Türköne: Erdoğan, 19 Mart’ta kendi ayağına makineli tüfekle ateş etti

Mümtaz'en Türköne: 19 Mart'ın Erdoğan'ın kendi ayağına makineli tüfekle ateş etmesi gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani kurşun sıkmadı, makineli tüfekle ateş etti. CHP müthiş bir ivme kazandı ve bu ivme devam ederse CHP, Erdoğan'ın karşısına kimi aday koyarsa koysun kazanır. Erdoğan siyasi ortamı domine etmek istiyorsa yapacağı şey İmamoğlu'nu serbest bırakmak...

  • ü
  • 25 Nisan 2025
  • ü
  • Politika

“Erdoğan çözüm sürecini tırpanlayacak, Bahçeli de erken seçimime götürek” şeklindeki değerlendirmesiyle gündem olan Siyaset Bilimci Mümtaz’er Türköne, Halk TV’den Bengü Şap Babaeker’in sorularını yanıtladı.

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanma sürecini yorumlayan Türköne “19 Mart’ın Erdoğan’ın kendi ayağına makineli tüfekle ateş etmesi gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani kurşun sıkmadı, makineli tüfekle ateş etti” dedi:

“Kendini sakat bıraktı politik olarak. Kendi pozisyonunu yaraladı. Çok fena yaraladı. Ama bundan çıkan bir sonuç var. Cumhuriyet Halk Partisi müthiş bir ivme kazandı ve bu ivme bu şekilde devam ederse CHP Erdoğan’ın karşısında kimi aday koyarsa koysun kazanır. Böyle bir süreç var ve Erdoğan da bunu görüyor. Bu şartlar altında siyasi ortamı domine etmek istiyorsa yapacağı şey İmamoğlu’nu serbest bırakmak. Erdoğan açısından en az zararlı seçenek bu çünkü. Öteki türlü çok tahripkar olur.”

“Bahçeli için temel kaygı, zemberek çözüm süreci” diyen Türköne, “Oradaki fırsatın ne olduğuna dair Devlet Bey’i aydınlatmışlar, ikna etmişler. Bölgedeki fırsatın ne olduğuna dair… Şimdi sadece tek istikamet, tek hedefe doğru ilerleyen ve bunu siyasi hesapların dışında götürmeye çalışan bir politikacının sağa sola bir şeyler söylerken, metinlerini yorumlamaya çalışırken bu istikameti cetvel olarak alırsanız yanlış bir yorumda bulunmazsınız.

İmamoğlu davasının bir an önce neticelenmesi gerektiğini söylediğinde dikkat ederseniz orada terör soruşturması ile ilgili iddialara da göndermede bulunuyor. Yani Bahçeli için temel kaygı, zemberek çözüm süreci. Bunun dışına çıkan hiçbir şeyi yapmaz, yapamaz” değerlendirmesini yaptı.

Türköne’nin Bahçeli-Erdoğan ilişkisi ve sürece dair Babaeker’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Bahçeli’nin İmamoğlu operasyonu konusunda yaptığı ilk açıklamada “İmamoğlu’yla ilgili mahkeme süreçlerinin ivedilikle görüşülüp karara bağlanması gerekmektedir” şeklindeki sözlerini siz “Ekrem İmamoğlu serbest bırakılmalı diyor” şeklinde yorumlamıştınız. Önceki gün de deprem nedeniyle bir açıklama yaptı ve “Devlet-millet dayanışmasıyla, dahası İstanbul’un ehline ve hak eden ellere emanetiyle olası felaketlerin üstesinden gelmek mümkündür” dedi. İstanbul seçimlerini üç kez, her seferinde oy farkını artırarak kazanmış biri için söylediği bu sözler çok tartışıldı, kayyum sinyali olarak yorumlandı. Siz hala aynı noktada mısınız?

‘BAHÇELİ’NİN MESAJI ERDOĞAN’A, ORTAMI YUMUŞATMA AMAÇLI’

Maksat burada seçimle gelmiş birini devre dışı bırakmak değil. Bahçeli metinleri her zaman ikilidir. Yani çok derin felsefi metinler değil ama, ikili metinlerdir.

Bahçeli’nin şu dönemin daha çok AK Parti kanadına, Cumhur İttifakı ortağına yönelik sempatik mesajlar verdiği bir evre olduğunu düşünüyorum. Yani bu mesaj Erdoğan’a. Ortamı yumuşatma, Cumhur İttifakı’nın iki ortağı arasındaki ilişkiyi yumuşatma çabası olduğunu düşünüyorum.

