Ünlülere yönelik uyuşturucu operasyonlarının ilki 8 Ekim sabahı gerçekleşti. Oyuncu ve şarkıcı 19 kişinin gözaltına alındığı haberleri gazete manşetlerindeki yerini alırken, saç ve kan örnekleri alınmış ünlüler serbest bırakıldı.
Uyuşturucu dosyasının bununla sınırlı olduğu sanılırken, peşi sıra gelen operasyonlarla anlaşıldı ki gündemden düşmek bir yana olaylar henüz yeni başlıyordu.
5 Aralık günü bu kez TMSF’ye devredilen Can Holding bünyesindeki Habertürk ve Show TV’de çalışan spikerler Meltem Acet, Hande Sarıoğlu ve Ela Rümeysa Cebeci gözaltına alındı.
Birkaç gün sonra 9 Aralık’ta bu kez de Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’un da aralarında bulunduğu 8 kişinin gözaltına alındığı haberi gündeme bomba gibi düştü. Ersoy’un gözaltına alınmasıyla birlikte, uyuşturucu kullanımı iddialarına fuhuş suçlaması da eklendi.
Peşinden, ünlülere uyuşturucu sağladığı öne sürülen ve bu kapsamda tutuklanan sosyal medya fenomeni Sercan Yaşar’ın itirafçı olduğu ve tahliye edildiği haberi geldi. Ardından Münevver Karabulut cinayetinden hüküm giyen ve cezaevinde intihar eden Cem Garipoğlu’nun kuzeni Kasım Garipoğlu ve iş insanı Burak Ateş hakkında yakalama kararı çıkarılırken, Garipoğlu’nun mal varlığına da el konuldu.
Bunu Aleyna Tilki, Danla Bilic, İrem Sak, Şeyma Subaşı, Yusuf Güney, Cihan Şensözlü gibi ünlü isimler hakkında gözaltı kararı verilmesi izledi.
Magazin dünyasının ünlüler geçide dönmüş bu sansasyon rüzgarında arada daha başka baskınlar, gözaltılar, el koymalar da oldu ve olmakta ama bu tüm bu bunların içinde en dikkat çekenlerinden biri de kuşkusuz Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Saadettin Saran oldu.
Saran, 19 Aralık’ta Rümeysa Cebeci’nin telefonundan ele geçirilen özel yaşama ait yazışmalar üzerine ifadeye çağırılıyordu. Yandaş basına sızdırılan kişisel yazışmaların ardından gözaltı kararı çıkartılan ve evi aranan Saran tüm iddiaları reddetti. Tutuklanması beklenen Saran, ‘haftada 2 gün imza vermek’ şeklindeki adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Şarkıcı, oyuncu, gazeteciler ile birlikte en sonunda da Saran’ı hedef alan uyuşturucu operasyonları, ‘daha çok su kaldırır’ haliyle henüz kapanmış gibi görünmüyor.
Tüm bunlar olurken, konunun bir başka ve belki de en önemli tarafı ise operasyonların işleyişi ve basında yer alış şekilleri oldu. Adli bir süreçten öte magazin malzemesi haline getirilmiş operasyonlarla yatarı dahi olmayan suçlamalarla her şeyden önce ‘masumiyet karinesi’ ve ‘soruşturmanın gizliliği’ ilkelerinin ihlal edildiğini gördük.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı (TBB) Başkanı Erinç Sağkan’ın, Saadettin Saran’ın gözaltına alınmasıyla ilgili söyledikleri bu açıdan önemli:
“Hakkındaki soruşturmayı öğrendiğinde yurtdışından gelen, gerekli testleri yaptıran, haliyle kaçma şüphesine ve delilleri karartma ihtimaline dair somut ve olgusal bir temel bulunmayan, çağrıldığında geleceği bilinen Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sadettin Saran’ın gözaltına alınması açıkça hukuka aykırıdır.
Soruşturma ile ilgisi olmayan ve yayınlanması özel hayatın gizliliğine açıkça aykırı olan yazışmaların ortaya dökülmesi ise soruşturmanın gizliliğinin ihlali olmasının ötesinde suç teşkil etmekte olup, toplumda yargısal süreçlerin adaletin tesisi için değil başka amaçlar için kullanıldığı algısını yaratmaktadır.
Yargısal süreçlerin kişilerin itibarlarını sarsmanın değil korumanın aracı olması gerektiğinin altını çizerek, farklı uygulamaların yakın geçmişte ülkemize, kişilere ve kurumlara verdiği telafisi imkansız zararları ve bunların bir hukuk devletinde yeri olmaması gerektiğini tekrar hatırlatırım.”
Ayrıca soruşturmaların uyuşturucu baronları gibi örgütlü yapılardan ziyade kişiler üzerinden yürütülmesi de esas mesele olsa gerek. Gazeteci Timur Soykan işin gerçek sorumlularının nasıl örtbas edildiğini “Mesela ben bir savcı olsam ve karşıma bir torbacı getirilirse, ilk soracağım soru kime sattığında öte kimden aldın olurdu” diyerek özetledi.
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Ceren Sözeri ise basının bu operasyonlara yönelik tavrının özel hayatı ihlal etmek değil, kamunun yararını gözetmek olması gerektiğine şöyle dikkat çekiyor:
“Basının bu tür konularda dahil olmak üzere her konuda tek bir kerterizi vardır, o da kamu yararı. Son dönemde yayınlanan haberlerde kişilerin lekelenmeme haklarının hukuk yoluyla bile korunmadığını görüyoruz, basının bunu haberleştirme biçimi ise yeni hak ihlalleri oluşturuyor. Gazetecilerin bu tür durumlarda neyin daha fazla okunduğu, tıklandığı, izlendiğinden ziyade bu soruşturmayı ortaya çıkarak nedenlere odaklanması, sorumluları sorumlulukları ölçüsüyle değerlendirmesi gerekiyor.”
Uyuşturucu operasyonları, bu haliyle iktidarın bir tür güç gösterisine dönüşmüş durumda. Birkaç kişinin düşürülmesi, koca bir yapının kendini temize çıkarma fırsatını barındırırken, ‘devlet görevini yapıyor’ izleniminin arz-ı endam ettiği büyük bir sahne kurulmuş durumda. Magazinleştirilmiş haliyle izleyeni çok görünen bu sahnenin, inananı aynı oranda kalabalık olacak gibi görünmüyor fakat.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
