Prof. Dr. Mehmet Ateş (Fotoğraflar: Selahattin Sevi)
Her şey bir kitap tanıtımı için bulunduğu davette Yunanistan’ın en köklü yayınevlerinden Papazis’in sahibi Katerina Markou ile karşılaşması ile başladı. Çantasındaki kitabı çıkardı, “Benim de bir kitabım çıktı, cezaevindeyken yazmıştım” dedi. Biraz kitaptan ve kendi öyküsünden söz ettiğinde ilgisini çekmiş olacak ki, Markou, “İlk bölümünün tercümesini gönderebilir misiniz?” karşılığını verdi sıcak bir tebessümle.
“Hep derlerdi ‘Sabah altı, altı buçuk civarında gelirler.’ diye, saat gece on iki, yarın ameliyatım var, istirahate erken çekilmiştim eşim uyandırdı. ‘Kapıda tanımadığım birileri var Mehmet, kapıyı sen açsan.’ dedi” ifadesi ile başlayan Mahpus’un ilk bölümünü, son birkaç yılda öğrendiği Yunancası ile çevirisini yapıp gönderdiğinde yanıt gecikmedi.
Bu teklifle Prof. Dr. Mehmet Ateş için yeni -artık içinde olmak istediği- bir dünyanın kapıları da aralamış oldu.
Kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan İzmir Şifa Üniversitesi’nin rektörü ve kurucu mütevelli heyeti başkanı Prof. Dr. Mehmet Ateş, tıp literatürüne kendi soyadıyla anılan “Ateş Tekniği”yle geçmiş Türkiye’nin en önemli kalp cerrahlarından biriydi. 2005’te Amerika’da aort cerrahisi alanında eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndü ve İstanbul Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahi Merkezi’nde aort cerrahisi kliniğini kurdu. Ardından, sıra dışı girişimçilik örneği Şifa Üniversitesi geldi…
Kısa sürede elde edilen sayısız başarı “cezasız” kalmadı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimden aylar önce gözaltına alınıp tutuklandı. “Yıllardır tatil yapmamıştım” tesellisiyle girdiği cezaevinden Yunanca’da yayımlanacak Mahpus kitabıyla çıktı.
Prof. Dr. Mehmet Ateş ile Atina’da, deniz gören aydınlık bir salonda kitabını; kendi hikâyesi ile birlikte Yunanistan macerasını konuştuk.
1927 yılında kurulan ve ülkenin en saygın yayınevlerinden biri olan Papazis’in, kitabın yayınını sonbahara yetiştirmeye çalıştığı müjdesini veriyor öncelikle Ateş.
Türkçesi 220 sayfa olan kitap, Yunanca okurun bazı sözcük ve kavramları, tarihsel olayları anlayabilmeleri için ilâve edilen notlarla birlikte 306 sayfa.
2016 yılının mart ayında Şifa Üniversitesi’ne kayyım atamak için gözaltına alınan ve tutukluluğuna karar verilen Prof. Dr. Mehmet Ateş, o dönem hem mesleki hem de idari olarak kariyerinin en parlak günlerini yaşıyordu. Kendi adıyla anılan teknikler bir yana, en düşük ölüm ve hastalık riskiyle en fazla ameliyat yapan profesör olarak haklı bir üne sahipti. Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden DEM Parti Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’le gündeme gelen aort cerrahisi alanındaki uzmanlığı ile öne çıkmıştı. “Şimdi aynı ameliyatları Yunanistan’da yapıyoruz” diyor.
Fakat, yeni bir üniversitenin ilk günlerindeki heyecanını hala yaşıyor: “Eğitim hastaneleri açıldı. İzmir’de 2008 yılında göreve başladığımızda Şifa Grubu’nun iki hastanesi vardı. Üniversite ile beraber 3 yıl gibi kısa bir zamanda hastane ve tıp merkezi sayısını 9’a çıkardık. Şifa Üniversitesi yurtlarla birlikte 15 kuruma ulaştı. Yine o zamanın rakamlarıyla yaklaşık 150 milyon dolar yatırım yapıldı ve hepsi de kendi öz kaynaklarımızdan. Şifa Üniversitesi sadece üçüncü senesinde 70-80 tıp fakültesinin arasında Türkiye’de ÖSYM kılavuzlarında tercih edilen ilk üniversite oldu. İlk 500’den, ilk 1000’den birçok öğrenci geldi. Ama tıp fakültemiz ilk mezunlarını veremedi. 23 Temmuz 2016’da çıkarılan KHK ile 15 üniversiteyle beraber benim üniversitem de kapatıldı. Talebelerimiz farklı okullarda eğitimlerini bitirmek zorunda kaldı. Şu anda dünyanın her yerinde yüzden fazla talebemiz var. Enteresan bir tevafuktur. Beni hapse attıkları gün Erdoğan’ın dünürünün aortu yırtıldı. O zaman Twitter’da gündem oldu dediler. Benim yetiştirdiğim bir talebem yaptı ameliyatını.”
