Ah şu ‘insan hakları’ olmasaydı…

Bir gün Ömer Faruk Gergerlioğlu, ertesi gün Şebnem Korur Fincancı, sonraki gün Sezgin Tanrıkulu… Sırası değişse de bu üç isim hem iktidarın, hem ortağı MHP’nin, hem de çoğu zaman kendine ‘muhalif’ diyen kesimlerin ortak hedefi konumunda. Üçünün de ortak özelliği Türkiye insan hakları mücadelesinin en ön safında yer almaları.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, yine malûm çevrelerin ve bu kez onlara eklemlenen ‘muhaliflerin’ hedefinde. Yine diyorum, zira sadece son 2 yılda Fincancı en az üç kez ciddi boyutlarda bu ve benzeri linç girişimlerine maruz kaldı, miting meydanlarında yuhalandı, hapse atıldı.

Bu seferki linç sebebi ise parayı bastıranın belgesel çektirebildiği 140journos’un yeni işi ‘Adnan’ vesilesiyle oldu. Adnan Oktar grubunun yapıp ettiklerinin anlatıldığı belgeselde, onların önünü açan siyasetçiler unutuldu, devlet aklandı, koca koca iş insanları, siyasi partiler geçildi; mevzu Şebnem Korur Fincancı’nın üzerine yıkıldı. Meğer, kahraman polisimiz (!) Oktar grubunu tam yıkacakken, Fincancı’nın bir üye hakkında verdiği “işkence” raporu ile soruşturma akamete uğramış, mevzu kapanmış. Bak yaaa, gördün mü sen şu işi!

İçişleri Bakanlığı koltuğundaki Ali Yerlikaya’nın ismi belgeselde “yapımcı” olarak yer almasa da polisin aklanıp kurtarıldığı bir çalışmanın neden, tam da seçim öncesi, üstelik de ülkedeki en müstesna insan hakları savunucularından biri olan Şebnem Korur Fincancı’yı açık hedef yapacak şekilde sunulduğunu anlayabiliyoruz. Gündem sert, yediden yetmişe herkesin “devletçi” olduğu ya da öyle görünmek zorunda kaldığı bir dönemde, devletin aksine rapor yazmış, hem de devletin “işkencesini” belgelemiş bir insan hakları savunucu, elbette “istenmeyen”dir.

Fincancı’nın hedef olması şaşırtıcı değil. İnsan haklarından habersiz, devletin parmağını uzatıp “bu terörist” dediği herkesin her türlü insanlık dışı muameleyi hak ettiğine iman etmiş kitleler için, devletin işkenceci yüzünü ifşa eden Şebnem hoca, elbette ki suçludur! Üstelik yalnız da değildir…

GERGERLİOĞLU, TANRIKULU, FİNCANCI…

DEM Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ve CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da tıpkı Şebnem Korur Fincancı gibi sık sık iktidar yandaşlarının, iktidar ortağı MHP’nin ve onun her türlü kriminal işini yapmakla mükellef Ülkü Ocakları’nın hedefinde. Yalnız, bu üç ismin uğradığı linç girişimlerinde ortak bir nokta da hep var. Zaman zaman azalsa da, görünmez olsa da üçü de iktidar yandaşlarının yanısıra bazı “muhaliflerin” de hedefinde.

CHP’nin birazcık soluna denk gelen ulusalcı kesim, Ergenekon tayfası, Cumhuriyet gazetesi çevresinde konuşlu Kürt, sosyalist ve liberal düşmanı Mine Kırıkkanat zihniyetli bir grup ile artık kapağı Halk TV gibi daha “muhalif” çevrelere atabilmiş bazı gazeteciler, yazarlar, kendine gazeteci süsü veren yorumcular… AKP’nin ve MHP’nin çizdiği “muhalif” sınırın dışına çıkmadan muhalif takılan bu gruplar, yeri geldi mi en sert devletçi, en uzlaşmaz milliyetçi, en kızgın vatansever rolüne bürünüyorlar.


Bu haberler de ilginizi çekebilir:

 

Çünkü onlar için, “insan hakları”, sırf insan oldukları için kişilerin sahip oldukları haklar değildir. Devletin izin verdiği ölçüde, bireylerin “bazılarının” sahip olduğu; birtakım “teröristlerin”, “foncuların”, “kökü dışarıda grupların” sahip olmadığı haklardır.

‘MUHALİFLER’ DE İKTİDAR KOROSUNDA

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, Sezgin Tanrıkulu’nun ya da Şebnem Korur Fincancı’nın ayrımsız insan hakları savunuculuğu yapmaları; devletin, kolluk güçlerinin ve siyaset erbabının nasıl hoşuna gitmiyorsa, aynı şekilde “muhalif” takılanların sahtekârlığını faş ettiği için de sevilmiyor. Cezaevlerindeki garibanların, karakollarda işkence görmüş kimsesizlerin, askerlerin polislerin “devlet yokmuş” gibi rahatlıkla eziyet ettiği halkın sesini duyuran bu üç isim de Türkiye insan hakları mücadelesinin yüz akları konumundalar. Sadece kendi gerçeğine açık, geri kalan her şeye kör devasa bir kitlenin, onların “ayrımsız” savunuculuğundan rahatsız olup, “ayrım talep eden” yaklaşımla devletin yanında hizalanması şaşırtıcı değil. Asıl, bu “muhaliflerin” Fincancı’yı, Gergerlioğlu’nu, Tanrıkulu’nu sevip sahip çıkması şaşırtıcı olurdu.

İktidarın ağzı ve diliyle önüne gelene “terörist”, “terörist sevici” diyenler, “suçlu” insanların hakları olmadığına iman etmiş. Adil yargılanma hakkına dahi layık görülmeyen insanlar, Gergerlioğlu, Tanrıkulu ve Fincancı sayesinde gündeme geldiğinde ise ya kör kalıyorlar ya da yokmuş gibi davranıyorlar. Devletlerine, polislerine, jandarmalarına toz kondurmayanlar, gün gelip “makul muhalif” kontenjanından çıkıp mağdur edildiklerinde ise dönüp yine bu üç ismin savunuculuğuna muhtaç oluyorlar. Bıktırıcı bir tekrar.

Kimin ne dediği çok önemli değil: Cezaevlerinde, karakollarda, arka sokaklarda; ezilen, hor görülen, her türlü hak ve hukuktan mahrum bırakılan, “teröristlikle” suçlanıp yok sayılanlara sorun bu üç ismi…

‘İnsan hakları’ diye bir kavram olmasaydı ne güzel yönetilecekti halbuki ülke. Ne güzel herkes demokrat taklidi yapıp, devletin her dediğine inanacaktı.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com