‘En Alttakiler’ kitabının yazarı Günter Wallraff: Almanya’daki Türkler artık en altta değil

Araştırmacı gazeteci Günter Wallraff, Türk işçisi kılığına girerek yazdığı "En Alttakiler" kitabının 40. Yılında, Almanya’daki Türkleri değerlendirdi. Wallraff, "Türkler artık en altta değil, toplumun tam ortasında" diyor.

  • ü
  • 15 Kasım 2025
  • ü
  • Görüş

Gazeteci Günter Wallraf, En Alttakiler adlı kitabının 40. yılında konuştu. (Fotoğraf: Tuncay Yıldırım - DW)

“Almanya’ya gelip çalışma fırsatı bulan Türkler çok şanslı ve mutlular!”

Bu yargı, uzun yıllar hem Alman hem Türk toplumunun “misafir işçilere” bakışını özetliyordu. Ta ki ünlü Alman araştırmacı gazeteci Günter Wallraff’ın  “En Alttakiler” (Ganz unten) kitabı yayınlanana kadar. 1985’te yayımlanan kitap adeta bir patlama yarattı. Artık kimse “mutlu Türk işçileri”nden söz etmiyordu.

Wallraff, bu kitabı yazmak için kılık değiştirip sarı saçlarını siyaha boyadı, gözlerine koyu lensler taktı. Türk işçisi Ali Levent Sinirlioğlu kimliğiyle fabrikalarda, restoranlarda, küçük işletmelerde çalıştı. Orada yaşadıklarını da kitabında anlattı: Ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, aşağılama, sömürü… “En Alttakiler” Almanya’da 5 milyondan fazla sattı, Türkçe dahil 38 dile çevrildi. Bu yıl kitabın yayımlanmasının üzerinden 40 yıl geçti. Wallraff, kitabının 40. Yılında, DW’ye konuştu.

TÜRKLER ARTIK ENTEGRE OLDU

Wallraff, 40 yıl önceki tabloyla bugünü şöyle karşılaştırıyor: “O zamanlar Türk işçileri toplumun en altındaydı. Bugün çoğu entegre olmuş durumda, hatta öncü konumda olanlar da var. Cem Özdemir bunun iyi bir örneği. Ama şimdi Almanya’da ‘en alttakiler’ başka gruplar: Doğu Avrupalılar, Rumenler, Bulgarlar, Suriyeliler, Afrikalılar… Kötü koşullarda çalışan kuryeler, et fabrikası işçileri, tarlalarda çalışan mevsimlik işçiler… Çoğu göçmen, kötü şartlarda çalışıyor, insanlık dışı barınaklarda kalıyor. Dışlanma bitmedi, sadece biçim değiştirdi.”

İNSANLAR BANA HALA ALİ DİYE SESLENİYOR

Şu anda 82 yaşında olan ve araştırmalarına devam eden Wallraff, yıllar geçmesine rağmen “Ali” kimliğini hâlâ içinde hissettiğini söylüyor: “Bugün bile insanlar bana Ali diye sesleniyor. Ben bu kimliği sadece oynamadım, ben o oldum. Ali hâlâ benim bir parçam. O dönemde tanıştığım Türk arkadaşlarım hâlâ hayatımda. Bu, benim için hep bir aidiyet biçimi oldu.”

Wallraff, “En Alttakiler”in ortaya çıkışını da şöyle anlatıyor: “Kitabı vicdani bir zorunlulukla yazdım, ticari bir beklentim yoktu. Kimse bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmedi. Kitap çıktığında insanlar kitapçılarda kuyruk oluşturdu, yayınevi baskıya yetişemedi. Sadece Almanca 5 milyondan fazla sattı, 38 dile çevrildi- elbette Türkçeye de. Hatta Vietnam’da korsan baskıları bile çıktı. Ama bu önemli değildi, önemli olan okunmasıydı.”

YETİMHANEDE KİMLİKSİZLEŞME

Wallraff, “En Alttakiler”den sonra da pek çok farklı kimlikle sömürü biçimlerini ortaya çıkardı. Kılık değiştirmek onun için bir oyun değil, bir varoluş biçimiydi: “Erken yaşta derin sarsıntılar yaşadım. Savaş sonrası dönemde babam hastanedeyken, annem çalışmak zorundaydı. Beş yaşında ekonomik nedenlerle neredeyse bir yıl yetimhaneye verildim. Orada bizden tüm eşyalarımız alındı, kıyafetlerimiz bile değiştirildi. Yani kimliğimiz silindi. Bu tam bir kişiliksizleştirmeydi.”

Bu deneyimin onda bir tür direnç oluşturduğunu anlatan gazeteci şöyle devam ediyor: “Belki de bu travma, farklı kimliklere bürünme ve kendimi yeniden inşa etme dürtüsünü doğurdu. Evsizlerle, göçmenlerle yaşarken (araştırmaları bağlamında) hep aynı duyguyu hissettim. Psikanaliz sürecinde fark ettim ki, kendimi kaybedip yeniden yaratmak benim için bir şanstı. En zor koşullarda bile kimliğimi yeniden kurabileceğimi öğrendim.”