2016 yılının mart ayında İzmir F Tipi Yüksek Güvenlikli Buca/Kırıklar cezaevine konulduğunda sadece ailesinden ve hastalarından mahrum kalmamıştı. Yaklaşık 3 bin 200 öğrenci ve 3 bine yakın çalışanla birlikte yeni yatırımlar, koskocaman bir kampüs de öylece kalmıştı. O güne kadarki son 8 yılda 8 gün tatil yapamayan Ateş, her gün çalışanlarına ve meslektaşlarına “moral” mektupları yazdı.
3 kişilik F tipi cezaevi koğuşunu bir tür yazıhaneye dönüşmüştürdü. Daha sonra iki kişi tahliye olmuş, yerine bir nöroloji uzmanı tutuklanarak getirilmişti.
Cezaevinden sonraki başka tür bir “inziva” da hapishane hayatından farksızdı. 3 buçuk yıllık dönemi de “okuyarak ve yazarak” geçirse de, çıkmaz bir yol olduğu belliydi.
O da “bir şekilde” memleketini terk etmekte buldu çareyi ve Türkiyeli bütün göçmenler gibi 5 yıl önce illegal yollarla Yunanistan’a geçti.
Amerika’ya ya da Avrupa’ya gitse Yunanistan’a kıyasla daha parlak bir kariyer kendisini bekliyor olabilirdi. Peki, Prof. Mehmet Ateş’i Atina’ya bağlayan neydi?
Ateş, “Ben de herkes gibi başka bir ülkeye geçmek için Yunanistan’a geldim” diyerek o dönemki yol arayışlarını anlatıyor:
“Daha önce Amerika’da bulunduğum ve çalıştığım için ilk tercihim bu yöndeydi. Legal yollardan ABD’ye nasıl gidilir? Akademik Green Card müracaatı diye dosyanızla müracaat ediyorsunuz. Amerikan hükümeti, Göç Bakanlığı sizi kabul ediyor. Böyle bir süreç var. O zaman Amerika’da bir avukatlık ofisi aracılığıyla Akademik Greencard’a müracaat ettik. Onlar dosyamızı istediler. Dosyamızı gönderdik. Evrakları gönderdik. Ama tabi bu bir süreç. Neredeyse bir yıl sürdü taleplerini karşılamak. Her ihtimali düşünerek bir yandan da Avrupa’daki üniversitelerle yazışıyorum.”
O dönem Atina’da bir “öğrenci evinde” kalan Ateş, bir yandan gençlere yemek pişiriyor, bir yandan da kariyerleri konusunda yardım ediyordu. Üniversite öğrencileriyle birlikte geçirdiği üç yılı unutamayan Ateş’e, Almanya’nın Heidelberg Üniversitesi’nden davet geldi bu sırada.
Fakat titiz Alman bürokrasisinin istekleri bitmiyor; en son pasaportunu istediklerinde, “Ben size en başta deklare ettim, benim pasaportum yok. Ben hapse girmişim, Atina’da mülteci bile değilim daha… İlticaya henüz müracaat ettim. Bunların hepsini de size deklare ettim, gizlediğim bir şey de yok” cevabı fayda etmiyordu. “CV’nize bakınca çok önemli bir doktor olduğunuz anlaşılıyor, sizi Yunanistan hükümeti değerlendirsin” şeklinde kırıcı bir cevap alınca, işlemleri orada durdurdu Ateş ve Almanya’ya küstü.
Amerika’dan haber beklerken diğer yandan da “Yunanistan’da bu işler nasıl oluyor?” diye araştırmaya başladı Mehmet Ateş. Türkiye’de istediğiniz kadar önemli bir kariyeriniz olsun, Yunanistan dil ve mesleki yeterlilik sınavına tabi tutuyor neticede.
İşlerini hep İngilizce halleden, Yunanca “evet” ve “hayır” demeyi bile bilmeyen Prof. Dr. Mehmet Ateş, “mülteci” olduğunun farkına bir kez daha vardı.
