Türkiye, Öcalan’ın çağrısını bekliyor: Barış ve çözüm aynı şey mi, Kürtler ne istiyor?

Bahçeli’nin ana aktör olarak göründüğü, diğer ucunda da bir diğer aktör Öcalan’ın olduğu ‘barış’ çıkışının arkası gelebilecek mi, gelecekse nasıl gelecek, sonrasında ne olacak? Gerçek bir çözüm mümkün mü? Tüm bunları tartışmak için Kürt ve Türk siyasetçiler, hak savunucuları, kadınlar, Aleviler, işçi-memur, akademisyen ve yazarlar, gazeteciler bir araya geldi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de PKK lideri Abdullah Öcalan’a örgütü lağvetmesi koşuluyla, kendisine umut hakkı tanınması ve Meclis’te DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması için çağrı yapması, büyük yankı uyandırmış ve bir tür milat olarak değerlendirilmişti.

Bu zamana kadar İmralı’da tecrit koşullarında tutulan Öcalan’a 43 ay sonra ilk kez görüş izni verildi. Kendisini cezaevinde ziyaret eden yeğeni aynı zamanda DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan, Abdullah Öcalan’ın “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dediğini aktardı.

O günden sonra DEM Parti İmralı Heyeti’nin ilk Öcalan ziyareti 28 Aralık 2014’te, ikinci ziyareti 22 Ocak’ta gerçekleşti. Bu görüşmelerin ardından Öcalan’ın ilk çözüm sürecinden daha umutlu olduğunu aktaran parti kaynakları “Öcalan bu defa bu tarihi fırsatı ıskalamamak gerektiğini söylüyor” dedi.

Bahçeli’nin Öcalan çıkışıyla başlayan bu hızlı sürecin geldiğimiz yerinde, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıl dönümü olan 15 Şubat’ta silah bırakma çağrısı yapacağı konuşuluyor.

BARIŞ VE ÇÖZÜM AYNI ŞEY Mİ?

Tutuklu bulunan HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile yapılan görüşmelerin ardından kamuoyuna açıklama yapan Sırrı Süreyya Önder, ‘barış’ ve ‘çözüm’ü iki ayrı süreç olarak tanımlamış “Kamuoyunda sıklıkla, çözümle, barış kavramları birbirine karıştırılıyor. Bu doğru değil. Barış bir sarılmayla bile oluşturulacak bir şeydir. Çözüm, demokratik bir mücadele ve uzun soluklu bir iştir” demişti. Belki de bu yüzden süreç, 2013’den farklı olarak ‘çözüm’ diye adlandırılmıyor.

Şu anda bir tür ‘barış denemesi’ yapıldığı, bunun zemininin yoklandığı değerlendirmeleri ağırlıkta. ‘Kürt meselesinin çözümü’ içinse toplumsal ve siyasal mücadelenin devam etmek durumunda olduğu belirtiliyor.

‘Çözüm’ meselesinin tüm toplumsal kesimleri yakından ilgilendirdiği ve her yurttaşın el atması gereken bir süreç olduğu belirtilirken, ‘barışın’ yol ve yöntemlerinin daha başka türlü olabileceğine dikkat çekiliyor.

Bahçeli’nin ana aktör olarak göründüğü, diğer ucunda da bir diğer temel aktör Öcalan’ın olduğu ‘barış’ çıkışının arkası gelebilecek mi, gelecekse nasıl gelecek, sonrasında ne olacak? Gerçek bir çözüm nasıl ve neyle mümkün?

İşte tüm bunları birlikte konuşmak, tartışmak için hafta sonu İstanbul’da bir otelde Kürt ve Türk siyasetçiler, insan hakları savunucuları, kadınlar, Aleviler, işçi-memur, akademisyen ve yazarlar, gazetecililer bir araya geldi.

Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) düzenlediği ve altı oturumdan oluşan konferansın açılış konuşmasını HDK Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş yaptı.

