Şef Leonard Bernstein 8 Kasım 1976'da Paris'teki Champs Elysees tiyatrosunda verdiği konser sırasında. (Fotoğraf: AFP)
Gustav Mahler, 1888’de bestelemeye başladığı ve yıllar sonra, 1894’te tamamlayacağı senfoninin ilk bölümünü bitirdiğinde, çok derin bir sorunun kıyısında duruyordu: “Hayat bu kadar mıydı?” Bu soru, bir iç döküş değil, varoluşun ta kendisiydi. Bir besteci için müzik yaşama vesilesidir. Mahler için de bu böyleydi. O yüzden senfonisine ilk başta bir ad koymadı. Kimi zaman “Tottenfeier” (Ölü Ayini) dedi, kimi zaman “Bir Kahramanın Cenazesi”… Fakat sonra fark etti: Bu bir son değil, başlangıçtı. Çünkü ölüme dair ne söylersek söyleyelim, daima yaşamak hakkında konuşuyorduk.
İkinci Senfoni —ya da bilinen adıyla Auferstehung (Diriliş) Senfonisi— Mahler’in müzikle ölümden bir çıkış yolu aradığı, varoluşun o en temel sorusuna (“Neden yaşıyorum?”) müzikle cevap bulmayı denediği bir yapıttır. Sözsüz başlayan bu senfoni, son bölüme geldiğinde bir insan sesiyle, bir koro ve orgla birleşerek adeta göğe yükselir. Müzik bir ağıtla başlar, ama cevabı göklere sorar. Mahler, bu senfoniyi yazarken Nietzsche’den etkilenmiştir, evet; ama metin olarak Friedrich Gottlieb Klopstock’un bir diriliş ilahisini temel alır. Bu tercih bile başlı başına bir mesajdır: Birey çaresiz olabilir, ama ses yalnızca bireyin değil, insanlığın da sesidir.
Bugün, 21. yüzyılın insanı da benzer bir sorunun etrafında dönüp duruyor: Hayat bu kadar mıydı? Pandemiler, savaşlar, göçler, çevresel çöküş, kopan bağlar, yerinden edilmiş aidiyetler… Bütün bu döngünün içinde, bir Mahler senfonisi gibi hem fısıldıyoruz, hem haykırıyoruz: Yaşam, buna değer mi?
Ama belki soru bu değil. Belki soru, “Eğer her şey bu kadar kırılgansa, niçin hâlâ buradayız?” olabilir. Ve işte tam da bu noktada Mahler’in sesi devreye giriyor.
Müzikle Dirilmek – Mahler’in Sesini Dinlemek
“İkinci Senfoni”nin ilk bölümünde ağır bir cenaze alayı geçer gibi akar müzik. Yaylılar, sanki bir şeyi gömüyor gibidir — belki bir insanı, ama belki daha çok bir çağın anlamını. Fakat Mahler, tam bu noktada dinleyiciyi yalnız bırakmaz. Bu senfoni, matemden dirilişe giden bir yolculuktur. Hüzünle başlar, sarsıcı sorularla devam eder ve en sonunda umutla yükselir. Tıpkı insanın karanlık bir koridorda yürürken, arada bir duvarda beliren bir ışık lekesine tutunması gibi…
Avusturyalı geç Romantik besteci Gustav Mahler’in İkinci Senfonisi “Diriliş”in müzik el yazmaları, 17 Ağustos 2016 tarihinde Hong Kong’daki Sotheby’s showroomunda cam bir vitrinde sergilendi. (Fotoğraf: Anthony WALLACE / AFP)
Senfoninin ikinci ve üçüncü bölümleri, bu karanlığın içinde bir içe dönüş gibidir. Mahler’in bu bölümlerdeki anlatısı, sanki zaman durmuş da, hayat bir anlığına seyirlik bir şeye dönüşmüş gibidir. İkinci bölüm, hayatın naifliğini —bir zamanlar ne kadar hafif, ne kadar kırılgan olduğumuzu— hatırlatır. Üçüncü bölüm ise “Des Antonius von Padua Fischpredigt” (Aziz Antuan’ın Balıklara Vaazı) adlı halk şarkısından esinlenmiştir: Aziz, balıklara vaaz verir, ama kimse onu ciddiye almaz. Mahler burada bir hiciv yaratır: Konuşuruz, çabalarız, anlatırız, ama dünya bazen bizi dinlememekte inatçıdır.
Bu iki bölüm arasında gizli bir geçiş vardır: Duygunun düşünceye dönüştüğü bir eşik. Mahler’in müziği bu noktada bir düşünme biçimi halini alır. Müzik, varlığın kederiyle uğraşır. Tıpkı Heidegger’in dediği gibi: “İnsan, kendi varlığının sorumluluğuyla baş başa bırakılmıştır.” Geworfenheit — atılmışlık ya da fırlatılmışlık — bir felsefi kavramdır, ama Mahler’de bu, sesin içine yerleşir. Tüm orkestranın yükselip sönmesi, bir bireyin evren karşısındaki çaresizliğidir.
Bugünün insanı da bu üçüncü bölümde takılı kalmış gibidir. Konuşuyor, ama kimse dinlemiyor. Ya da herkes konuşuyor, ama hiç kimse duymuyor. Kalabalığın ortasında bir tür yankısızlık hissi, yalnızlığın o ince uğultusu dolaşıyor hepimizin içinde.
İşte bu yüzden, Mahler’in senfonisi, yalnızca klasik bir eser değil; zamanlar ötesi bir insanlık güncesi gibi okunabilir. Çünkü müzik burada yalnızca bir biçim değil, bir varoluş çığlığıdır.
Dirilişin Eşiği – Dördüncü ve Beşinci Bölümde Ne Olur?
Mahler’in “İkinci Senfoni”sinin dördüncü bölümü, insan sesinin ilk kez duyulduğu andır — ve bu, rastgele bir giriş değildir. Alto solo başlar: “O küçük ışığı bana ver yeniden, saf sevgiyi ve inancı…” Hayatın anlamı, beklenmedik bir anda, insani bir sesten yükselir. Sanki o ana kadar susmuş olan her şey —beden, düşünce, arzular— şimdi bir ağızdan konuşmaya başlamıştır. Mahler, burada yalnızca bir kadın sesiyle değil, insanın ruhuyla konuşur.
İtalyan şef Gianandrea Noseda, 4 Aralık 2018’de Washington DC’deki John F. Kennedy Sahne Sanatları Merkezi’nde prova öncesinde Ulusal Senfoni Orkestrası’nı (NSO) yönetmeye hazırlanırken Gustav Mahler’in 1. ve 2. senfonilerini elinde tutuyor. (Fotoğraf: Andrew CABALLERO-REYNOLDS / AFP)
Bu bölüm, bir dua gibidir, ama yalvarma değil, hatırlama duası. Yani kişi Tanrı’ya seslenmez; kendi derinliğine döner, varoluşunun hatırasına… İşte bu nedenle, bu bölüm bir geçit gibidir: Ya yeniden doğacağız ya da bütünüyle sönümleneceğiz.
Senfoninin sonu, yani beşinci bölüm — orkestra önce bir kıyamet gibi patlar, sonra yavaş yavaş geri çekilir. Tüm sesler, tüm çalgılar, tüm dünyalar susar bir anda. İşte o sessizlikte —birkaç ölçülük o mutlak boşlukta— neye dönüştüğümüzü düşünürüz. Bu, Mahler’in dinleyiciye bıraktığı en çıplak andır. Müziğin durduğu, zamanın nefes aldığı, hakikatin en çıplak hâliyle karşımızda belirdiği bir andır bu.
Sonra koro başlar. “Yeniden dirileceksin evet, toprağın içinde uyuyan!” Bu cümle, müzik tarihinin en büyüleyici, en ürpertici, en umut verici anlarından biridir. Mahler’in senfonisi artık sadece bir anlatı değil; bir söz, bir ant, bir meydan okumadır: Yıkımın içinden geçerken bile yeniden var olacağız. Belki aynı şekilde değil. Belki aynı kimlikle değil. Ama yeniden.
Mahler burada dinî bir söyleme yaslanmaz. Bu bir metafizik vaat değil, ruhsal bir sezgi gibidir. Kendi karanlığımızın içinden çıkabilme ihtimali. Bir tür “duygusal felsefe.
Bugün, Mahler’in bu son bölümüne kulak vermek demek, yalnızca bir müzik eseri dinlemek değil; kendi iç sesimizin yankılandığı o boşlukla yüzleşmek demek. Belki de bu yüzden Mahler’in senfonisi, yüz yıl sonra bile “bugün” kalabilen çok az yapıttan biri. Çünkü her çağın, kendi kıyameti ve kendi dirilişi var.
Mahler Dinleyen Bir İnsan Ne İster?
Bir senfoni neden bu kadar uzun sürer? Neden bütün bir evreni dolaşır gibi hissettirir? Neden bizi önce yerle bir edip sonra yeniden inşa eder? Belki de Mahler dinleyen bir insan, başka hiçbir yerde bulamadığı bir yüzleşmeyi, bir iç deneyimi, bir tür hakikati arıyordur.
Gustav Mahler’in Resurrection senfonisini dinlemek, insanın içindeki o devasa “boşluğa” bakma cesareti göstermektir. Bu senfoniyi anlamak için müzik eğitimi gerekmez; yeter ki bir soru taşıyor olun içinizde: “Bunca şeyin sonunda, biz neye dönüşeceğiz?”
Çünkü bu soruyu sormayan yoktur. Yaşamın gürültüsü içinde bastırdığımız, ölümle temas ettiğimizde yüzeye çıkan, bazen bir deprem anında, bazen bir vedada, bazen sadece durup hiçbir şey yapmadığımız bir öğle sonrası ansızın beliren o soru… Mahler’in ikinci senfonisi, işte tam da bu sorunun müzikal biçimidir.
Bu yüzden Mahler, “modern insanın” bestecisidir. Kırılmış olanın, yarım kalmış olanın, inançla şüphenin, duayla haykırışın, yalnızlıkla yeniden doğumun iç içe geçtiği o iç manzaranın sesidir.
Bugünün dünyasında bu manzara hepimize tanıdık. İklim krizinden toplumsal çözülmelere, savaşlardan kişisel tükenmişliklere kadar pek çok nedenle kendimizi “atılmış”, “terk edilmiş” ve “koparılmış” hissediyoruz. Heidegger’in Geworfenheit dediği şey, artık bir felsefi kavram değil; günlük deneyimimiz.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Ama belki de bu yüzden Mahler’e ihtiyacımız var: Çünkü onun müziğinde trajedi, bitiş değil, bir çağrı… “Kalk,” der bize, “yeniden başla.” Fısıltıyla değil, bir koro eşliğinde söyler bunu. Yalnız olmadığını hatırlatmak istercesine.
Bugünlerde, bir Mahler senfonisi dinlemek, kendini onarılması mümkün olmayan bir yıkımın içinde hissedene, “yeniden başlayabilirsin” demenin başka bir yoludur. Sessiz bir öneri. Gür bir umuttur o.
Belki de pazar günü böyle bir öneriyle kapanmalı: Hayat her zaman açıklanabilir değildir. Ama yine de yaşanabilir. Ve bazen bir müzik, kelimelerden daha çok şey anlatır. Çünkü insan, acıyı önce duyumsar, ancak sonra dile getirebilir.
Not: Hoşgörünüze sığınarak söylemek istiyorum: Mahler’in İkinci Senfoni’sini en çok Leonard Bernstein yorumuyla dinlemeyi seviyorum. Çünkü Bernstein, Mahler’in müziğinde yalnız devinimi değil, kırılmayı da duyurur; yalnız yükselişi değil, düşüşten doğan ışıltıyı da… Onun şefliği, senfoninin dramatik gerilimini abartıya düşmeden kurar; özellikle final bölümünde, sanki kendi ölümünü prova eder gibi bir içtenlik taşır.