Pamukova‘da Temmuz 2004’de 41 kişinin hayatını kaybettiği, 80 kişinin yaralandığı tren ‘kazası’nın ardından dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım “Neden istifa edeyim, treni ben mi kullanıyordum” deyivermişti.
Doğal ya da değil afetler felakete, felaketler katliamlara dönüşür ve kitlesel ölümler gerçekleşirken bu cümle, AKP’nin ‘ben yapmadım ki’ demeye getirdiği resmi açıklaması gibi…
2003 yılından bu yana depremler, maden kazaları, tren kazaları, sel felaketleri, yurt ve otel yangınları, fabrika patlamalarında tam 54 bin 780 yurttaş göçüp gitti, on binlerce insan yaralandı. Ve bunların hiç birinden de siyasi iktidar sorumlu olmadı.
Son katliam; Bolu Kartalkaya Grand Otel yangınında gerçekleşti, 78 insan göz göre göre ölüme gönderildi.
Yetki ve sorumluluk tartışmaları sürerken ortalarda en çok dolaşan laflardan biri de ‘ihmal’… “Gereken ilgiyi göstermeme, önem vermeme, boşlama” anlamlarına gelen ‘ihmal’, arada bir olsa, bazen olsa, yer yer olsa yerinde olabilirmiş gibi…
Oysa bu ülkede insanların on’ar on’ar, yüz’er yüz’er can vermesi vaka-i adiyeden. Gerçekleştiğinde ‘kaza’ olarak adlandırılan pek çok vakanın faciaya yol açacağı bilindiği halde, önlemeye dönük önlemler alınmadı için tahammüden cinayet. Arada bir ‘kazayla’ olmuş değil; bile isteye, göz göre göre işlenmiş cinayetler…
‘İhmalkârlıkla’ itham edilen AKP’nin bu arada hiç ihmal etmediği şeyler de oldu mesela. 78 yurttaşın yanan bir otelde can verdiği saatlerde, gözaltına alınan gazeteci Eylem Babayiğit tutuklandı, artık alzheimer hastası olan Aysel Tuğluk’a 3 yıl hapis cezası verildi, Sinan Ateş cinayeti davasında MHP’li yöneticiler için takipsizlik kararı verilerek cinayet örtbas edildi. AKP’nin bu toz duman içinde ihmal etmedikleri listesini uzatmak mümkün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Malatya il kongresinde parmaklarıyla yaptığı Rabia işaretiyle salondakileri selamlarken, ‘böyle bir dönemde siyaset yapılmasını doğru bulmadığını’ söylüyordu.
Sanki başımıza gelenlerin tamamı hâkim siyasetin sonucu değilmiş gibi.
Daha fazla kâr etmek için insan yaşamını hiçe sayacak kadar gözü karatmak ancak kapitalizmde mümkün olabilir. Kapitalizmin yalın hali olan ‘serbest piyasanın tek bir kuralı vardır: En yüksek kârı elde ederek rakipler arasında en birinci olmak! Bu yolda her şey mübahtır.
Ekonomist Özgür Müftüoğlu, failin kim olduğu sorusuna yanıt ararken 45 yıl önce başlamış ve bugün AKP tarafından temsil edilen bir sürece işaret ediyor. Neo-liberal dönüşüm süreci:
“Türkiye, bundan tam 45 yıl önce 24 Ocak 1980’de açıklanan kararlarla neoliberalizmi benimsediğini ilan etti ve 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı ortamında bu politikaları uygulamaya başladı. Ancak tüm baskılara rağmen toplumdan gelen itirazlar ve toplumun tepkisini bastıracak bir siyasi iradenin oluş(a)maması nedeniyle neoliberal uygulamalar kurumsallaştırılamadı. Ta ki 2001 krizi ardından Kemal Derviş’in ‘15 günde 15 yasa’ sloganıyla ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş’ adı altında neoliberal uyum programının yasal alt yapısını oluşturup, 2002 Kasım’ında AKP’nin iktidara gelerek bu politikaları sadakatle yaşama geçirmesine kadar.
AKP, iktidara gelirken üstlendiği rolü başarıyla(!) yerine getirdi ve 23 yıllık iktidarı boyunca neoliberal politikaları yasal düzenlemelerle ya da KHK’larla kurumsallaştırdı. Bu süreçte kâh AB üyelik sürecinin ardına sığınarak kâh OHAL düzeninde inşa ettiği otokratik düzende kullandığı baskı ve şiddet aygıtlarını kullanarak tepkileri sindirdi ve toplumda zorla rıza üretmeyi becerdi(!) ve neoliberal politikalar uygulanır hale geldi. Devlet de bu çerçevede dönüştü ve piyasayı denetleyerek işçilerin ve tüm yurttaşların -başta yaşam hakkı olmak üzere- tüm haklarını ve hukukunu korumak yerine, bunların sermayenin kâr gayesinin önünde engel oluşturduğu anlayışıyla tüm denetim işlevlerini bir kenara bıraktı. Böylece felaketlerin, katliamların da önü açılmış oldu.”
Müftüoğlu’nun anlattığı bu sürecin Bolu yangıyla gündeme gelen tarafı müteahhitlerle ilgili kısım oldu.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, sorumluluğu itfaiyenin üzerine atarken, denetim yetkisinin itfaiyeden alınıp müteahhitlere verilmesi katliama giden sürecin başlangıcı olarak işaretlendi.
2007’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik’te 2012 yılında değişiklik yapıldı. Yönetmeliğin ilk halinde şöyle deniliyordu: ‘Projeler; ilgili belediye itfaiye birimlerinin uygun görüşü alındıktan sonra, ruhsat vermeye yetkili merciler tarafından onaylanarak uygulanır.’
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
AKP, torba yasa içinde sıkıştırdığı maddeyle yönetmeliği şöyle değiştirdi: “Projeler ruhsat vermeye yetkili merciler tarafından onaylanarak uygulanır.”
Yani ‘itfaiye birimlerinin görüşü’ alınır kısmı çıkarıldı, insiyatif müteahhitlere verildi. Böylece yangın önlemlerini maliyet olarak gören müteahhit lobisi, bir masraf kaleminden daha hükümet eliyle ve yasa marifetiyle kurtarılmış oldu.
Bolu otel yangınıyla gördük ki, bu ülkede sosyo-ekonomik durumu her ne olursa olsun hiç kimse devlet eliyle kurumsallaştırılan gözü dönmüş kâr hırsından azade değil.
Bir ülkede insanlar bölük bölük ölüyorsa bunu ‘ihmal’le açıklamak zor. Bazen olan, arada bir olan ‘boşlamadan’ değil, devlet eliyle inşa edilmiş, yasa marifetiyle örülmüş ve çoktan kural haline gelmiş bir koca sistem duruyor karşımızda.