Görsel: NewYorker kapağı
İnternet çıktığında ‘gazetecilik öldü’ dediler, ölmedi daha da genişledi, kolaylaştı. YouTube, Vimeo gibi platformlar büyüdükçe ‘galiba bu kez ölüyor’ dediler, öyle olmadı, tersine güçlendi. Sosyal medya yaygınlaştıkça ‘bu sefer kesin öldü’ dediler, yine ölmedi, şekil değiştirdi, yaygınlaştı. Küçücük ‘tweet’lerle, kaydırdıkça sonu gelmeyen ‘reels’lerle, ‘post’larla beyni yanan insanlığın huzurunda ‘gazetecilik’ de ısrarla ve değişip güncellenerek yaşamaya devam ediyor. Güncel rüzgârların etkisine kapılanlar, az bilip çok konuşarak gazeteciliği buldukları ilk fırsatta ‘öldürmek’ için bahane arayanlar olsa da dünyada gazetecilik hâlâ -evet hâlâ!- çok değerli bir meslek. Bilgi hiç olmadığı kadar değerli, haber her zamankinden daha etkili, içerik bir numara.
Şu an bu ‘içeriği’ okuyorsanız, erişime engellendiğinde ‘dut yemiş bülbül’ gibi sesleri kesilen X hesaplarından sıyrılıp, manipülasyon ve ‘algı oyunu’ odaklı ‘haber hesapları’ndan kurtulup, Instagram’ın sonsuz ve dibi delik bir kuyu gibi insanı içine çeken ‘reels bombardımanı’ndan sağ çıkmış; sakin, özgün ve gerçekten saygın gazeteciliğe değer veren bir mecrada bulunduğunuzu biliyorsunuz demektir. Yazının bu noktasında özgün içerik, saygın gazetecilik peşindeki bu tavrınız için bir teşekkürü hak ettiniz sayın okur. Sadece başlığı veya başlık + spotu okuyup kaçanlar bu teşekkürden mahrum kaldılar, ha bir bilseler neler kaçıyorlar…
Bu uzun girizgahı Netflix’te görücüye çıkan ve dünyanın en uzun soluklu yayınlarından biri olan “The New Yorker’ın 100 Yılı” belgeselini anlatma çabası için giriştim. Yapım öylesine kıymetli ki hem şartlar ne olursa olsun iyi gazeteciliğin gerekli olduğuna ikna ediyor seyirciyi, hem de hız ve dijital çağda bunun nasıl mümkün olduğunu anlatıyor.

Muhteşem kapakları, dünyayı sarsan dosyaları (Hiroşima dosyası, DDT skandalı, El Salvador dosyası gibi), çarpıcı yazıları, muzip karikatürleri ve edebi içerikleriyle çağımıza damga vuran dergi The New Yorker, 100. yılını bu özel bir belgeselle kutluyor. Oscar Ödüllü yönetmen Marshall Curry’nin imzasını taşıyan ‘The New Yorker’ın 100 Yılı’, derginin editörlerine, yazarlarına ve arşivlerine eşine az rastlanır bir bakış sunuyor. Hem derginin geçmişini, bugününü ve geleceğini merak edenler hem de dijital çağın gelişiyle tehdit altında sayılan gazeteciliğin hâlâ nasıl mümkün olduğunu ve ne kadar büyük bir ihtiyaca karşılık geldiğini gözler önüne seriyor.
Tam 100 yıldır eleştiri, yorum, haber, analiz, şiir, deneme, öykü ve karikatür yayımlayan The New Yorker, Amerikan popüler kültürünün karşısında sarsılmaz duruşuyla ve hiç taviz verilmeyen ilkeleriyle dünyanın geri kalanı içinde eşsiz bir örnek. Bir dergi hem ilk günkü ilkelerine nasıl sadık kalır (100. yıl kapağı, yayınlanan ilk kapağı mesela) hem de haber üretimi, analizi, detaylandırılması, araştırma, geliştirme, teyit, redaksiyon ve diğer tüm yayın süreçleriyle aktif ve kesintisiz bir ‘haber merkezi’ gibi nasıl çalışırın canlı kanıtı. Üstelik öyle basit bir kanıt da değil. 100 yıllık bir birikim, dünyaya mal olmuş sayısız yazar, sanatçı ve edebiyatçı; filmlere, dizilere, kitaplara konu olmuş bir hikaye. Bir yayıncılık mucizesi.

Belgesel 96 dakika içinde The New Yorker’ın efsanevi tarihini ortaya koyuyor. Derginin daha geniş kültürel önemini vurguluyor. Bize The New Yorker’ın her hafta nasıl hazırlandığına dair yakından, satır aralarından bir portre sunuyor ve 100. yıl dönümü sayısının yaratım sürecini, daha düzenli olarak neler olduğuna dair bir şablon olarak sunuyor.
Derginin ‘burnu havada’ havası ve estetiği ile cazip öyküsünü ekrana taşıyan “The New Yorker’ın 100 Yılı” belgeseli, gerçeğe ve güzelliğe olan bağlılığın 100 yılda ne gibi sonuçlar doğurduğunu ortaya koyuyor.

Eğer hikaye anlatmanın değerine inanıyor ve saygın bir gazeteciliğin mümkün olduğunu düşünüyorsanız, “The New Yorker’ın 100 Yılı” büyüleyici bir şekilde perdeyi aralıyor. Belgesel, haberlerin anlık tüketildiği, gazetecilerin bile ‘gazetecilik öldü’ demek için fırsat kolladığı ülkemizde, gerçeğe sadakat borcu duyup toplumu, siyaseti ve en önemlisi kişilerin ruh dünyalarını ‘ayık tutmak’ için adeta kahramanca mücadele -tüm yokluklara, tutuklanma ve hapislerde çürüme pahasına- eden gazeteciler için de sayısız ders barındırıyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
“The New Yorker’ın 100 Yılı”, medyanın tek sesleştiği; dijital medyanın neredeyse hiçbir etik ilke tanımayan yayıncılığıyla mücadelede zayıf ama saygın ve ayakları yere basan geleneksel gazeteciliğin, haber merkezi anlayışıyla çalışmaya inanmışların motivasyonunu anlamak için de eşsiz bir örnek.

Ben olsam, bu belgeseli gazetecilik okullarında ders olarak okuturdum. Fazlası var, eksiği yok bu ‘abartının’ sayın okur…
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