Mefhumu muhalifi derdi eskiler, zıddından mesaj vermek. O tarafta işlerin biraz iyi olmadığı sonucu çıkıyor. Yani bu kadar aşırı abartılı sempati mesajları varsa, bir şeylerin çok iyi gitmediğine dair bir kanaat de oluşuyor ister istemez insanda. Ben, Bahçeli metinlerinin çok düz okunmaması gerektiği kanaatindeyim.

‘TAYYİP BEY ÇÖZÜM SÜRECİNİ İSTEMİYOR’

22 Ekim sürecinin üzerinden altı ay, 19 Mart sürecinin üzerinden bir ayı aşkın bir zaman geçti. Siyasi gündem, hâlâ bu iki başlık ve aslında bu süreçlerin birbiriyle bağlantısı üzerinde şekilleniyor. Birinin başat aktörü Bahçeli, diğerininki Erdoğan… Bu iki sürecin birbiriyle bağlantısı, birbirini şekillendirdiği yönleri var… Siz bu iki süreç arasındaki bağlantıyı nasıl okuyorsunuz?

22 Ekim’den Bahçeli’nin çağrısının hemen ardından Erdoğan Ahmet Türk’ü görevden alınca ben o hamlenin Bahçeli’ye karşı olduğunu söyledim. Çünkü Tayyip Bey bu işi istemiyor. Niye buradan girdim çünkü mevzunun temelinde bu var.

Çözüm süreci 100 yıllık, yani 100 yıl sonra gelmiş bir fırsat proje. Kürtler hazır ve Cumhuriyet’in temel ayarları gözden geçiriliyor, yeniden oluşturuluyor. Yani ulus devletin ulusu yeniden tanımlanıyor, yeniden inşa ediliyor. Ve bu konuda çok ciddi, çok kararlı bir tavır var. Çünkü, öncelikle bölgedeki konjonktür bunu dayatıyor Türkiye’ye, devlet katında da benimsenmiş bir politika olarak uygulanıyor. Bunun siyasi arenadaki temsilcisi de Devlet Bahçeli. Devlet Kürtlerle barışıyor.

Cumhuriyet boyunca demokrasinin sınırlanmasına Kürtler bahane olmuştur. Cumhuriyet ayaklanmalarla, isyanlarla uğraşmıştır. 1983 yılında Kenan Evren giderayak Kürtçe düşünmeyi bile yasaklayan bir kanun çıkardı hatırlarsanız. O kanun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle Kürtler arasındaki ilişkide zorlayıcılığın, baskının zirve noktasıydı.

2014’teki demokratikleşme paketiyle bir yumuşama yaşandı, 2013-2015’le yani birinci açılım sürecinden bugüne geldik. Şimdi bütün bu tecrübenin Kürtlere de, bize de öğrettiği bir şey var. İki örnek vereyim. Biri Mardin Valisi’nin yollara Kürtçe trafik ikaz yazılarına getirdiği yasak. Mesela bu yasak kanuna aykırı. Mevcut yasalarda vali böyle bir yasak getiremez. İkincisi de Ahmet Türk örneği. Hiçbir soruşturma yok, hiçbir suçlama yok, tamamıyla keyfi bir tasarrufla siz, koskoca bir ilin seçtiği belediye başkanını görevden alıyorsunuz ve yerine kayyum atıyorsunuz.

Şimdi bu iki örnek Kürtlere de aslında Kürtler üzerinden bize de şunu gösteriyor. Hukuk güvencesi olmadan, hukuk devleti olmadan, bu işler hukuka uygun yapılmadan çözüm sürecinde herhangi bir ilerleme kaydetmek mümkün değil. Şimdi bu keyfilik en son 19 Mart operasyonunda tekrar bir sıçrama yaptı.

’19 MART ÇÖZÜM SÜRECİNİN DİNAMİTİ’

O zaman 22 Ekim’i hukuka dönüşün başlangıcı olarak yorumluyorsanız 19 Mart süreci de hukuksuzluğun simgesi, yani sürecin zehiri.

Matematiksel netlikte söyleyebilirim ki 19 Mart süreci çözüm sürecinin dinamiti. Yani çözüm sürecini resmen durduran bir şey. Bu, kent uzlaşısının terör soruşturmasına konu edilmesinden belli. Ben, kalesi muhasara edilmiş bir komutanın intihar saldırısı gibi bir şey olarak görüyorum 19 Mart’ı. Yani bir hücum hareketine karşı kalenin kapılarını açıyor. Taarruz yapıyor ama başaramıyor yeniden kalesine çekiliyor.

