IMF’siz IMF için bütçe açığının kapatılması iddiasıyla kamu harcamaları azaltılmalı; memur, işçi, emekli ücretleri düşürülmelidir. ‘Tasarruf’ denilen politikalarla kemerleri hatta boğazları sıkılacak olan sermaye veya hükümet değil toplumdur. Milyonlarca çalışan ve emeklinin ücretlerinin baskılanması yetmez yeni Deli Dumrul vergileri konulmalı, olanları da artırılmalıdır.
IMF’ye borcun son taksiti 14 Mayıs 2013’te Merkez Bankası’nın Ankara’daki tarihi taş binasında törenle ödenirken Erdoğan, “IMF’yi Türkiye’ye daha uğramamak üzere gönderdik. Rabbim o günleri tekrar yaşatmasın, Bugün Türkiye tarihe tanıklık ediyor. Büyüyen, güçlenen Türkiye yolunda çok önemli bir aşamaya geçiyoruz” diyerek yeni dönemi müjdeliyordu.
‘IMF’ye teslim olmamak” Erdoğan’ın en sevdiği sözlerden biri olsa da, sonraki yıllar boyunca IMF programlarını uygulamak için IMF’ye gerek bile kalmadı.
2008’de IMF ile yollarını ayıran Erdoğan’ın o dönem ünlü sloganı “Yola devam” finans çevrelerine güçlü bir mesajdı. “IMF ile yolları ayırdım ama sizin politikalarınızla yola devam edeceğim” diyen AKP, IMF programlarını adım adım hayata geçirdiği ekonomi adımlarını uygulamaya koydu. İlk uygulanan IMF programı, kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) özelleştirilmesi oldu.
Özelleştirme, o tarihlerde başlamasa da AKP iktidarında doruğa çıktı. İlk özelleştirmeden AKP’ye kadar geçen 16 yılda 8 milyar dolarlık özelleştirme yapılmışken, AKP’nin ilk 12 yılında 48 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı.
2003’te başbakan olan Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan IMF’nin yapısal uyum programlarına uygun ekonomik politikalar izleyerek özelleştirme süreciniz hızlandırmıştı. Unakıtan, 2003 Nisan ayında Özelleştirme İdaresi kendisine bağlandığında “KİT’leri duman edeceğim”, “Tekel’i babalar gibi satarım” demişti. Maliye Bakanı sözünü gerçekten tuttu ve KİT’leri haraç mezat sattı.
Yerli milli iddiasındaki iktidarın kamunun birikimlerini yok pahasına sermayenin hizmetine sunulması demek olan özelleştirme; IMF’siz İMF’nin en karakteristik, en temel dayanaklarından biri oldu.
IMF’siz IMF’nin bir diğer temel ayağı ise ücretlerde… Bütçe açığının kapatılması için kamu harcamaları azaltılmalı; memur, işçi, emekli ücretleri düşürülmeliydi. Yani ücretlilerin, emekçilerin kemerlerini sıkmak şarttı. Tasarrufları sermayeye veya hükümete değil, emekçiye yaptırmak…
İktidar sözcülerinin 2 bin 500 liralık emekli zammını açıklarken 585 bin liralık saat takması bu denklemi özetleyen çarpıcı karelerden biri oldu. Saati daha önce de günden olan AKP Milletvekili Bahadır Yenişehirlioğlu’nun “Alın teriyle helal yoldan edindiğim saatimi takmaya devam edeceğim” diyebilmesi gibi…
585 bin liralık saat bir yanda, yıllarca prim ödemiş 16 milyon emeklinin gözü kulağı zamdayken maaşlar asgari ücret bile olamadı. En düşük emekli maaşının asgari ücrete denk gelebilmesi için yüzde 70 civarında zam yapılması gerekirken, yüzde 25’lik zammın ardından en düşük emekli maaşı asgari ücretin yüzde 36 altında kaldı.
Asgari ücrete ise tek kuruş zam yapılmazken açlık sınırının 20 bin, yoksulluk sınırının ise 60 bini aştığına da hatırlamış olalım.
Ücretler cephesinde durum böyleyken IMF’siz İMF politikaları uygulayan AKP’nin tercihi yine şirketlerden yana oldu. Resmi Gazete’de yayımlanan belgelere göre, sadece mayıs ayında tam 1503 kez şirketlere teşvik verildi. Defalarca vergi borcu silinen 5’li Çete’den Kalyon ve Limak ile AKP’ye yakın patronların şirketleri bu teşviklerden faydalandı.
