Bahçeli’nin DEM Partili vekillerle tokalaşmasıyla başlayıp, ‘Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun’a varan süreç, Kürt sorunun çözümünde gerçek bir girişim midir? Yoksa iç ve dış politikada sıkışmış Cumhur İttifakı’nın bu daralmayı aşmak için giriştiği taktik bir manevra mıdır? Ya da bu iki uç, aynı anda birlikte mümkün olabilir mi? İçinde ‘barış, diyalog, çözüm’ laflarının geçtiği bir ‘süreç’in içinden geçerken iktidarın son hamlesi ise Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i tutuklayıp, yerine kayyım atamak oldu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de Meclis açılış töreni sırasında DEM Partili vekillere tokalaşmasıyla başlayan süreç, 30 Ekim’de Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanıp yerine kayyım atanmasına kadar vardı.
Bahçeli, bu öngörülemez hareketini partisinin grup toplantısında “DEM sıralarına giderek elimi uzattım. Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el, ilk Meclis’in ve cumhurbaşkanımızın meşale gibi yanan aydınlığıdır. Gelin Türkiye partisi olun, milli birliğimizde kenetlenin teklifidir. Biz gelişigüzel, anlık olarak el uzatmayız. Biz durduk yere el vermeyiz. Siyasetimiz günü kurtarma çabası değildir” diyerek açıklamaya çalıştı.
Bahçeli’nin yeni bir dönemi işaret ettiği bu çıkışını, 22 Ekim’de PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla ‘umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması’ için çağrı yapması izledi.
Büyük yankı uyandıran Bahçeli’nin bu yeni pozisyonu, anlama-anlamlandırma çabaları arasında bir tür milat olarak işaretlendi.
Ertesi gün 43 aydır tecritte tutulan Abdullah Öcalan’a ilk kez görüş izni verildi. DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili olan yeğeni Ömer Öcalan, 23 Ekim’de Abdullah Öcalan ile görüştüğünü duyurdu. Öcalan’ın bir de mesajı vardı. “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” diyordu.
DEM Parti cephesinde ise çözüme yönelik adımlar olumlu bulunsa da en çok ‘pratikte atılacak somut adımlar’ merak edildi.
DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit, sürecin belirsizliğine “Her şey çok flu. İyi bir mutfak çalışmasının yapıldığı, bir yol haritasının, bir aklın ortaya çıktığı ve aşama aşama hayata geçirildiği bir planı göremiyoruz. Galiba biraz el yordamıyla yol alma hali var” diyerek dikkat çekiyordu.
Aynı gün yani 23 Ekim’de Ankara’da Türk Havacılık ve Uzay Sanayi (TUSAŞ) hedef alındı. 5 kişinin ölümüne, 22 kişinin de yaralanmasına yol açan TUSAŞ saldırısını PKK üstlendi.
“Zamanlaması manidar” denen TUSAŞ saldırısının Bahçeli’nin başlattığı süreci sekteye uğratıp uğratmayacağı da bir başka tartışmanın başlığı oldu.
Çatışma ve çözüm arayışının aynı anda ve birlikte olabileceğini söyleyen görüş, geçmiş deneyimlerden örnek verdi:
“Daha önce devlet ve PKK arasında gizli görüşmeler yapılırken PKK’nin eylemleri ve devlet operasyonları devam etmişti. Dolayısıyla TUSAŞ saldırısı ve sonrasında devletin Irak ve Suriye’de PKK ve SDG’ye karşı düzenlediği operasyonlar böyle okunabilir.”
Tüm bunlar olurken ortalarda pek görünmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ekim’de partisi AKP’nin grup toplantısında ittifak ortağının açıklamalarına tam destek verdi.
“Cumhur İttifakı’ndaki yol arkadaşım” dediği Bahçeli’ye teşekkür eden Erdoğan, Bahçeli’nin Öcalan çağrısıyla elini değil tüm vücudunu taşın altına koyduğunu, tarihe istikamet çizdiğini ve Türkiye’nin önünde bir fırsat penceresi açtığını söylüyordu:
“Devlet Bey tavır, konuşma, söylem ve siyasetiyle, feraset ve tecrübesiyle, cesur çıkışları ve akıl dolu cümleleriyle tarihe not düşen, istikamet çizen bir liderdir… Vatan millet sevgisinin, cumhuriyet aşkının, milliyetçiliğin ne olduğunu açık, çarpıcı şekilde izah etmiştir.”