BEŞTAŞ: KÜRT SORUNU, TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ SORUNUDUR

“Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil, Türkiye’nin demokrasi sorunudur. Yapılan baskı, sadece Kürtlere değil bütün topluma yönelik bir baskıdır. Halkın iradesine atanan kayyımlar bütün halkların yerel yönetimlerine yapılan saldırılardı. Devlet Kürt sorununu hâlâ bir güvenlik sorunu olarak görüyor” diyen Beştaş, barış sürecinin toplumsallaşması gerektiğine dikkat çekti:

“Barış, geçmişin kanlı sayfalarını kapatıp hakikatle yüzleşmektir. Demokratik bir Anayasa anlayışıdır. Barış bir lütuf değildir, halkların demokratik hakkıdır. Bugün barışın imkânsız olduğu algısını yıkmak zorundayız. Barış mümkündür, güçlü bir halk mücadelesi ile mümkündür. Sorumluluk bizde hepimizde… Kürt sorununda demokratik barışçıl çözüm için toplumsal baskıyı nasıl kurabilirizi çalışmamız gerek.”

SURİYE’DE YENİ ZULÜM DÜZENİ: HTŞ

Emperyalist güçlerin bölgedeki yayılmacı politikalarına dikkat çeken Beştaş, “Suriye’de Esad rejiminin çöküşüyle HTŞ eliyle inşa edilecek yeni düzen özgürlük süreci değil, aksine derinleşen kaosun habercisi oldu. Özellikle Alevi, Dürzi ve Kürtler için daha büyük belirsizlik ve endişe hâkim. Halklar karşılarında yeni bir zulüm düzeni buluyor. Ortadoğu’da barışın kapısını açacak olan halkların ortak bir irade ortaya koyabilmesidir. Bu saldırlar yalnızca mezhepsel ayrımları keskinleştirmekle kalmıyor aynı zamanda Suriye’de çok kültürlü, çok inançlı bir yapının geleceğini de tehdit ediyor” diye konuştu.

Rojava’nın Ortadoğu halklarının ortak bir demokrasi modeli olarak tüm dünya halklarına umut olduğunun altını çizen Beştaş, “Kadınlar için, eşitlik mücadelesi için adeta Rojava buzkıran görevi gördü. Gerçek barış, halkların örgütlü mücadelesiyle gelir. Barış masa başında yazılan bir anlaşma değildir. Sayın Abdullah Öcalan tarafında ortaya konulan Demokratik Cumhuriyet tüm halklar için kurtuluş yoludur. Mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz” dedi.

DİNÇ: ANTİ-KÜRT NİZAM, DEMOKRASİ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Yazar Namık Kemal Dinç ise Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kürt sorununun tarihsel köklerine işaret etti.

“Günümüze kadar Kürtlerin hakları teslim edilmemiş, hep gasp edilmiştir. Son 200 yıl içinde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar Kürtlerin özyönetim talepleri, sorunun ana eksenini oluşturuyor” diyen Dinç, anti-Kürt nizamın Türkiye’de demokrasi önündeki en büyük engel olduğunu söyledi:

“Merkezileşme politikalarıyla birlikte Kürtlerin kendi özyönetimlerini koruma mücadelesi de başlamıştır. Cumhuriyetle birlikte Kürt sorunu daha da derinleşmiştir. Lozan Antlaşması ile Ortadoğu’da ve dünyada anti-Kürt nizam kurulmuş ve burada başat rol oynayan Türkiye olmuştur. Lozan, Kürtlerin dörde bölünmesinin belgesi olmuştur. Anti-Kürt nizam, Kürtlerin yaşadığı ülkelerde hak sahibi olmaması üzerine inşa edilmiştir. Kürdistan isminin yasaklanması, Kürt yerleşim yerlerinin isminin değiştirilmesi gibi uygulamalar Kürtlerin tepkisine neden olmuştur. Ama ortaya çıkan Şeyh Said gibi olaylarda sonuçlar, neden olarak gösterilmiştir. Hâlâ tarih kitaplarında aynı mantıkla anlatılması, sadece sonuca odaklanılması katliamları meşrulaştırmak içindir”