Şirketlerden; vergi indirimi, KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, KDV iadesi, işçi sigorta pirimi desteği, yatırım yeri tahsisi, faiz veya kâr payı desteklerini esirgemeyen AKP sermayeye her zamanki gibi gayet cömert davrandı.
IMF’li ya da IMF’siz AKP ekonomi politikalarına göre; bütçe açığının kapatılması için kamu harcamalarının kısıtlanması yani emekli ve memur maaşlarının baskılanması yetmez yeni vergiler konulmalı ve vergi oranları da artırılmalıdır.
Yeni vergiler konur, vergi oranları artırılırken, gelir ve servet vergileri yerine toplumdaki bütün gelir grupları tarafından eşit miktarlarda ödenen dolayısıyla en adaletsiz olan dolaylı vergiler tercih edilmelidir.
Tütün, alkol, iletişim, hizmet, alım-satım vergileri gibi dolaylı tüketim vergileri yoluyla iğneden ipliğe tüm tüketim maddelerine yapılan zamlarla toplumun cebinden çıkan para artar, halk yoksullaşır. Dolaylı vergilerle birlikte enflasyon da arttığından, vergi sistemi bu haliyle tam bir ‘sermaye aktarım’ aracına dönüşür. Ekonomistler bu tabloyu ‘bölüşüm şoku’ diye tanımlıyor.
Emekli maaşları söz konusu olduğunda ‘kaynak yok’ diyen AKP, 2024 bütçesinde ‘vergi indirimi, muafiyeti, istisnası’ adı altında sermayenin 2 trilyon 210 milyar TL’lik vergi borcunu sildi.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı son vergi paketinde 226 milyar TL’lik bir gelir beklentisi var. ‘Deli Dumrul vergileri’ benzetmesi yapılan paketle Şimşek’in toplamayı arzu ettiği bu para, iktidar yandaşı şirketlerin son 10 yılda 128 kez affedilip silinen vergilerinin yanında devede kulak.
Şimşek, ekonomi politikalarının üç temel ayağını mali disiplin, enflasyonun tek haneye düşürülmesi ve yapısal reformlar olarak açıklarken ekonomistler, tüm bunların toplamının ‘ekonomiyi soğutma’ anlamı taşıdığını söylüyor. Yani enflasyonu aşağı çekme iddiasıyla tüketimi kısarak toplumun alım gücünün azaltılması…
Ekonomist Hayri Kozanoğlu, AKP’nin ekonomi yönetiminin bu süreci nasıl okuduğunu şöyle özetliyor: “Biz faizleri yükseltirsek insanlar taleplerini dizginlerler ve daha fazla tasarruf yaparlar. Toplumda tüketim eğilimi düşer, tasarruf eğilimi artar. Tasarruf demek de orta ve uzun dönemli yatırımların artması anlamına gelir ve makro dengeler oturur.”
Kozanoğlu, AKP’nin bu iddiasının gerçeği yansıtmadığına “Bu önerme yüzde 20’lik en yüksek gelir grubu için doğru olabilir; ancak alt gelir gruplarının, özellikle asgari ücretli kesimin tasarruf etme lüksü yok çünkü ellerine geçen parayla temel ihtiyaçlarını zar zor karşılıyorlar. Bu tabloda toplum daha az tüketebilir hale gelir, yaşam standartları düşer. Bu da iki yakalarını bir araya getirmek için daha fazla borçlanmalarına neden olur” diyerek dikkat çekiyor.
BDDK verileri; Mayıs 2024 itibariyle yurttaşların kredi kartı borçlarının önceki yıla göre yüzde 212 arttığını, takibe düşen ihtiyaç kredilerindeki artışın da yüzde 50’ye vardığını söylüyor.
Hal böyleyken; milyonların kemerlerini hatta boğazlarını sıkmak için Erdoğan’ın dışarıdan gelecek bir IMF’ye ihtiyacı var mıdır, IMF gelse bundan fazlasını yapabilir mi? Yoksa bir IMF lazımsa onu da en yerli ve millisinden Erdoğan mı yapar?