Yıllar önce Yunanistan’a aort cerrahisi teknikleri hakkında konferans vermeye gelmiş ve bu hatırasını mizahi (İfadelerinde mizahı seven biri olduğu anlaşılıyor) olarak şöyle anlatıyor:
“Bazen eşe dosta diyordum, on beş sene önce birisi otelin lobisine gelse, benimle görüşmek istese, ‘Mehmet Bey bak haberin olsun, sen 13 sene, 14 sene sonra şu arka sokakta mülteci olacaksın’ dese, muhtemelen adamı kovardım kapıdan. ‘Ya kardeşim git işine, işimiz gücümüz var’ derdik.”
Yunanistan’da zorunlu göç öncesi bir kez, o da bir konferansa katılmak için bulunan Mehmet Ateş anlıyor ki, dili çözmeden hiçbir şey olmayacak. Mükemmelliyetçiliği tutuyor hemen ve sıradan kurslara takılmadan Atina Üniversitesi’nin hazırlık sınıfına kaydını yaptırıyor, sıfırdan başlıyor: “Benim adım Mehmet, Türkiye’den geldim…”
Kendi deyimi ile “gayreti ve sabırlı” hocaları sayesinde kurları birer ikişer geçerek ve haftanın beş günü dersleri takip ederek gerekli olan B2’nin da üzerinde C2 sertifikasını alıyor. Ardından mesleki yeterlilik sınavını da vererek hastalarına kavuşuyor. Hem kendi muayenehanesinde hem de ameliyatlara katıldığı özel bir hastanede mesleğine dönüyor.
Şimdi ABD’nin mesleki Greencard’ı gelse de, Atina’daki “manevi yatırımlar”ını bırakıp gitmek istemiyor.
Günlük koşuşturmacada ve mesleki yaşamında Yunanca’yı “ana dili” gibi severek kullanabilen Prof. Dr. Mehmet Ateş, kendisini Atina’ya ait hissediyor. Yeni çıkan Greencard’ı dostları ile hasret gidermek için kullanacak. Elbette tıbbi çalışmaları için de…
Tekrar kitaba dönecek olursak; -inanılmaz ama- tercümesini üç ay gibi kısa bir sürede kendisi yapıyor. Yunanca hocası Stavrula Dimitrakou’dan edit etmesini istiyor. Gündemi dolu olan Dimitrakou, eşi eski Yunanca hocası Yannis Bey’e havale ediyor.
Gerisini Mehmet Ateş anlatsın:
“Hoca, ‘Bu hikâye çok hoşuma gitti, benim de işim çok ama ben yapacağım Mehmet’ dedi. O zaman küçük bir ücrete sağ olsunlar yani piyasa şartlarında küçük makul bir ücrete Yannis Bey editini, son kontrolleri yaptı. Sonra bazı kavramları onunla konuştuk. Yunanca’daki karşılıkları mesela… Ve geçen yaz tercüme bitti. Ondan sonra sağ olsun Yannis Bey bir ön söz yazdı. Sonra bizim her ayda 1-2 cumartesi okumalar yaptığımız bir hocamız var. Persa Hoca da romanı okuduktan sonra bir 5-6 sayfalık bir giriş yazısı yazdı. Hatta tevafuk, dün de son düzeltmeleri yapıp yayın evine verdim. Top benden çıktı. Dün yayınevindeydim. Aspasia Hanım var yayınevinde; Katerina Hanım… Flakismeos, Mahpus demek Yunancada. Katerina Hanım ‘Yunan toplumu bu isme açık olmayabilir, romanın ismini bir düşünelim, acele etmeyelim, değiştirelim’ dedi. Sonra 5-10 tane farklı isim alternatifleri tartıştık Katerina Hanım’la. Sonrasında ‘H Siopi Keliu – Hücrenin Sessizliği’ ismine karar verildi, kitap ete kemiğe bürünmüş oldu teknik olarak.”
Malum, yaz günleri ve Yunanistan’da herkes tatil modunda… Ama bookpress.gr’da ön tanıtımı başladı bile kitabın.
Peki, Mehmet Ateş hoca ne umuyor bu kitapla?
