Asgari ücret masasına 'işçileri temsil' iddiasıyla oturan Türk-İş yöneticileri “Biz burada konu mankeni imişiz” diyerek masadan kalktı. Enflasyonun resmisine bile yaklaşamayan asgari ücret ‘zammına’ karşılık aynı günlerde Erdoğan’ın yasağına rağmen greve çıkan metal işçileri yüzde 83 zam aldı. Metal işçilerinin deneyimi, ‘hak’ denilenin ‘verilen’ değil ‘alınan’ bir şey olduğunun kanıtı gibi...
Patron temsilcisi Türkiye Metal Sanayicileri İşverenleri Sendikası (MESS) ile DİSK’e bağlı Birleşik Metal iş Sendikası arasındaki Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine metal işçileri mücadele kararı aldı.
İşverenin yüzde 40 zam teklifine karşılık, işçiler ilk 6 ay için zam taleplerinin yüzde 125 olduğunu söyleyerek masadan kalktı ve 4 ve 13 Aralık’ta 9 fabrikada toplam 2 bin metal işçisiyle greve çıkıldı.
Grevler büyürken hemen ertesinde -14 Aralık’ta- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir imzasıyla ‘milli güvenliği bozduğu’ gerekçesiyle grevler 60 gün süreyle ertelendi. Aslında ‘yasaklandı’ demek gerek çünkü ilgili yasaya göre 60 günlük sürenin bitiminde grevler yeniden başlayamıyor, dolayısıyla ertelemenin ‘fiili yasaktan’ öte bir anlamı yok.
Ancak iktidarın hesabı çarşıya uymadı ve grevler işçilerin yüzde 100 katılımıyla devam etti. Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Özkan Atar, işçilerin yasağa verdiği yanıtı kamuoyuna şöyle duyurdu:
“Çelik iradeli metal işçilerini teslim alamazsınız, onların mücadeleci sınıf sendikasının kalelerinden bir tek çivi sökemezsiniz. İnançla yolunda yürüyen tüm üyelerimizi yürekten kutluyorum. Metal İşçisi kazanacak, İşçi sınıfımız kazanacak!”
Öyle de oldu. Hitachi Energy’nin 4 Aralık’ta Kartal, Tuzla, Dilovası ve Dudullu’daki fabrikalarında başlattığı grev 20’nci günün sonunda işçilerin ciddi kazanımlarıyla sonuçlandı.
Anlaşmaya göre, 1 Mart 2025’den geçerli olmak üzere yıllık ücret zammı oranı yüzde 83 oldu. İşyerinde ele geçecek ortalama aylık net ücret 78 bin TL olarak uygulanacak.
Sözleşmede, sosyal haklar için zam oranları da belirlendi. Sosyal haklara sözleşmenin 1’inci yılında yüzde 90 ile yüzde 256 arasında değişen oranlarda, 2’nci yılda ise enflasyon oranında zam yapılması kararlaştırıldı.
Ayrıca MESS’in 3 yıllık TİS dayatması ile esneklik içeren maddelerinin tümü geri çektirildi.
Evrensel gazetesine konuşan bir Hitachi işçisi ilk grev tecrübesini şöyle özetliyordu: “Greve çıktığımızda buna karşı direnmekten başka çaremiz olmadığını biliyorduk. Ardından grev yasaklandı. ‘Milli güvenlik gerekçesiyle’ dediler. Ama biz yasağın MESS’in elini güçlendirmek için çıkartıldığını biliyorduk. Patronun yüzde 40 teklifini aşabildiysek sebebi direnmemizdir.”
Halihazırda Green Transfo, GE Grid Solutions, Schneider Elektrik ve Arıtaş Kriyojenik olmak üzere 4 işletmede 1500 işçinin katılımıyla grevler sürerken, işçilerin kazandığı benzer bir sonuç bu fabrikalardan da bekleniyor.