‘ERDOĞAN’IN YAPABİLECEĞİ TEK ŞEY İMAMOĞLU’NU SERBEST BIRAKMAK’

Ben 19 Mart’ın Erdoğan’ın kendi ayağına makineli tüfekle ateş etmesi gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani kurşun sıkmadı, makineli tüfekle ateş etti. Kendini sakat bıraktı politik olarak. Kendi pozisyonunu yaraladı. Çok fena yaraladı. Ama bundan çıkan bir sonuç var. Cumhuriyet Halk Partisi müthiş bir ivme kazandı ve bu ivme bu şekilde devam ederse CHP Erdoğan’ın karşısında kimi aday koyarsa koysun kazanır.

Böyle bir süreç var ve Erdoğan da bunu görüyor. Bu şartlar altında siyasi ortamı domine etmek istiyorsa yapacağı şey İmamoğlu’nu serbest bırakmak. Erdoğan açısından en az zararlı seçenek bu çünkü. Öteki türlü çok tahripkar olur.

Erdoğan’ın şu anki pozisyonunu ‘kalesine çekildi’ olarak mı tarifliyorsunuz?

Evet. Kalesine geri çekildi ve yeni bir strateji oluşturması lazım ve tam kritik bir evre. O yeni stratejinin çözüm süreci istikametinde oluşabilmesi için Bahçeli vaziyet alıyor. Yani Bahçeli stratejik konuşlanmasını ona göre yapıyor. Çok basit olarak şimdi Kürtlere hukuk lazım. Kürtlerle bu meseleyi, o büyük problemi çözmek için hukuk lazım.

Kürtlere verdiğiniz hukuku Ekrem İmamoğlu’ndan esirgeyemezsiniz. Türkiye’de muhalefetin diğer kanatlarından, Ümit Özdağ’dan esirgeyemezsiniz. O yüzden hukuka dönüş şart. Mehmet Uçum hafta sonu “Demokrasi hukuku” diye bir yazı yayınladı. Kafalarını şu anda hukuka nasıl döneriz, ona yoruyorlar demektir ama başka bir hukuk tanımı da getirmeye çalışıyorlar sanki.

’19 MART OPERASYONU İLK GÜNDEN ÇÖKTÜ’

Erdoğan’ı kalesine çekilmeye iten tam olarak neydi?

19 Mart operasyonu daha başında çöktü. İmamoğlu’na kent uzlaşısından terör soruşturması açıp oradan tutuklamayınca çöktü. Buna engel oldular ve engel olan güç de bayağı ciddi bir güç olmalı. Böyle bir plan hazırlıyorsunuz. Uygulamaya geçiyorsunuz ve daha başında plan çöküyor. Erdoğan’a plan bozdurdular yani.

Ekrem İmamoğlu hakkında kent uzlaşmasından yani terör suçlamasıyla tutuklama kararı çıkmış olsaydı İBB’ye kayyum atanacaktı. Başlangıçta planlanan şey de buydu. Bu çok açık şekilde belli. Anladığım kadarıyla İmamoğlu gözaltına alındıktan sonra Devlet Bahçeli ya da onunla aynı anlayışı savunanlar devreye girdi, bundan vazgeçildi. Çünkü siyasi partiler kanununa göre faaliyette bulunan iki partinin bir seçim iş birliğini siz oturup terör soruşturması konusu yaparsanız burada çözüm süreci adına, bu Kürt sorununun çözümü adına milim mesafe katedemezsiniz. Yani o hukuk güvensizliği ortamında Kürtlere vaat edeceğiniz herhangi bir şey olmaz. Bu bir cinayet olur.

‘AHMET TÜRK ERDOĞAN-BAHÇELİ ÇEKİŞMESİNİN SİMGESİ’

Hukuksuzluk diyorsunuz ama İmamoğlu da tek örnek değil. Ahmet Türk örneğini verdiniz. Ahmet Türk görevden alındı, yerine kayyum atandı. Sonra çözüm sürecinin başat aktörü olarak İmralı heyetine geldi, Bahçeli ile görüştü. Toplum açısından bu çok kafa karıştırıcı. Bu çelişkilerle yol alınan süreç tam da bu nedenle toplumda istenen ölçüde benimsenmiyor.