Mesleğini icra edebildiği için maddi bir beklentisinin olmadığının özellikle altını çizen Ateş, birinci hedefinin eserin yeni dostluklara ve diyaloglara kapı açması olduğunu belirtiyor. “Ege’nin çocuklarını, Hz. Adem’in, Hz. Nuh’un çocuklarını daha çok birbirini tanıma, kardeşlik ruhunu artırma adına vesile olursa öpüp başıma koyacağım. Benim hedefim bu. Şimdi Yunanlı dostlarımla paylaştığımda birçok okuldan, farklı kurumlardan söyleşi teklifleri var. Kitap çıktığında sizinle söyleşi yapmak istiyoruz dediler. Televizyonlar, gazeteler söyleşi arzu etti. Bunlara diyaloğa vesile olur diye temennim bu…”
Anlıyorum ki, bütün mültecilerin yaşadığı maddi ve manevi hastalıkları, travmaları yaşayan Mehmet Hoca için kitabın “iyileştirici” bir etkisi olmuş. Bir tür kendi kendini de tedavi etmiş hoca. Bunu, “Her zaman okumak ve yazmak terapidir. Tedavi eder” diyerek şöyle açıyor:
“Bir psikoloğa gider, bir psikiyatra gidersiniz terapi alırsınız. İnanın sevdiğiniz şeyleri okumak, sevdiğiniz dostlarla beraber olmak da en büyük psikoterapilerden birisidir. Belki benim hayatımda bu uğraşılar, yayıncılık, sadece bu kitap değil. Şu ana kadar Çağlayan Mecmuası’nda kırka yakın yazım çıktı. Efendim, Nevbahar Dergisi’nde bir köşe yazmaya çalışıyorum. Kapak dosyaları yazmaya çalışıyorum. Farklı yerlerde makalelerim çıkıyor, online veya yüz yüze konferanslara gitmeye çalışıyorum. Yüzlerce de makalem çıktı. Şimdi onlar da inşallah ardından kitap çalışmalarım var. Zaten bu seri inşallah bu serinin birinci kitabı Mahpus. İkinci kitap biraz kaçak dönemim var benim. İsmi ‘Kaçak’ olacak, ikinci kitap hazır şu anda bilgisayarda, yazılmış. Üçüncü kitap, ‘Yolcu’. Buraya kaçış süreci. Ve burada oturum alana kadar olan süreçlerim, hatıralarım. Dördüncü kitap da ‘Hancı’. Artık burada oturum alıp kaldığım, ofisi açtığım, oturaklaştığım veya şu anda konuştuğumuz dönemi de içine alan, bu kahvaltıyı içine alan bir süreç ‘Hancı’. Bu dörtlü bir seri olacak inşallah. Şimdi ikinci kitabın hazırlıkları benim bilgisayarımda bitti. Yayınevinin haberini bekliyorum. Editöre göndereceğim. O süreç ayrı işleyecek. Belki ondan sonra Katerina hanım yine bizi sıkıştırırsa buna devam edelim derse onu da Yunancaya çeviririz.”
Mehmet Ateş, hayata dair iyimserliğini ve motivasyonuna ilişkin başka ipuçları da veriyor. Evinin kapısından girer girmez sizi karşılayan büyük ebatlı tevafuklu Kuran’ı Kerim’i gösteriyor. Özellikle kendi dilinden anlamak için Arapça’yı öğrendiğini ve okuduklarını anladığını belirtiyor. Atina’da bulunduğu sırada aldığı online ilahiyat (Hollanda merkezli Sofia Akademi) eğitimini hatırlatıyor. Bir başka sırrı, her zaman gençlerle bir şeyler yapmak Mehmet Ateş’in.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Atina’nın sahil semti, nüfusunu daha çok İstanbullu Rumların oluşturduğu Paleo Faliro’daki evi ile muayenehanesi arasında mekik dokuyan Mehmet Ateş, “Kapımızı çalan herkes hastamız. Yunan, Rum hastalarımız var. Müslüman topluluklardan; Mısırlı, Filistinli, İranlı… Hatta Rus hastalarımız var. Türkçe, İngilizce, Yunanca, Arapça herkesin kendi dilinden derdini dinliyor, derman olmaya çalışıyor.
Malûm, “Aman Doktor” şarkısı vardır, Türkçe ve Yunanca versiyonlarında sözleri biraz farklılık gösterse de, nakaratları aynıdır. Öyle anlaşılıyor ki, “Derdime bir çare…” dediklerinde Prof. Dr. Mehmet Ateş muayenehanede ve hastanede hazır olacak.
Hocanın en önemli öğüdü ise dil öğrenmek: “Ne yapacağınız önemli değil. Su tesisatçısı mı olacaksınız? Yerel dili en iyi öğrenin… Elektrikçi mi olacaksınız? En iyi öğrenin. Benim birinci tavsiyem bu. Bana Yunanistan’ın kapıları Yunanca konuşmaya başlayınca açıldı.”