19 Mart’ta gözaltına alınan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki (namı-ı diğer Vatan) 4 günlük hücre gözaltısının ardından “Buranın fiziki koşulları ne kadar kötü, burayı 1 hafta İBB’ye verin de çağdaş, güzel bir Emniyet Müdürlüğü haline getirelim” diyordu.
İşkence ve kötü muamelenin merkezlerinden olan ve adına ‘emniyet’ denilen bu ’emniyetsiz’ yer, İmamoğlu’nun ironisinde ne işe yaradığıyla billurlaşıyor.
Buraların koşullarına dair sayısız haberden dikkat çeken sonuncusu İBB’ye yönelik operasyonların 5’ncisinden geldi. Medya A.Ş. eski Genel Müdürü Dr. Elif Atayman, Afyon Cezaevi’ne sevkinden bu yana yerde yatmak zorunda kaldığını, kelepçeli ve izole şekilde taşındığını, fiziki ve psikolojik şiddete maruz kaldığını duyurdu.
“Bu bir yargılama değil, açık bir cezalandırma” diyen Atayman “Bileklerim kelepçeden mor. Burada yerde yatıyorum. Eşyam çöp torbasında. Haftada sadece bir kez, 10 dakikalık görüşme hakkım var. Bu bir yargılama değil, şiddet ve açık bir cezalandırmadır. MASAK kaydım yok, HTS kaydım yok, şüpheli mal varlığım yok 20 aylık genel müdürlük dönemine dair tüm belgeler yargıda; tek bir yasadışı, mevzuat dışı hizmetim yok. Aksi yönde bir soru da sorulmadı. Benden istenen nedir, hangi gerekçeyle bu muameleye maruz kaldığım! Anlamıyorum” diyordu.
Nerede yaşadığımızı bilmesek bu muameleye reva görülenin azılı bir suçlu olduğunu düşünmek mümkün ama Atayman; akademik kariyerini doktora ile tamamlamış, İBB’de yöneticilik yapmış ve şimdilerde orta yaşlarını süren bir kadın.
AKP rejiminin kendinden olmayanı ‘terörist’ saydığı dolayısıyla ‘azılı suçlu’ muamelesi yaptığı binlerce insan, emniyet ve cezaevi hücrelerinden böylece geçip gidiyor.
Kapatma, hapsetme pratiği AKP rejiminin çoktan normali haline gelmişken arttırılan el giderek yükseltiliyor.
“Olmaz, olamaz” denilenler çoktan oldu bitti bile. Sonuncusunu memleketin kurucu ideolojisinin partisi CHP’ye yapılanlarda izliyoruz. “CHP’ye bunu edenler, bize ne etmez ki” diyenlerin hayreti arşa ermişti ki, gel gör ki o da normalleşti. İBB operasyonlarını 3,4,5 diye sayıyoruz.
Belli ki gözaltılar, hapisler, tutuklamalar olmasa bu başıbozuklar yönetilecek gibi değil. Bundan olsa gerek AKP, cezaevi yapmaklara doyamıyor üstüne tüm bunlar icraattan, memlekete hizmetten sayılıyor.
Türkiye’de 7 Nisan’da 403 bin 60 olan cezaevindeki tutuklu ve hükümlü sayısı, 50 günde tam 13 bin 867 kişi artarak 416 bin 927’ye ulaştı. Cezaevi nüfusu, 34 kentin nüfusunu geride bırakmış durumda. 34 kentin! 295 bin olan cezaevi kapasitesi 100 binin üzerinde aşıldı. Özetle; yer yok, cezaevleri doldu taştı.
Şimdi bir de buna siyasi hükümlü ve tutukluların ‘kuyu tipi’ dediği yüksek güvenlikli cezaevleri eklendi. ‘Y ve S tipi cezaevi’ adı verilen bu yeni model cezaevlerinden bir bölümü aslında 2022’den bu yana faaliyette. İnsanlar bir gece vakti ansızın, F tipi cezaevlerinden buralara naklediliyorlar.
Kuyu tipi hapishanelerin büyük bölümü tek kişilik, az bir kısmında 3 kişilik ‘modül’ denilen hücreler var. ‘Kuyu’ denmesinin sebebi de duvarlarının çok yüksek olması.
Tek kişilik, hücre boyutundaki odanın uzunluğu 6, genişliği 5 adım… Pencerelerin kuzeye bakmasına özen gösterilmiş ve tüm pencereler ortak, üzeri telle kaplı bir havalandırmaya dönük. Sadece demir parmaklıkla yetinilmemiş, pencerelerde, görüşü iyiden iyiye engelleyen teller, ince parmaklıklar da var. Nem ve soğuk ortak sorun.
Sosyalleşme olanağı yok. Mahpusların günlük havalandırma hakkı sadece 1,5 saat. Hücrelerin kapıları uzaktan açılıp kapatılıyor. Görüş alanları camla kaplı, konuşmalar bu camın ardından yapılıyor. Gardiyanlarla diyafonla konuşuluyor. Hapishanenin geneli ise mahpus mahremiyetini ihlal edecek şekilde kamera sistemleriyle donatılmış durumda.
Türk Tabipler Birliği (TTB), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) cezaevlerinden ulaşan mektuplar, ‘kuyu tipinin’ ne olduğunu özetliyor:
• “Hücrelerin havalandırmaları yok ve ağır müebbet hükümlüsü olmayan tutsaklara bile ağır müebbet koşulları uygulanıyor. Anlayacağınız, bu hapishaneler yavaş yavaş öldürmek için yapılmış.”
• “Teksiniz. Gardiyanlar artık tek başınasınız diyorlar. Öyle bir ruh haline sokup sizi zayıflatmak, direncinizi kırmak istiyorlar. Belli saatlerde çıkabildiğiniz, kuyudaymışsınız hissi uyandıran bir havalandırma var sadece.”
• “Düşünün, en alt katta zorlayarak bakarsanız belli bir çizgi halinde gökyüzü görünüyor. Teller zaten görmenizi iyice olanaksızlaştırıyor. Yani burada bize adeta ‘kafes hayvanı’ muamelesi yapılıyor.”
Silivri Cezaevi’nin resmi statüsü, ‘yüksek güvenlikli’ infaz kurumu… Yani bir zamanlar insanların bedenlerini ortaya koyup ‘ölüm orucuna’ yattıkları ‘F tipi’ cezaevlerinin en büyüğü. Şimdi ise Silivri bile eskilerde kapmış durumda ve yenisinin adı ‘kuyu tipi’ cezaevleri.
Hikâyesini çoktan yitirmiş, ülkeyi yönetmek için elinde sopadan başka bir şey kalmamış AKP rejiminin girdiği son düzlükte yurttaşlarına tek vaadi de işte bu hapishanelerden başka bir şey değil.