Tam tersine… Bahçeli ile Erdoğan arasında bu konudaki restleşmenin somut örneği Ahmet Türk’tür aynı zamanda. Hem hukuksuzluğun hem de bu konuda Cumhur İttifakı içindeki anlaşmazlığın somut, heykelleşmiş örneği Ahmet Türk’tür. İmralı heyetine dahil edilmesi, proaktif rol oynaması, Bahçeli’yle görüşmesi ama Erdoğan ile görüşen heyete dahil edilmemesi benim söylediklerimi kuvvetlendiriyor. Yani Ahmet Türk meselesi burada hem keyfiliğin, hukuksuzluğun hem de Erdoğan’la Bahçeli arasındaki restleşmenin somut kanıtı.

‘SÜREÇ BU KEZ BÖLGESEL VE KÜRESEL’

Kürt meselesinin çözümünde bu kez farklı olan ne? Öcalan’la görüşmeler kesintilere rağmen yıllardır var, çözüm süreci de denendi ve sonu iyi bitmedi. Şimdi ne oluyor?

Bu seferki süreç bölgesel bir projeye bağlı. Yani Türkiye’nin sınırlarını da aşan bölgesel bir düzenlemeye, bölgesel düzenleme üzerinden küresel bir düzenlemeye bağlı olarak gelişiyor. Daha öncekiler biraz iç dinamiklerin, çatışmanın getirdiği bir şeydi. Yani 2013-2015’te meseleyi kendi içimizde çözmeye çalışıyorduk. Batıdan da destek olanlar vardı, mesela Amerika destek oluyordu. Bu sefer İngiltere, Amerika ve Fransa’dan bahsediliyor. Bunu Hakan Fidan da söyledi 2,5 devlet diye. Daha çok bir İngiliz projesi gibi görünüyor ve bir İngiliz projesiyse ciddiye almanız lazım.

Yani bu süreci Türkiye kendi ihtiyacı, kendi geleceği için mi yürütüyor yoksa bir şey dayatıldı ve bölgede bir rol mü üstleniyor? Toplumun bir kesiminde geçmişten de gelen yükler nedeniyle kolay kabaran bir kaygı bu.

Bu sefer benim anladığım proje yani bunu Hakan Fidan da itiraf ettiğine göre, Suriye üç aşağı beş yukarı Türkiye’ye emanet edilmiş. Fakat bu sadece Suriye’nin Türkiye’ye emanetinden ibaret değil. Kuzey Irak da öyle. Yani Irak zaten üçlü yapı içinde hiçbir zaman istikrara kavuşamaz. Asıl önemlisi bölgede İran’ın etkisizleştirilmesi üzerine ve Türkiye’yi avantajlı hale, güçlü hale getirme üzerine bir proje yürüyor.

Yani Türkiye’nin de dahil olduğu proje, kabul ettiği, uyguladığı proje bu. Bu projenin de tabii sonuçlarından biri Türkiye’de Kürt sorununun çözümü, Kürtlerle yeni bir anlayışla yola koyulmaları. Yani Türkiye basit bir şekilde sadece içerideki sorunu çözmüyor. Yeni oluşan bölgesel dengelerin –İsrail’in güvenliği asla göz ardı edilemez bir şart— gereğini yapıyor.

Amerika’nın tavrı da İngiltere’nin bu projesinden yana ve bu proje de bölgede bir düzen kurmayı hedefliyor ve bu düzenin ana aktörü de Türkiye. Kuzeydoğu Suriye’deki Kürtlerin bu kadar yapıcı davranmasının sebebi de bu. Golani Türkiye’den bağımsızlaşmaya çalışıyor. Bu sebeple de oradaki Kürtler Türkiye için önemli.
Tam anlamıyla sadece Türkiye’deki Kürtlerle değil, bölgedeki Kürtlerle yani Suriye’deki Kürtlerle, Irak, Iraklı Kürtlerle Türkiye bir kader ortaklığı yapıyor.

Yani Kürt sorunu diye bir sorunun kalmamasının ötesinde adeta Kürtlerle yeni bir ulus tanımı üzerinde uzlaşıyor Türkiye. Böyle bir şey açılıyor ve bunu da Bahçeli Türkgün’de yayınlanan makalelerinde anlattı aslında. Oradaki hukuk, özgürlükler, demokrasi vurguları aslında çözüm sürecinin anahtarı.

‘ÇÖZÜM SÜRECİ BAHÇELİ İÇİN BİR FİKRİ SABİT’

Hukuka dönüş MHP için de sorun olmaz mı, MHP için de bir handikap değil mi? Sinan Ateş davası ve MHP’ye yönelik iddialar aklıma gelen ilk örnek mesela…

22 Ekim’den, hatta 1 Ekim’den itibaren Bahçeli hasta yatağında bile çözüm süreci üzerinde ısrar ediyor, geri adım atmıyor, tekrarlıyor, genişletiyor. Bunu siyasette bir fikri sabit olarak görebilirsiniz. Bahçeli buna odaklı. Bunun dışında herhangi bir şey düşünmesi ve yapması mümkün değil.

