CHP’nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde büyük kentler başta olmak üzere çok sayıdaki belediyeyi kazanması, toplum kadar Saray yönetimi için de milat oldu.
CHP; Türkiye genelinde yüzde 37.8 oy oranı ile 1’nci parti olup tarihi bir zafere imza atarken, AKP 22 yıllık iktidarında ilk kez seçim yenilgisi almış oldu.
Ekonomik kriz, işsizlik, hayat pahalılığı ve eriyen ücretler geniş kitlelerin boğazını sıkarken, toplum AKP’ye yanıtını sandıkta verdi. ‘Boş tencerenin götürmeyeceği iktidar yoktur” sözü bir kez daha ete kemiğe bürünürken, ekonomik ve siyasi baskılar hayatın her alanını kuşatıyordu.
Halk; AKP’den umudu kesip rızasını geri çekerken, CHP’li belediyelerin topluma dokunan yaklaşımları iktidar için ciddi bir tehdit haline gelmişti.
Moral üstünlüğü kazanmış ve belki de tarihinde ilk kez gerçek bir muhalefet yapan CHP karşısında kazanma umudunun giderek silikleştiğini gören AKP, zaten çoktan araçsallaştırdığı yargıyı CHP üzerinde sallanacak bir sopa olarak yardıma çağırdı.
İlk adım CHP’nin cumhurbaşkanı adayı İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması oldu. Bunu İBB ve CHP’li belediyelere peş peşe yapılan operasyonlar izledi.
Bugün 3’ü büyükşehir ve 12’si ilçe olmak üzere tam 15 CHP’li belediye başkanı tutuklu. Keza 100’lerce belediye yöneticisi de cezaevinde. Ardı arkası kesilmeyen operasyonlar eş, evlat, akraba, şoföre kadar uzanmış durumda ki korku ve çözümsüzlük hissi her tarafı kaplayabilsin. Sadece CHP’lilerle sınırlı olmayıp toplumun tamamında yaratılmak istenen bu kuşatılmışlık duygusu, geniş kesimlerin siyasi iradesine peşinen el koyma girişiminden başka bir şey değil elbet. Peki neden?
Adli yılın açıldığı 1 Eylül’ün hemen ertesi günü CHP İstanbul İl Başkanlığına atanan kayyım, önümüzdeki 1 yıl boyunca sadece yargının değil ekonomini de neye benzeyeceğinin özeti gibi.
Aynı gün açıklanan ‘büyüme’ rakamları, CHP’ye yönelik operasyonlarla karakterize siyasi manevraları gerekli hatta kaçınılmaz kılan zemini işaret ediyor.
Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın, 2025 yılının nisan-mayıs haziran aylarını içeren ikinci çeyreğinde yüzde 4,8 gibi yüksek bir oranda arttığı açıklandı. ‘Enflasyonla mücadele’ adı altında yapılanların halkın gelirlerini tırpanlamak anlamına geldiği, Türkiye kapitalizminin büyüklüğünü bu ‘servet transferine’ borçlu olduğunu ortaya koydu.
Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş bu büyük bir servet transferiyle zengin daha zengin fakir daha fakir oldu. Çalışanların ücret geliri enflasyon ve vergi kesintileriyle erirken, asgari ücretteki kayıp çarpıcı… Ocak 2025’ten bu yana 8 aylık kayıp tam 55 bin 130 TL… Çalışanın 2 aylık maaşının tamamı vergi ve enflasyona gitti. Yani ‘gelirde adalet’, ‘vergide adalet’ kavram ve talebinin esamesi bile söz konusu olamadı.
Kamuda çalışan milyonlarca işçi ve emekçinin ücretlerine çekilen düşük zam operasyonu da tabloyu tamamlar nitelikte. Memur ve memur emeklilerine ‘zam’ diye reva görülen rakamlar da çarpıcı: 2026’nın ilk altı 6 için yüzde 11, ikinci altı ayı için yüzde 7…
Görünen o ki, iktidarın dediği ‘enflasyonla mücadele’yi yapacak olan ücretliler ve onların aileleri…
Milyonlarca çalışan, açlık sınırını bile bulmayan ücretlerle yaşam savaşı verirken bu servet transferinin başka türlü çeşit araçları da oldu. Mevduat hesaplarının faizini artırmak, yandaşların vergi borçlarını silmek, sermayeye teşvikler yağdırmak bu araçlardan birkaçı… Böylece kamunun kaynakları bir avuç sermayeye akıtılırken, borçlar da topluma kalmış oldu.
Enflasyon, vergiler, ücret baskılamakla bir çeşit soyun düzenine mecbur bırakılmak istenen toplumun itirazlarına da ön almak gerekti elbet. İşte tam da bu yüzden halkın siyaset alanlarını zapturapt altına almak, olmadı daraltmak lazım gelirdi.