Aile, devlet tarafından ‘kutsal bir mekanizma’ olarak tanımlanıyor ki içindeki şiddet, toplumun gözünde ‘aile bütünlüğü’ adına saklanıp-aklanabilsin. Ülkedeki kadınların yüzde 71’i hapsedildikleri ailelerde, evli oldukları erkek, babaları, kardeşleri, akrabaları tarafından öldürüldü. ‘Hiç bu kadar öldürülmedik’ diye isyan eden kadın örgütleri, “Önceliğin aile olduğu yerde kadın cinayetlerinin azalmasını beklemeyin” diyor.
2024’ün emekliler yılı olarak ilanından sonra 2025 de ‘aile yılı’ oldu. Yeni evlenecek çiftlere 150 bin liralık faizsiz kredi ve bin 500 TL ile 5 bin TL arasında çocuk yardımı Erdoğan’ın alay-ı valayla duyurduğu müjdelerdi. 150 bin liraya ev kurulabilirmiş, 5 bin TL’ye çocuk bakılabilirmiş gibi…
Bu arada 150 bin liralık evlilik kredisi için bakanlık eğitimlerine katılma şartı olduğunu ve çocuk yardımının da 5 yılla sınırlı olduğunu hatırlatmış olalım.
Erdoğan, 2025’in ‘aile yılı’ ilan edildiğini duyurduğu konuşmasında, ailenin toplumun temel taşı olduğunu vurgulayarak “Aile, bizim en kadim, en köklü müesseselerimizden biridir” deyip, aile yapısının milli ve manevi değerlerin korunmasındaki önemine dikkat çekti.
“Güçlü fertler güçlü aileye, güçlü aile güçlü millete, güçlü millet de güçlü devlete giden yolun taşlarını döşer. Bu sadece sosyolojik bir tespit değil, tarihi bir hakikattir” diyen Erdoğan, ailenin aslında neye hizmet ettiğini, ne işe yaradığını da özetlemiş oldu.
Nüfus planlamasını da ‘art niyetli’ olarak değerlendiren Erdoğan, ‘3 çocuk yapın’ çağrısını da tekrarladı. Bu vesileyle LGBTİ+’lar bir kez daha hedef olmaktan kurtulamadı.
Kadınlar ve örgütleri ise aileyi önceleyip kadını yok sayan bu girişimlerin tamamına karşı. Çünkü aileyi güçlendirmeye yönelik politikaların toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirip, kadın cinayetlerini hazırlayan zemini genişleteceğini biliyorlar.
2024 yılında tam 394 kadın erkekler tarafından öldürüldü ve bu, şimdiye kadar tespit edilmiş en yüksek veri olarak kayıtlara geçti. Bu kadınların yüzde 71’i aile içinde, evli oldukları erkek, babaları, kardeşleri, akrabaları tarafından öldürüldü.
“Hiç bu kadar öldürülmedik” diye isyan eden kadınlar en çok, hapsedilmeye çalışıldıkları evlerde ve ailelerinin içinde öldürüldü.
Kadın örgütleri “Önceliğin aile olduğu yerde kadın cinayetlerinin azalmasını beklemeyin” deyip seslerini duyurmaya çalışırken, kadınların taleplerine kör ve sağır AKP, işte bu erkeklerin egemen olduğu aileleri güçlendiriyor.
İktidarın ‘aile yılı’ndan bir diğer meramı doğurganlık hızını arttırmak… Bu, ‘kadınların çalışma hayatına katılımını engellemek ve onları ev içindeki geleneksel rollere hapsetmek’ demek. Kadın Hakları Derneği Başkanı Avukat Hülya Gültekin, tabloyu şöyle özetliyor:
“Çalışma hayatında yer almak isteyen kadınların önündeki en büyük engel bakım yüküdür. Günümüzde çocuk bakımı yüzde 95 gibi bir oranla kadına yani anneye aittir. Bu bakım yükü kadın üzerinden alınmadıkça, ücretsiz veya düşük bedelli kreşler açılmadıkça, her doğan çocuk kadını önce iş hayatından, sonra sosyal hayattan koparacaktır.”
Aile yılı kapsamında ‘3 çocuk yapın aklı’ baki ama ‘Bu çocukların geleceği ne olacak? Güvenli bir hayatları olabilecek mi?’ belli değil.
Devletin aile politikaları, ekonomik sebeplerle okula gidemeyen ve yine en çok aile içinde istismara maruz kalan çocukların derdine derman olmak bir yana, sorunları gizlemek ve yokmuş gibi yapmaktan ibaret.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun 2015 yılında 56 ilde yaptığı ‘Türkiye Ensest Atlası’ araştırmasına göre, ülkede ensest oranı yüzde 40 mesela.
Ailede başlayan istismar dışarıda da devam ediyor. Bilebildiğimiz; fabrikalarda, merdiven altı atölyelerde son 10 yılda en az 695 çocuğun çalışırken öldüğü… Oysa çocuğun yeri okuldur ve çocuktan işçi olmaz.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ‘kadının güçlendirilmesi’ başlığında ayırdığı 2025 bütçesi, toplam bütçenin yalnızca yüzde 0,3’üne denk geliyor. Bu, ‘kadın başına günlük 38 kuruş düşüyor’ demek.
Kadınlar, yılın başında bakanlık önünde yaptıkları eylemle bu 38 kuruşları zarflara koyarak Aile Bakanı Mahinur Göktaş’a iade etti.
Kadının aile içindeki bağımlı konumunu pekiştiren aile politikaları, bu haliyle geleneksel kadın-erkek rollerini pekiştirmek ve kadınları canları pahasına aile içine sıkıştırmaktan öte bir anlam taşımıyor.
Aile, devlet tarafından ‘kutsal bir mekanizma’ olarak tanımlanıyor ki içindeki şiddet ve baskı toplumun gözünde ‘aile bütünlüğü’ adına saklanıp, aklanabilsin.
MOR Dayanışma’dan Cemile Baklacı, şiddetin ve istismarın aile adı altında görmezden gelinmesine karşı çıkan her sesin kadınların ve çocukların haklarını koruma yolunda güçlü bir adım anlamına geldiğini söylüyor:
“Kadınları yalnızca annelik üzerinden kutsayan anlayışlar, aslında tek başına kadın varlığını değersizleştiriyor. Bu bakış açısı, kadınların bireysel kimliklerini, haklarını ve varlıklarını görmezden geliyor ve onları aile içinde belirlenmiş rollere mahkûm ediyor. Şiddet ve baskının bu rollere dayalı olarak aklanması, ataerkil düzenin kadın üzerindeki tahakkümünü sürdürmesine zemin hazırlıyor. Kadınların, yalnızca annelikle ya da aile içindeki rolleriyle değil, birey olarak varlıklarının değerli olduğunu vurgulamak, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde hayati önem taşıyor.”