Fransa’nın 2007-2012 yılları arasında görev yapmış eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, geçirdiği 20 güne yaklaşan cezaevi sürecini kayda alma kararı aldı.
AP ve The Guardian gibi kaynaklara göre Sarkozy, “Le journal d’un prisonnier” (Bir Mahkûmun Günlüğü) başlıklı 216 sayfalık kitabını yayınevinden açıklanan takvimle 10 Aralık 2025 tarihinde yayımlayacağını duyurdu.
Kitapta, La Santé Cezaevi’nde geçirdiği yaklaşık üç haftalık döneme dair izlenimleri yer alıyor.
Bu arada yayıncı Fayard, kitabın ciltlenmiş (hardcover) olarak piyasa sunulacağını söylüyor.
Hatırlanacağı üzere Sarkozy, 25 Eylül 2025’te, 2007 seçim kampanyasının finansmanı için Libya rejiminden yardım alma suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevi süreci devam ederken, 10 Kasım’da geçici olarak serbest bırakıldı; temyiz duruşması 16 Mart–3 Haziran 2026 tarihlerinde yapılacak. Bu bağlamda kitap, yalnızca anı değil; hukukun, kamu yönetiminin ve kamuoyunun görmesi gereken sınırları da yansıtıyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Kitapçılık ve yayıncılık dünyası açısından da bu gelişme dikkat çekici bir örnek oluşturuyor: Kitabın, eski bir devlet liderinin cezaevi günlerini konu alması hem okur ilgisini hem tartışma potansiyelini artırıyor. Yayıncılık sektöründe “politik anı ve mahkûmiyet deneyimi” alt türü iltifat görürken, bu tarz içerikler artık sadece tarihsel belge değil, aynı zamanda ticari metin haline de geliyor.
Nicolas Sarkozy (d. 28 Ocak 1955; Paris), Fransa’nın 2007-2012 yılları arasında görev yapmış devlet başkanıdır. 2012 seçimleri sonrasında görevini bırakmış, ardından bir dizi yolsuzluk ve kampanya finansmanı soruşturmasıyla karşılaşmıştır. 25 Eylül 2025’te 2007 kampanyasının Libya rejiminden aldığı iddia edilen yardım karşılığında suç örgütüne üye olduğu gerekçesiyle beş yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Böylece Fransa tarihinde Seconde Guerre mondiale sonrası başkanlık yapmış ilk eski lider hâlinde hapis cezasını kazanan kişi olmuştur.
Modern siyaset tarihi, iktidarın yalnızca seçimlerle değil, hatıralarla da sürdürüldüğünü gösteren örneklerle dolu. Anı yazmak, pek çok siyasetçi için hem kendini savunma hem de tarih yazma girişimidir. Winston Churchill’den başlayarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi şekillendiren liderlerin çoğu kaleme sarıldı. The Second World War adlı altı ciltlik eseri, Churchill’in hem ulusal kimliği yeniden kurma çabası hem de kendi liderlik anlatısını tahkim etme isteğiydi.
ABD’de de bu gelenek güçlüdür: Richard Nixon, Watergate skandalından sonra yazdığı RN: The Memoirs of Richard Nixon ile kendi versiyonunu tarihe bırakmaya çalıştı; Barack Obama’nın A Promised Land kitabı ise çağdaş liderliğin kişisel, ideolojik ve ırksal boyutlarını içeren geniş bir hatırat olarak öne çıktı. Orta Doğu’da Ürdün Kralı Hüseyin, Avrupa’da Helmut Schmidt, Latin Amerika’da Lula da Silva gibi isimler, politik yolculuklarını hem savunma hem de kültürel hafıza olarak anlatmayı tercih etti.
Bu gelenek, siyasetçinin yalnızca geçmişini değil, geleceğe yönelik imajını da biçimlendiren bir araçtır. Bir dönem devlet yönetmiş kişilerin cezaevinde, sürgünde ya da görevden uzaklaştırılmışken kaleme aldığı metinler —Nelson Mandela’nın Long Walk to Freedom’ı bunun en güçlü örneklerinden biridir— hatıratı bir tür kamusal savunma metnine dönüştürür. Böylece siyasetçinin kişisel yaşamı, ulusal hafızayla iç içe geçen bir anlatıya dönüşür; okur ise yalnızca bir biyografi değil, bir dönemin siyasal iklimini de okumuş olur.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