Erdoğan’ın grevi neden yasakladığı da işçilerin kazanımlarıyla aşikar oldu. ‘Milli’ ve ‘güvenlik’ denerek işçileri pasifize etmeye yönelmiş bu girişimin gerçek beka ve kıblesinin sermayenin çıkarlarından başka bir şey olmadığı da…
1980 sonrasında en çok grev erteleme/yasaklama kararnamesi yayınlanan dönem AKP’li yıllar oldu. Öyle ki 2003-2023 yılları arasında yaklaşık 200 bin işçinin grevi yasaklandı.
Türkiye’de grev hakkı uzunca bir süredir hükümetlerin ve son yıllarda ise Cumhurbaşkanının iznine tabi. Başkanlık rejimi sonrasında Erdoğan, tek imzasıyla ve herhangi bir somut gerekçe göstermeden uygun görmediği her grevi yasaklayabiliyor.
Sihirli kelimeler ise ‘milli güvenlik’… İşçilerin sefalet ücretine teslim olmamasının ‘millilikle’, ‘güvenlikle’ ne ilgisi var diye sormak da pek mümkün olmadı.
Bu haliyle grev, Anayasal bir hak olmaktan çıkıp çoktan tek adamın iznine tabi bir lütuf halinde gelmiş durumda.
Ancak, keyfi yasağı tanımayıp greve çıkan ve bu sayede yüzde 83 oranında zam alan metal işçileri, örgütlü mücadelenin lütuflara ihtiyaç duymadığını, ‘hak’ denilenin ‘verilen’ değil ‘alınan’ bir şey olduğunu gösterdi.
Tüm bunlar yaşanırken aynı günlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun toplantılarını izledik. “İşçileri temsil ediyoruz” diyerek masaya oturan Türk-İş Konfederasyo’nun yöneticileri “Biz burada konu mankeni imişiz” diyerek masadan kalktı.
7 milyonu doğrudan 17 milyon çalışanı ilgilendiren asgari ücret artışında enflasyonun resmisine bile yaklaşılamadı.
22 bin 104 liralık asgari ücret için Türk-İş Başkanı Ergün “Maalesef dün akşam saat 6 buçuk civarında bize haber verdiler, sonra da Bakan bey benimle konuştu. Rakamdan haberimiz yok” dedi.
Atalay’ın çarpıcı sözleri şöyle devam etti: “Bu sebeple bizim o toplantıda olmamızın bir anlamı da yoktu. Adil olmayan bir komisyonda 50 sene durduk. Adil ve demokratik komisyon olur, sözümüz dinlenirse bu komisyonda varız. Ancak adet olsun diye o komisyona bundan sonra katılmıyoruz. Olsak da sözümüz dinlenmiyor”
Milyonlarca çalışan ve ailesinin bir yıl boyunca yaşam koşullarını belirleyecek ücret için komisyondaki yumuşak koltuğunda otururken patron ve AKP’den haber bekleyen bir işçi konfederasyonu…
“50 sene durduk” diyor, insan sormadan edemiyor: “Neden durdunuz? Üyeniz olan 10 binlerce işçi o yetkiyi size durasınız diye mi verdi?”
Türk-iş Başkanı’nın adil düzenleme talebi de var, “Komisyon adil ve demokratik olur, sözümüz dinlenirse komisyonda varız” diyor. Sözünü dinletmek istiyor TÜRK-İş Başkanı… Sermaye ile AKP de “Tabi ne demek olsun, hay hay” diyecek…
Oysa sendikal haklar, grevler sadece despotik bir çalışma düzenine zorlanan çalışanlar için değil toplumun tamamı içindir. Tüm bir toplumun demokrasi mücadelesinin, insan gibi yaşama idealinin de temel dayanaklarıdır.
Haklara yaklaşım konusunda iki farklı deneyime aynı günlerde şahit olduk. O yüzden Türk-İş yöneticilerin aksine metal işçilerinin deneyimi sadece işçiler için değil tüm bir toplum için fener gibidir, pusuladır…