Siyaset gündeminin son bir aydaki hızı ve tozu-dumanı arasında olan biteni anlama çabası ise halen baki. Bahçeli’nin DEM Partili vekillerle tokalaşmasıyla başlayıp ‘Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun’a varan süreç, Kürt sorunun çözümünde gerçek bir girişim midir? Yoksa iç ve dış politikada sıkışmış Cumhur İttifakının içine sıkıştığı daralmayı aşmak için giriştiği taktik bir manevra mıdır? Ya da bu iki uç, aynı anda mümkün olabilir mi?
HDP Diyarbakır eski Milletvekili Altan Tan, Bahçeli eliyle başlatılan sürecin nedenine dair 3 sebebi şöyle sıraladı:
“Bir; Türkiye, Suriye’de, Irak’ta, Kürdistan’da, İsrail’le ilişkilerde, Gazze’de, Lübnan’da, yani dış politikada ciddi bir sıkıntı içerisinde. Çünkü Orta Doğu, tamamıyla karıştı ve yeniden şekillenecek. Belki birçok ülkenin sınırları ve iktidarları değişecek. İşte burada Türkiye Kürtleri karşısında değil yanında görmek istiyor.
İkinci bir sebep; Tayyip Erdoğan iktidarı, Türkiye içinde oy kaybı ve ciddi bir sıkıntı içerisinde. Ekonomiyi bir türlü düzeltilemiyor, oyları düşüyor. Erken bir seçim bekleniyor ve yine Kürtlerin oyuna ihtiyacı var.
Üçüncü bir mesele de şudur: Erdoğan, tekrar aday olmak istiyor. 360 oya ihtiyacı var. Bunu da yine Kürtlerin desteğiyle sağlamak istiyor.”
DEM Parti Milletvekili Gülistan Koçyiğit ise bu konuda farklı düşünüyor. ‘Lübnan- Suriye üzerinden İsrail’in Türkiye topraklarını işgal etmeyi amaçladığı’ iddiasını gerçekçi bulmadığını söyleyen Koçyiğit, iktidarın ‘dış tehdit’ göstermeyi stratejik taktik olarak nasıl işe koştuğunu şöyle anlattı:
“Bu durum, kısmen dış düşmansız kalmış Türkiye’nin yeni düşman ihtiyacını karşılıyor. Daha doğrusu AKP-MHP İttifakı’nın toplumu konsolide edecek yeni kullanışlı araç ihtiyacı kaynaklı, içte yükselen itirazı bastırabileceği bir yeni ‘düşman devlet’ olgusu… Bu anlamıyla muhalefet bloğunu da dizayn etmeye yönelmek ve ‘Bizim yaptığımız hataları biraz görmeyin çünkü aslında bize doğru gelen büyük bir mesele var, bize yönelik büyük bir tehdit var’ hamlesi olarak görüyorum.
Topluma bu düşman algısını anlatarak hem toplumda işsizlik, yoksulluk nedeniyle yükselen itirazın önüne set çekmek hem de muhalefetin keskin dilini törpülemek için bunun yapıldığını görüyoruz.”
Konuyla ilgili değerlendirmeler Altan Tan ve Gülistan Koçyiğit’in ifade ettiği bu iki temel eksen üzerinden şekillenirken, iktidarın son hamlesi ise Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i tutuklayıp, yerine kayyım atamak oldu.
Esenyurt Belediyesine yapılan operasyonun bir benzerinin İBB’ye ve Ekrem İmamoğlu’na kadar uzanabileceği hiç de uzak olmayan bir tehlike olarak yorumlandı.
Bu haliyle ilk elden CHP’yi ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayını hedefleyen Esenyurt’a kayyım atamanın bir diğer hedefi de DEM Parti oldu. Çünkü Prof. Dr. Ahmet Özer, DEM Parti’nin ‘kent uzlaşısı’ modeliyle CHP ile birlikte çıkardığı bir aday ve başkandı.
Bahçeli eliyle başlatılmış bir sürecin içinden geçen DEM Parti, Esenyurt’a atanmış kayyıma ilişkin “Buradan muhalefete, muhalif kesimlere boyun eğdirmeyi hedefliyorlarsa yanılırlar” dedi.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğlulları, “Aslında nasıl bir pratik izlemiş olduklarını göstermiş oldular. Bizler de mesajımızı bu anlamıyla almış olduk” diyerek iktidarın anti-demokratik uygulamaları karşısında kendilerinden tutum değişikliği beklenmemesi gerektiğini söylemiş oldu.
Adına ‘çözüm süreci’nden ziyade ‘süreç’ denilen siyaset denkleminin bundan sonra neye benzeyeceğini, nereye evrileceğini ise zaman gösterecek.