Bahçeli’nin muhtemelen yapacağı şeyleri de buradan çıkartabilirsiniz. Bahçeli sadece buna oynuyor. Salt politik bir tavır değil bu. Partisinin ve kendisinin siyasi çıkarlarına uygun bir tavır almıyor. Sanıyorum kendi duygu dünyasında bir politikacı olarak daha çok bir devlet adamı olarak böyle bir miras bırakmaya çalışıyor.

Oradaki fırsatın ne olduğuna dair Devlet Bey’i aydınlatmışlar, ikna etmişler. Bölgedeki fırsatın ne olduğuna dair… Şimdi sadece tek istikamet, tek hedefe doğru ilerleyen ve bunu siyasi hesapların dışında götürmeye çalışan bir politikacının sağa sola bir şeyler söylerken, metinlerini yorumlamaya çalışırken bu istikameti cetvel olarak alırsanız yanlış bir yorumda bulunmazsınız.

İmamoğlu davasının bir an önce neticelenmesi gerektiğini söylediğinde dikkat ederseniz orada terör soruşturması ile ilgili iddialara da göndermede bulunuyor. Yani Bahçeli için temel kaygı, zemberek çözüm süreci. Bunun dışına çıkan hiçbir şeyi yapmaz, yapamaz.

Yani şunu mu söylüyor ortağına? “Biz bir çözüm süreci işletiyoruz. Bu 19 Mart süreci, tutuklamalar, operasyonlar bu süreci sekteye uğratıyor. Bundan geri adım atman lazım. Ekrem İmamoğlu’nu serbest bırak, biz işimize bakalım.” Bunu mu diyor?

Bahçeli’nin iradesinin ve tercihinin ötesinde burada ölçü almamız gereken şey şu. Siyasi soruşturmaların, siyasi tutuklamaların olduğu bir ülkede, yani muhaliflerinizi siz rehin olarak alıyorsunuz, cezaevine atıyorsunuz. Gazetecileri bunun için alıyorsunuz, atıyorsunuz. Böyle bir ülkede çözüm süreci yürümez. Çözüm süreci diye bir şey olmaz. Yani Kürtlere “Sizi eşit ve onurlu vatandaşlar olarak, bu ulusun bir parçası olarak bağrımıza basacağız ve yolumuza devam edeceğiz” dediğiniz zaman öbür tarafa arkanızı dönüyorsanız hiçbir yere gidilmez.

Ama zaten kamuoyunda, toplumda bu çözüm sürecinin beklenen ölçüde destek bulamamasının nedeni tam da bu değil mi? Yani sizin özetlediğiniz tablo bir yanda, İmamoğlu’nun avukatının avukatının bile gözaltına alındığı tablo diğer yanda. 19 Mart sürecinde gelinen noktadan Erdoğan’ın geri adım atması mümkün mü?

Adliyedeki ekibin yürüttüğü, rutine bağladığı işlerle saraydaki pazarlıkları ayrı değerlendirmek lazım. Devlet Bahçeli’nin başı çektiği çözüm süreciyle ilgili toplumda ciddi bir muhalefet yok. Devlet Bahçeli sadece kendi tabanını değil MHP’ye bakarak istikamet belirleyecek olanları da domine etti, onları kontrol altına aldı. 19 Mart süreci için durum böyle değil.

CHP’nin tutumu?

Çözüm sürecine en geç uyanan da CHP oldu. Sonradan ikna oldu. Bu siyasi parti projesi değil. Bu devlet projesi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ikna olmasının sebebi de bu. CHP’nin tavrı işin başında tam anlamıyla ikircikli bir tavırdı.

Cumhuriyet Halk Partisi’nde akıllı adamlar var, diplomatlar var. Güvenlik konularıyla uğraşanlar var. Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden, bunun nereye doğru gittiğini bilenler vardır. Yani devlet hassasiyetleri, devletin hassasiyetleri, devletin çıkarları konusunda bana sorarsanız CHP AK Parti’den çok daha hassas.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in çözüm sürecine ilişkin ilk günlerdeki temkinli iyimserliğin pozitife geçmiş olması devlet dediğiniz şeyin bir mesajı mı? Yoksa günlük pratik bir siyaset okuması mı?

