Park Chan-Wook (Fotoğraf: Tiziana FABI / AFP)
Güney Koreli yönetmen Park Chan-wook, sinema dünyasında Oldboy, The Handmaiden ve Decision to Leave gibi filmlerle tanınmasının yanı sıra, 2025 boyunca çeşitli uluslararası film festivallerinde gezerek yeni filmi No Other Choice’ı tanıtıyor. Bu süreçte Park’un yalnızca film gösterimlerine katılmakla kalmayıp, aynı zamanda uzun zamandır beslediği fotoğraf merakıyla festival çevresinde çektiği çarpıcı görüntüler dikkat çekti.

Fotoğraf: Park Chan-wook
GQ tarafından derlenen ve “haunted, haunting” olarak tanımlanan bu fotoğraflar, sıradan nesneleri, müze eserlerini ve günlük sahneleri tuhaf ama etkileyici bir perspektiften sunuyor. Park, fotoğraf çekiminde spontane kararlara ve düşük ışıkta hareketli kompozisyonlara yer vererek sinematik anlatımından farklı bir ifadeyi hedefliyor. Fotoğraflar, yönetmenin görsel dünyasını daha kişisel ve deneysel bir açıdan ortaya koyuyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:

Fotoğraf: Park Chan-wook
Park Chan-wook, fotoğraf ile sinema arasındaki farkı vurgulayarak, sinemada sahneleri detaylı bir planla oluştururken; fotoğrafta anın yaratıcı gücüne izin verdiğini söylüyor. Bu yaklaşım, izleyicilere hem sinemasal hem de fotoğrafik estetiğe dair yeni bakış açıları sunuyor. Yönetmenin bu vizyonu, film festivallerini yalnızca bir tanıtım turu olmaktan çıkarıp, sanatın farklı disiplinlerine dair bir keşif alanına dönüştürüyor.
Sinema, birçok yönetmen için tek başına yeterli bir ifade alanı değil. Bazı yönetmenler, hikâye anlatma arzusunu fotoğraf, resim, heykel, yazı ya da müzik gibi farklı disiplinlere taşıyarak görsel dünyalarını genişletiyor. Bu çok yönlü üretim, onların filmlerindeki estetik ve anlatım dilini de doğrudan etkiliyor.

Fotoğraf: Park Chan-wook
Park Chan-wook, uzun süredir fotoğrafla ilgilenen yönetmenler arasında yer alıyor. Film festivalleri sırasında çektiği fotoğraflar, sinemasındaki karanlık atmosferi ve detaylara olan takıntısını durağan imgelerle yeniden kuruyor. Yönetmen, fotoğrafı sinemadan daha sezgisel ve anlık bir ifade alanı olarak tanımlıyor.
David Lynch, sinemanın yanı sıra resim, heykel ve seramik alanlarında da üretim yapan en bilinen isimlerden biri. Lynch’in grotesk ve soyut işleri, filmlerindeki bilinçaltı temalarıyla paralellik taşıyor. Aynı zamanda müzikle de ilgilenen yönetmen, albümler yayımlayarak ses tasarımına olan tutkusunu sinemanın dışına taşıyor.
Agnès Varda, kariyeri boyunca fotoğraf ve yerleştirme sanatlarıyla iç içe çalıştı. Fotoğraf kökeni, Varda’nın filmlerinde belgesel ile kurmaca arasındaki sınırları bulanıklaştıran özgün bir dil oluşturmasına katkı sağladı. Müzelerde sergilenen video enstalasyonları, onun sinemayı bir sergi mekânına taşıma isteğinin uzantısıydı.
Benzer şekilde Julian Schnabel, hem ressam hem de yönetmen kimliğiyle tanınıyor. Resim sanatındaki dışavurumcu yaklaşımı, Basquiat ve The Diving Bell and the Butterfly gibi filmlerinde güçlü bir görsel duyarlılığa dönüştü. Schnabel’in tabloları, müze ve galerilerde sergilenmeye devam ediyor.
Sinemanın sınırlarını aşan bu yönetmenler için farklı sanat dalları, yalnızca yan uğraşlar değil; anlatının biçimini ve derinliğini zenginleştiren tamamlayıcı alanlar olarak öne çıkıyor.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