GENÇ: İSYAN HAREKETLERİ, VARLIK VE HAKLARINI KORUMAK İÇİNDİ

Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, ‘Kürtler toprağımızı bölmek istiyor’ şeklindeki yaygın düşüncenin Kürtlerin gerçekliğini doğrulamadığına dikkat çekti.

Yıllardır baskı ve bastırma döngüsü içinde sorunun derinleştirildiğini söylerken Genç “Osmanlı kendisine çıkış ararken Kürtleri harcadı. Cumhuriyet ile beraber inkâr, isyan, bastırma süreci yaşandı. Cumhuriyet tarihi boyunca 25 Kürt isyanından bahsedildi. 25 isyan her şeyden önce siyasal, toplumsal nitelikler taşıyor. İsyan hareketleri, yenilenme karşıtı gibi görünse de aslında Kürtlerin varlıklarını ve haklarını korumak için giriştikleri bir süreçlerin parçası. 25 isyanın niteliklerine baktığımızda hepsi bağımsız Kürdistan için mücadele etmiyor. İsyan talepleri yoğunlukla ‘özerklik’ içeriyor.”

KÜRTLER NE İSTİYOR?

Genç, Kürt meselesinin çözülmemiş olmamasının iki ana nedeni olduğunu şöyle anlattı:

“Birinci neden; devletin siyaseti, inkârı, irade reddini sürdürmesidir. Diğer neden ise Kürt meselesi geliştikçe Kürtlerin kendi aralarında ortak sözlerini kuramamış olmaları. Çözüm bu iki unsurun dönüştürülmesine bağlı. Kürtler ne istiyor? Kürtler, ‘demokratik özerklik’ formlarıyla toplumsal tabakayı güçlendiren ve Kürtlere yer açan modeli önceliyor. Barış görüşmeleri içerisinde her şeyden önce Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınmasını istiyor. Kürtlerin toplumsal olarak kabulünün gereği olarak ‘özyönetim hakkı’ istiyor. Kürtler ana dilde eğitim ve Kürtçe’nin ikinci dil olmasını istiyor. Bunlar kolaylıkla uygulanabilecek talepler olarak karşımızda duruyor.”

KÖKER: SADECE SİLAHLARIN BIRAKILMASINA ENDEKSLİ ÇÖZÜM, BARIŞ GETİRMEZ

Prof. Dr. Levent Köker ise Anayasa’daki dil yasaklarına işaret ederek, toplumsal bilinç seferberliğine ihtiyaç olduğunu kaydetti:

“Anayasa 42’nci maddesi ‘Türkçeden başka dil okullarda anadilde okutulamaz’ diyor. Bu hüküm daha önceki anayasalarda yok, bu anayasada var. Bunu Kenan Evren ve arkadaşları yapmış. Lozan da Türkiye’deki vatandaşlarının ana dilinin sadece Türkçe olmadığını söylüyor. Milli güvenlik konseyi bu yasağı koymuş. Hangi gerekçeyle bu yasağı koyduğu sorulsa, gerekçe yok. ‘Kürtçe diye bir dil yok’ diyerek bunu gerekçelendiremezsiniz. Ulus kavramının terk edilmesi ya da demokratikleştirilmesi gerekiyor. Sadece silahların bırakılmasına endeksli çözüm, barış getirmez.”