Devletten mesajlar muhtemelen gidiyordur. Çünkü ana muhalefet partisine devletin istihbarat birimleri bu konuları aktarıyordur. İbrahim Kalın’dan da, Hakan Fidan’dan da gidiyordur fakat daha önemlisi çözüm sürecinin yaratacağı iklimin Cumhuriyet Halk Partisi için de ne kadar elverişli olduğunu görmüş olmaları.

Çözüm sürecinin Erdoğan açısından planlanan bir sonucu da muhalif bloğu bölmek, Kürt siyasi ile CHP arasına mesafe girmesi, ayrışma yaşanması değil miydi? Bu yorumlara katılır mısınız?

Söylediğiniz çok konuşulan, çok tartışılan bir tez fakat, siyasetin inceliklerini ve Erdoğan’ın ne tür taktiklerle hareket ettiğini hatırlayalım. 1 Ekim’de Bahçeli gitti DEM grup başkanvekillerinin elini sıktı. Ertesi gün Erdoğan grup konuşmasında “Bahçeli’nin bu çıkışını çok değerli buluyorum.” dedi.

Bunu daha önce de söylemiştim, Erdoğan kendi kontrolünde istediği gibi sündürebileceği ve o bahsettiğiniz hesaplara uygun bir şekilde Kürt siyasetini, kullanabileceği bir oyun alanı hazırladı. Bahçeli’ye de ona göre bir rol verdi. Bahçeli bunu gördü, fark etti, anladı ve 22 Ekim’deki çıkışını yaptı. Kime karşı yaptı? Erdoğan’a karşı yaptı. Bakın Kürtlere karşı veya kendi tabanına karşı değil, Erdoğan’a karşı yaptı ve Erdoğan da onun hamlesini gördü. Ahmet Türk’ün yerine kayyum atadı. Tam olarak Bahçeli’ye bir cevaptı.

O zaman şunu mu konuşmalıyız: Çözüm süreci Erdoğan’a rağmen başladı…

Evet rağmen… Bakın Türkiye’yi yöneten bir otokrat var. Bu otokratın keyfi yetkilerini engelleyecek olan şey hukuk.

Ama bu otokrasiye ulaşan düzen kurulurken de başat aktör Bahçeli değil miydi? 2015’te çözüm masası dağılınca Bahçeli bambaşka bir siyasi hatta geçti. Erdoğan’a Başkanlık yolunu o açtı. Yani Bahçeli’nin aslında bu rejime ilk harcı atan isim olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi bir anlamda sizin söylediğiniz senaryo gerçekleşirse bu rejimi yıkan da yine bambaşka bir hat üzerinden Bahçeli mi olacak? Bir de şu var. Bahçeli şu anda partisinin oy oranının ötesinde bir güce sahip. Seçim sonucunda bu gücünü de kaybedecek, belki baraj altında kalacak ve partisi Meclis’e bile giremeyecek. Bahçeli bunu mu göze alıyor?

Evet, 2002’de bunu göze aldı. Koalisyon ortağıyken erken seçim çağrısı yaptı seçimde partisi baraj altında kaldı. Yani sorunuzun cevabı bu. Şu anda da süreç için her şeyi, iktidarını bile kaybetmeyi göze almış.
Hep 2013-2015 çözüm sürecine endeksli düşünüyoruz. Benim muhakeme tarzım tamamıyla nedensel ilişkiyi kurmaya yöneliktir. Gazetecilerin çok kullandığı 5N1K aslında bir siyaset tanımıdır.

Bu Ferdinand Lassalle’nin “kim, neyi, nerede, ne zaman, nasıl ele geçiriyor?” sorusudur. Nedensel ilişkileri kurup bunlardan öngörüler çıkartmaktır siyaset biliminin işi. Şimdi birinci adım şu: Her şeyin önünde, her şeyi peşine takıp sürükleyen ana lokomotif çözüm süreci.

Bu, devletin beka sorunu. Devletin bölgedeki gücü, nüfuzu, her şey buna bağlı. Bu lokomotifin sürüklediği vazgeçilmez vagon da hukuk. Hukuk olmadan bu süreç yürümez. Yani hukuk olmadan, bu ülkenin %10’unu oluşturan ve hiçbir zaman iktidara gelme şansı olmayan Kürtleri devletin rızası alınmış ortağı haline getiremezsiniz.

Şimdi hukuku bir mecburiyet olarak alırsanız bu Erdoğan’ın otokrasisinin sonu demek. Hukuka riayet eden bir adam canı istediği zaman istediği adamı hapse atamaz. Kaşının üzerinde gözü var diye cezalandıramaz. Bu baskı ortamının ortadan kalkması demek otokrasinin kullandığı baskı araçlarının elinden alınması demek. Normal hukuk devletinde bir cumhurbaşkanı neleri kullanabiliyorsa veya iktidar sahibi ne yapabiliyorsa buna dönmek demek.

