”. Öyle şeyleri ben tavır olarak, insan olarak ve hayata bakış, bir insana bakış olarak kendime yapılmasından hoşlanmadığım hiçbir şeyi başka tarafa, karşı tarafa başka insanlara yapmamaya çalışıyorum. O yüzden genelde ortak alıyoruz kararları.
Sonuçla ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?
Ben sonuçtan son derece memnunum, zaten memnun olmasam sergiyi açmam her şeyden önce. Bence çok güzel işler çıktı. Ki zaten çağdaş anlatımda kavramsal, çağdaş ve post aynı şeyler aslında. Herkes böyle farklı bir algı, kavramsal daha öcüymüş gibi algılıyor Türkiye’de ama öyle bir şey yok, hani üçü de aynı şeyler. Bir fikir doğrultusunda bir ifade biçimiyle anlatıyorsun. Ha diyeceksin bana “Kuş çekmeye giderken de bir fikirleri var.” bu şey, çok keskin bir çizgi şurada ayrılıyor; biçimsel bir bütünlük ve haz peşinde koşarak bir şey aramıyoruz biz. Şimdi buradaki fotoğraflara o klasik algı üzerinden bakınca kuralların hepsi yıkılmış vaziyette. Çünkü çağdaş bununla ilgilenmiyor, işte kusursuz kompozisyon, işte inanılmaz rengin doğruluğu, işte kadrajın doğruluğu, pozlamanın doğruluğu… böyle bir şey yok. Bu zaten hani çok uzun zamandır dünyada reddedilmiş vaziyette, bizde yeni yeni işte artık hani üniversitelerin de bakış açılarının farklılığıyla falan birazcık daha hani değişmeye başladı her şey. Ki gençler çağdaşı zaten çok sahiplenmiş vaziyetteler.
Böyle, memnunum çıkan işlerden. Ben ne kadar çok ifade biçimleri değişirse, insanlar olayları ve kendi üretme biçimlerine, ne kadar farklı müdahaleleri kendi zihinsel imgeleriyle yaparlarsa o kadar dünyanın güzelleşeceğini düşünüyorum. İnsanın güzelleşmesiyle başlıyor her şey. İki insanın fikrinin değişmesi aslında, üçüncü insanın da fikrini değiştirmeye aslında bir sirayet ediyor. O anlamda çok önemsiyorum çağdaşı, kavramsalı, postu. Hakikaten farklı söylemler, bizi değiştirecek.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Bir dahaki atölyenizin ne zaman olacağı belli mi?
Ben ekim ayında duyurularımı yapıyorum, ekimde başlıyoruz. Artık mevsimler kaydı, eskiden eylülde başlanırdı böyle şeylere ama şimdi temmuz, ağustos, eylül yaz ayı konsepti var. Haziran her sene soğuk oluyor, bu sene o şey iyice değişti. Ekim sanki daha bir oturuyormuş, hani o, üretime de hazırlanıyor insanlar. Ekimde duyurularımı yapıyorum, sonra da derslere başlıyoruz.