TUNCEL: KÜRT-TÜRK İTTİFAKLARINDA KAYBEDEN HEP KÜRTLER OLDU

Sabahat Tuncel, asıl meselenin ‘Kürtlerin yurttaşlıktan çıkartılması’ olduğuna dikkat çekti. “Kürt sorunun temelini bu oluşturuyor. Devlet, atılan bütün adımları sonuçsuz bıraktı. İnsanlar hep umutsuzluğa düştü” diyen Tuncel, sorunun tarihsel köklerini şöyle sıraladı:

“Daha önce Kürtler ve Türkler ittifak kurduğunda Türkler kazanan ama Kürtler hep kaybeden olmuştur. 1071’de, Çaldıran’da, Cumhuriyetin kuruluş dönemi olmak üzere kurulan üç ittifakta da Türkler kazanmıştır. Cumhuriyetin ardından 1924 anayasası ile birlikte imha, inkâr politikaları özel olarak uygulanmaya başladı. 1924’te İslamcılar ve Kürtler yok sayıldı. Siyaset Türkiye’de Anti-Kürt, Anti-İslamcı, Anti-Komünizm üzerine kuruldu. 1925’de Şark Islahat Planı ile çöktürme planı başlatıldı. 2015 yılında da yine bu plan devreye konuldu” dedi.

KOLAY OLAN SİLAH BIRAKMADIR, ESAS OLAN HAKLAR MESELESİDİR

“Yeni dönemde devletin paradigması ne olacak?” sorusunu yanıtlayan Tuncel, “Sayın Öcalan, şiddetin toplumu çürüttüğünü ve toplumun bu sarmaldan çıkması gerektiğini söylüyor. Şiddet toplumsallaştı ve bunun AKP’nin savaş politikası ile direk bağlantısı var. En kolay olan silah bırakmadır, esas olan haklar meselesidir. Çünkü bu ülkede her şey olabilirsiniz ama Kürt olamazsınız. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. 1 Ekim’de Devlet Bahçeli, Kürtlerin masasına geldi. Çünkü Ortadoğu’da kazan kaynıyor. Devlet Bahçeli, ‘Abdullah Öcalan gelsin umut hakkından faydalansın’ dedi. Devletin paradigması imha, inkâr ve asimilasyondur. Bu paradigma değişmeden çözüm mümkün değildir. Kürtlerin hakları pazarlık konusu edilemez. Sayın Öcalan’a bakınca yeni yaşam için mücadele görüyoruz. Sayın Öcalan’a bakalım, umut oradadır” dedi.

PAUL RIOS: BARIŞ NEDİR? VE BASK ÖRNEĞİ

Barış aktivisti Paul Rios, İspanya’daki Bask bölgesinin barış deneyimini aktardı.

“Bask bölgesinde herkes Franco’nun şiddetine ve farklı daha birçok şiddete maruz kaldı. Ancak yakın zamanda Bask, derin bir dönüşüm geçirdi” diyen Rios, süreci şöyle aktardı:

“Hala çok fazla sorunumuz var. Ancak durum, 20 yıl öncesine göre daha farklı. Peki, bunu nasıl başardık? Barış kelimesini çok kullanıyoruz ama barış nedir? Barış, kimsenin şiddet görmediği bir durum oluşturmak ve herkesin fikrini demokratik bir şekilde söylemesi ve diyalogla her sorunun çözülmesidir. İspanya ve Bask’ta devlet ETA’ya karşı etkin bir şekilde baskıyı yürüttü. 2007, 2008’de ETA sadece üç ölümlü saldırı gerçekleştirdi. Şimdi özyönetimimiz var. Kendi Meclis’imiz ve polisimiz var. Ancak bağımsızlık ilan etmek gibi bir niyetimiz yok. İspanya hükümeti bütün diyalog yollarını kapatırken, biz her zaman konuşmaya çalıştık. Örgütümüz oldukça güçlüydü. Bizler de sizin gibi 20 yıl önce imza topluyorduk ve her 20 Basklı’dan biri barışı destekledi. Böylece toplumla fikir alışverişinde bulunduk. Bu sayede nüfusun yüzde 90 şiddetsizlik ve diyalogu destekledi.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com