Mesela bu söylediğimizin vazgeçilmez şartlarından biri de yargı bağımsızlığı. Yargının mutlaka bağımsız olması lazım. Şu anda yargının bağımsız olmadığını otokrasi gözümüzün içine sokuyor. “Bu işler benim lafımla oluyor, benim keyfime göre oluyor” diye…

‘ERDOĞAN İÇİN İKİ SEÇENEK VAR’

Şimdi Erdoğan için iki seçenek var. Bir tanesi hukuka dönmek ve kendi otokratik yetkilerini sınırlandırmak. İkincisi de sonuna kadar memleketi kan gölüne çevirip ekonomi ne kadar batmış, ne olmuş hiç umursamadan kendisini padişah gibi konumlandırarak devam etmek.

Toplumun büyük bir kesimi ikincisinin olacağından korkuyor ama sizin öngörünüz birinciden yana…

Hayır, ikisi de Erdoğan için iki ucu pis değnek. Yani yukarı tükürseniz bıyık, aşağı tükürseniz sakal örneği gibi. Çünkü ilkinde Erdoğan’ın iktidarı sona eriyor, ikincisinde de bu ekonomik şartlarda iktidarını sürdüremiyor, Kürt sorunu çözülemiyor, Türkiye çatışmacı bir toplum oluyor. Çok ağır bedeli var. AK Parti esnaf geleneğidir, her şeyden korkarlar.

Böyle bir şeye cesaret edemezler ve buradan çıkardığım netice benim o zaman üçüncü bir alternatifi devreye sokmak lazım. Bu adam neticede gerçekçi bir adam. Oturur, mevcut siyasi düzenin dışında yeni bir alternatif arar. Ya yarı başkanlık sistemine ya parlamenter sisteme dönüş gibi. Parlamenter sistem Erdoğan’ı da AK Parti’yi de koruyor. Yani seçimi kaybetse de koruyor. CHP ile böyle bir uzlaşma arayışına girebilir.

ERDOĞAN KAYBEDECEĞİ SEÇİME GİRER Mİ?

Her hafta önümüze birkaç ayrı anket geliyor ve o anketler istisnasız tamamı, AK Parti’nin oyunun yüzde 30 bandına gerilediğini gösteriyor. ‘Seçim yapmamak’ ya da ‘kaybedeceği seçimi yapmamak’ Erdoğan açısından bir olasılık mı? Ya da şöyle sorayım Erdoğan kaybedeceğini bildiği bir seçime girer mi?

Şimdi normal zamanında yapılacak seçimin bana sorarsanız hiçbir mantığı yok, makul açıklaması yok. Çünkü Türkiye’nin sorunu iktidar sorunu. Reel olarak ekonomi, erken seçim kararı alındığı andan itibaren rahatlayacak. Siz artık ekonomi üzerinde, ülke üzerinde ağır bir yüke dönüşmüşsünüz iktidarınızla. Ülke sizi kaldıramıyor, ülke sizi taşıyamıyor. CDS puanını düşürmeniz imkansız.

Ekonomideki güveni yok etmişsiniz. Faizleri düşürmeniz bile imkansız, Mesela 19 Mart operasyonları gibi her şeyi altüst edecek maceralara girişiyorsunuz. Bütün bunların hepsini dikkate aldığınız zaman erken seçime gitmek en mantıklı çıkış.

Peki böyle bir çıkışa iktidar niye yanaşır? Sizin dediğiniz gibi elindeki gücü kaybedecek.

Bir emeklilik projesi olarak evet der. Mirasını kurtarmak, kendisinden sonraya bırakacakları için evet der. Seçim 2028’de yapılırsa AK Parti diye bir parti kalmaz muhtemelen, çok ağır şeyler yaşar Türkiye. Bir süre daha iktidarda kalır ama bıraktığı mirasın yekun hanesindeki bedel artar. Erdoğan kaybedeceği bir seçime girer mi? Yani o seçim için bir sürü seçenek var. Seçime girmez, yerine bir başkasını halef bırakır, parlamenter sisteme geçip meclis tarafından seçilen sembolik bir cumhurbaşkanı olarak hayatının geri kalan kısmını garanti altına alır.

