AİHM, aralarında Prof. Dr. Vedat Demir'in de yer aldığı 314 KHK'lının özgürlüğünün ve güvenliğinin ihlal edildiğine hükmetti. Kararı değerlendiren Demir, "Bir iletişimci ve sorumlu bir yurttaş olarak bana düşen otoriterleşmeye karşı demokrasi, hukuk ve özgürlükleri savunmaktı." dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, (AİHM), aralarında Prof. Dr. Vedat Demir’in de yer aldığı 314 KHK’lının özgürlüğünün ve güvenliğinin ihlal edildiğine hükmetti. Aradan 8 yıl geçtikten sonra çıkan karara ilişkin yaptığı değerlendirmede Demir, “Geç de olsa Türkiye’de bana ve diğer insanlara yapılan hukuksuzlukların AİHM gibi uluslararası alandaki en yüksek Mahkeme tarafından tescil edilmesinden mutluyum.” ifadelerini kullandı.
Velev‘in sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Vedat Demir, “Sorun geç ya da erken adaletin gelmesi değil. O anlamda insanların, sadece kendileri değil, aileleri ve sevenleriyle birlikte kaybettikleri yılları, yaşadıkları çileleri, çektikleri sıkıntıları telafi edecek bir adalet sistemi yeryüzünde mevcut değil. Önemli olan haklılığımızın ortaya çıkması, yapılan hukuksuzluk ve zulümlerin uluslararası alanda vurgulanması. En önemlisi ülkede adalet ve hukuk bekleyen milyonlarca insan için bir umudun oluşması.” dedi.
15 Temmuz 2016’dan sonra çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) mesleğinden ihraç edilmesinden sonra verdiği hukuk mücadelesi hakkında konuşan Demir, “Gözaltında tutulduğum 10 gün ve cezaevindeki 7 ay boyunca ve sonrasında ben ve çok değerli avukatlarım hukuki mücadeleyi sürdürdük. Her ay mahkemelerden tahliye talebinde bulunduk. Olumlu cevap alamayınca üst mahkemeler başvurduk. En son Anayasa Mahkemesi de olumsuz karar verince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk.” dedi.
Trol gazeteci olarak nitelendirilen Cem Küçük’ün hedef göstermesinin yaşadığı hukuksuzluklarda ne kadar etkili olduğuna ilişkin ise Prof. Dr. Demir şunları söyledi:
“Cem Küçük gibiler asli faktör değil, sadece birer piyon olabilirler. Ben bir iletişim profesörü , eski bir gazeteci ve eski Basın Konseyi Genel sekreteri olarak her zeminde hukuku ve basın özgürlüğünü savundum. Türk siyasi tarihini iyi bilen bir akademisyen olarak 2013’teki Gezi Protestoları ve 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturmaları sonrası ülkenin bir otoriterleşme sürecine girdiğini görüyordum. Bu sürecin tarihte de her zaman görüldüğü gibi ilk olarak medyayı ve gazetecileri sustururarak gerçekleştiğine de bizzat şahit oluyordum. Bir iletişimci ve sorumlu bir yurttaş olarak bana düşen otoriterleşmeye karşı demokrasi, hukuk ve özgürlükleri savunmaktı. Medyaya yönelik baskıları, gazeteci tutuklamalarını, medya organlarına yönelik kayyum uygulamalarını hep eleştirdim. Saygın çok sayıda liberal ismin toplandığı Yarına Bakış gazetesinde haftalık yazılar yazmaya başladım. Bunları İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi sıfatıyla yapıyor olmamın, başta İktidar, Yüksek Öğretim Kurumu ve dolayısıyla da üniversite rektörlüğünü çok rahatsız ettiğini sonradan öğrendim. Bu süreçte tek adam rejiminin yanında yer almamak zaten başlıbaşına bir suçtu. Cem Küçük ve onun gibilerini gazetecilere yönelik tehditleri nedeniyle açıkça sosyal medyada eleştiriyordum. Hedef göstermeler 15 Temmuz öncesinde başlamıştı. Benim ismimin de yer aldığı ve içinde yüzlerce gazetecinin bulunduğu “Tutuklanacak gazeteciler” listeleri sosyal medyada dolaşıyorda. 15 Temmuz pek çok kişi açısından gerçekte “Allah’ın bir lütfu” oldu. Geçmişteki hesaplarını darbe girişimi ve rejim söylemi üzerinden görmeye başladılar.”
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
6 yıldır Almanya’da yaşadığını, 3,5 yıl Potsdam üniversitesinde çalıştığını kaydeden Prof. Dr. Vedat Demir, “Şu anda Berlin Freie Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak akademik çalışmalarıma devam ediyorum.” diyerek bundan sonraki sürece ilişkin, “Tabi ki hukuk mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğim. Bir akademisyen olarak hakikati, evrensel değerleri, demokrasi ve hukuku bulabildiğim her zeminde savunmaya devam edeceğim.” dedi.