KURSA GİTTİM AMA TÜRKÇE ÖĞRENEMEDİM

Wallraff için farklı bir kimliğe bürünmek kolay olmadı. Hele ki başka bir milletten birini canlandırıyorsan ve dil öğrenme yeteneğin gelişmemişse… “Yoğunlaştırılmış Türkçe kursuna gittim ama öğrenemedim. İş arkadaşlarım benimle Türkçe konuşmak istediler ama ben bilmiyordum. ‘Babam Kürt, annem Yunan. Annemle büyüdüm, bu yüzden Türkçe konuşamıyorum’ diye uydurdum. Bir süre işe yaradı ama bir Türk işçi şüphelendi: ‘O zaman Yunanca konuş’ dedi. O anda okuldan hatırladığım birkaç eski Yunanca dizeyi söyledim. Homeros’un Odysseiası’nın başını ezbere okuyabiliyordum; ‘Andra moi ennepe, Musa, polütropon, hos malla polla… (Anlat bana, ey ilham perisi, Musa, o çok yönlü adamı ki nice acılar çekti…)’ İnandılar. Yani hayatta hiçbir şey boşuna öğrenilmiyor; iyi ki o destanın girişini ezberlemiştim.”

KİTABIN ETKİSİ BÜYÜK OLDU

Wallraff, kitabın toplumsal etkisini ise şöyle anlatıyor: “Toplumda büyük bir şok yaşandı. İşçilerin sömürülmesine karşı olağanüstü bir dayanışma doğdu. SPD’li Çalışma ve Sosyal Bakanı bir çalışma grubu kurdu- adı ‘Ali Grubu’ydu. Bu ekip şirketleri denetledi, taşeron sisteminin suistimalleri kısıtlandı. Artık işçilerin güvenliği ve sağlığı şirketlerin sorumluluğundaydı. Gerçeklik değişti.”

Gazeteci, kitabı yayımlarken amacının sadece Alman kamuoyunu bilgilendirmek değil, doğrudan Türk işçilere ulaşmak olduğunu da vurguluyor: “Kitabın sadece Almanca konuşanlar tarafından değil, işçilerin kendileri tarafından da okunabilmesi benim için önemliydi. Bu yüzden yayınevime, kitabın Türkçe baskısının aynı anda fabrika kapılarında yarı fiyatına dağıtılmasını şart koştum.”

“En Alttakiler”, gazeteci ve belgesel yönetmeni Osman Okkan tarafından Türkçeye tercüme edildi. Wallraff’ın, “Osman Okkan olmasaydı bu eser ortaya çıkmazdı” dediği araştırma kitabı için Okkan Türk işçilerle aylarca görüşmüş, Wallraff’ın “yeni kimliğine” bürünmesinde ona destek olmuştu.

TÜRK ARKADAŞLARIM DEMOKRASİYE BAĞLI

Wallraff, Türk aile yapısına büyük saygı duyduğuna da vurgu yapıyor: “Buradaki gibi yaşlılar huzurevlerine bırakılıp çürümeye terk edilmiyor. Türkiye’de aile içinde onlara doğal bir şekilde bakılıyor. Bundan öğreneceğimiz çok şey var.”

Birçok Türk arkadaşının demokrasiye bağlı, eleştirel düşünen insanlar olduğunu da belirten yazar, “Hem Almanya’yı hem Türkiye’yi eleştirel biçimde değerlendirebiliyorlar. Diktatörlüğün ne olduğunu biliyorlar, demokrasinin değerini anlıyorlar. Onlar geleceğin insanları- en iyi anlamda dünya vatandaşları” diyor.

DİTİB ERDOĞAN’IN OTORİTER POLİTİKALARININ UZANTISI HALİNE GELDİ

Wallraff, Almanya’daki Müslümanlar ve en büyük Müslüman çatı kuruluşu Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) ile yaşadığı bir deneyimi ise şöyle anlatıyor:

“Başta DİTİB’le bir temasım yoktu ama Müslümanların görkemli bir camiye sahip olmasını destekledim. Önce bana sıcak davrandılar, hatta bir programda cami temsilcisi beni danışma kuruluna davet etti. Ben de bu camide Salman Rüşdi’nin  ‘Şeytan Ayetleri’ kitabının tartışılmasına izin verilmesini şart koştum. Önce kabul etti, ama sonra üstlerinden uyarı aldı. Ardından, sanırım özgür iradesiyle değil, kamuoyuna ‘Müslümanların duygularını incittiğimi’ açıklamak zorunda kaldı… Bugün DİTİB benim için Ankara’nın, Erdoğan’ın otoriter politikasının bir uzantısı haline geldi. Almanya’daki tüm Müslümanların sesi olarak görülmemeli.”


Bu haberler de ilginizi çekebilir:

 

Wallraff, İran tarafından hakkında ölüm fermanı çıkartılan “Şeytan Ayetleri”nin yazarı Salman Rüşdi ile kitabı Türkiye’de gazetede yayımlayan Aziz Nesin’i Köln’deki evinde ağırladığı için zor günler geçirdiğini de anlatıyor: “O dönemde ciddi ölüm tehditleri aldım. Evime kurşun geçirmez panjurlar taktırdım, ailem nedeniyle bir süre polis koruması altında yaşadım. Ama asla susmayı düşünmedim.”

Ve o bugün 82 yaşında üretmeye, usulsüzlüklerin üzerine gitmeye devam ediyor.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER