Fransız sinemasının en tanınan yönetmenlerinden Luc Besson, edebiyat ve sinema tarihinin en çok uyarlanan karakterlerinden biri olan Dracula’yı bu kez romantik bir eksene taşıyor. Yönetmenin yeni filmi Dracula: A Love Tale (Drakula: Bir Aşk Hikâyesi), gotik korku geleneğini korurken anlatının merkezine aşk, kayıp ve zamana direnen tutku temalarını yerleştiriyor.
Filmde Dracula karakterine Caleb Landry Jones hayat verirken, oyuncu kadrosunda Christoph Waltz, Matilda De Angelis ve Zoë Bleu gibi isimler yer alıyor. Senaryosu da Besson imzası taşıyan yapım, Bram Stoker’ın romanından serbest bir uyarlama olarak tanımlanıyor.
Fangoria ve The Hollywood Reporter’ın aktardığına göre film, klasik Dracula anlatılarından farklı olarak vampir miti üzerinden korkudan çok melankoli ve romantizmi öne çıkarıyor. Besson’un estetik tercihi, karakteri bir “canavar”dan ziyade, yüzyıllar boyunca aşkını yitirmiş trajik bir figür olarak ele alıyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Dracula: A Love Tale, ilk olarak 30 Temmuz 2025’te Fransa’da vizyona girdi. Yapımın Amerika Birleşik Devletleri ve birçok ülkede 6 Şubat 2026 tarihinde gösterime girmesi planlanıyor. Türkiye vizyon tarihi ise 13 Şubat 2026 olarak açıklanmış durumda. Son haftalarda yayımlanan fragmanlar ve anıtım materyalleri, filmin uluslararası sinema gündeminde yeniden üst sıralara çıkmasına yol açtı.
Besson’un bu yorumu, Dracula mitinin sinema tarihinde geçirdiği dönüşüme yeni bir halka eklerken, gotik anlatının çağdaş sinemadaki karşılığını da yeniden tartışmaya açıyor.
Fransız sinemasında görsel stil ile popüler anlatıyı buluşturan ender yönetmenlerden Luc Besson, kariyeri boyunca tür sinemasını kişisel bir estetikle yeniden yorumladı. 1988 tarihli Le Grand Bleu (Derinlik Sarhoşluğu), doğa, yalnızlık ve takıntı temalarıyla yönetmenin şiirsel tarafını öne çıkarırken; Nikita, güçlü kadın karakterleri merkeze alan aksiyon sinemasının öncüllerinden biri oldu. Léon: The Professional (Leon: Sevginin Gücü), suç ve masumiyet arasındaki kırılgan ilişkiyi unutulmaz karakterler üzerinden anlattı. Bilimkurguya yöneldiği The Fifth Element (Beşinci Element) ise renkli evreni ve çizgi roman estetiğiyle 1990’lar sinemasının simgelerinden biri hâline geldi. Besson’un son dönem işlerinden Lucy (Lucy), insan zihninin sınırlarını spekülatif bir kurgu içinde ele alarak geniş bir izleyici kitlesine ulaştı.
Bram Stoker’ın 1897 tarihli romanı Dracula, sinema tarihinde en çok uyarlanan edebi metinlerden biri olarak kabul edilir. Karakterin beyaz perdedeki yolculuğu, 1922’de F. W. Murnau’nun imzasını taşıyan Nosferatu (Nosferatu, Eine Symphonie des Grauens) ile başladı; bu yapım, telif sorunlarına rağmen vampir mitinin sinemasal temelini attı. 1931’de Tod Browning, Universal stüdyoları için çektiği Dracula (Drakula) ile karakteri Hollywood’un ana akım korku ikonlarından birine dönüştürdü. 1958’de Terence Fisher, Hammer Films uyarlamasıyla Dracula’yı daha karanlık ve fiziksel bir tehdit olarak yeniden tanımladı. 1992’de Francis Ford Coppola, Bram Stoker’s Dracula (Bram Stoker’ın Drakula’sı) ile karaktere romantik ve trajik bir derinlik kazandırdı. Son olarak Luc Besson’un Dracula: A Love Tale (Drakula: Bir Aşk Hikâyesi) yorumu, vampiri korku figüründen çok zamana meydan okuyan bir âşık olarak ele alarak bu uzun sinema geleneğine yeni bir yorum ekliyor.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