İmamoğlu’nun diplomasını alıyorsun, yasaklıyorsun, cezaevine atıyorsun. Nereden baksanız, en erken iki sene sonraki bir erken seçim konuşulurken neden böyle bir hamle yapıldı? Şimdi Erdoğan’ın önünde iki sene yönetilmesi çok zor bir süreç var. Rakibinizi ekarte ediyorsunuz ama ekonominin dengelerinin bozulacağını biliyorsunuz. Bunları bilmeden yapmış olamaz. Ayağına makineli tüfekle ateş açarken bütün bunların sonuçlarını öngörüyordu mutlaka. O zaman gündeme şu geliyor: Planlanmış bir baskın seçim mi geliyor?

Bu şartlar altında yani baskın seçimi yapsa kaybeder. Eminim kaybeder. Ama iki yıllık süreci yönetemeyeceğini de görmüş olması lazım. Buna rağmen neden yapar? İmamoğlu’nu neden seçime 2 yıl varken aldı demek istiyorum. Ben biraz çözüm süreci üzerine aldığını düşünüyorum. Şöyle bir plan üzerinde ilerlediler. Ekrem İmamoğlu içeri alınacak, İBB’ye kayyum atanacak, Cumhuriyet Halk Partisi’ne de kayyum atanacak, CHP bölünecek.

Bu senaryodan bir erken baskın seçim çıkar Erdoğan’ın kazanacağı bir alternatif olarak. İki sene çok rahat edeceği bir evreyi de yakalamış olabilir. Böyle bir proje üzerinde çalıştılar ama dediğim gibi ilk gün o proje çöktü. O yüzden bu saatten sonra erken seçime gitmesinin, erken seçim hamlesi yapmasının sadece ve sadece şöyle bir açıklaması olabilir: Tamam ben kaybediyorum da elimdekileri toplayayım ve bunları muhafaza edeyim. Hiç olmazsa sonrası için bana bir, koruma duvarı oluştursun.

Yeniden çözüm süreci meselesine dönersek… Devletle entegre olmaktan söz ediliyor. Yani siz istediğiniz kadar hukuksal hakları verin de devleti açmanız lazım. Bu da kadroları açmak demek aslında.. Sadece kayyum atamama, seçilmişlere güvence ötesinde, yargısı, yönetimi, bürokrasisinde de artık Kürtlerin bu kimlikleriyle yer alması beklentisi…

Hukuk, hukuka dönüş zaten onu da kapsıyor. Şimdi, psikoloji evresindeyiz. Yani psikolojiyi düzeltme, psikolojiyi onarma evresindeyiz. Mesela Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu ideologlarından biri Ziya Gökalp’tir. Yani 1924’te ölüyor ama o Türkçülüğün Esasları kitabı cumhuriyetin de temel iskeletidir. Ziya Gökalp’in bir sözü var. Diyor ki “Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk değildir. Türk’ü sevmeyen Kürt, Kürt değildir.” diyor. Bu psikolojiyi, güven ortamını oluşturduğunuz bunun üzerine inşa edilecek anayasal düzenin çok kolay kurulacağı kanaatindeyim.

Yani istediği kadar da konuşulsun, tartışılsın, sorun çıkmaz. Şu anda çözüm sürecine tek engel Erdoğan. Erdoğan tek başına engel oluyor ama bir de ulusalcılar var. Onlar da süreç önünde engel.

Erken seçim açıklamanıza Bahçeli şu yanıtı verdi: Erken seçim yalan ve yaygarasıyla partimizi tartışmaya yeltenen, küçücük akıllarıyla niyet okuyuculuğuna teşebbüs eden çürüklerin hevesleri boşunadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın kararı kesindir, seçimler zamanında yapılacak ve bundan da asla taviz verilmeyecektir.” Erken seçim konusu kapandı mı? Ve ‘çürükler’ kim sizce?

Erken seçim konusu benim için kapanmadı. O açıklamaya aslında biraz ben mecbur bıraktım Devlet Bahçeli’yi. Çünkü bunu söyleyerek Erdoğan nezdinde erken seçim konusunda kendi konumunu göstermiş oldu. Yani “Bu adamın bizimle bir alakası yok” diyerek erken seçimi ben istemiyorum demiş oldu ama ben kişisel olarak hala erken seçimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.


Bu haberler de ilginizi çekebilir:

 

Bahçeli’nin ‘Çürükler’ sözünü de üzerime alınmadım çünkü Bahçeli aslında ortağına mesaj veriyor, erken seçim istemediğini benim üzerimden söylüyor. Yani benim Devlet Bahçeli’ye çok derin saygım ve sevgim vardır. Bizim eski abimizdir. Bize bu tür zılgıtları çekme, fırçaları çekme hakkı da vardır abi olarak. O yüzden sesimi çıkartmıyorum.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com