Almanların kıymetini iyi bildiği, Türklerin tanımadığı bir Türk yazar: Emine Sevgi Özdamar

Türk yazar Emine Sevgi Özdamar, çarşamba günü Cumhurbaşkanı Steinmeier’in elinden, ülkedeki en yüksek devlet ödülü olan Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı alacak. Emine Sevgi Özdamar ismi Alman edebiyat çevrelerinde çok şey ifade ediyor ama Türkiye’de çok tanınmış ve okunan bir yazar değil. Peki, Almanya’ya ‘gönüllü sürgüne’ gelen bu sıra dışı yazar kimdir?

Emine Sevgi Özdamar (Fotoğraf: SES)

Almanya Cumhurbaşkanlığı Ofisi, Almanya’nın yeniden birleşmesinin 35’inci yıldönümü vesilesiyle saygın yazar Emine Sevgi Özdamar’a ülkedeki en yüksek devlet ödülü olan Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı vereceğini duyurdu. Yapılan açıklamaya göre, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Özdamar ve ödüle layık görülen 24 kişiye madalyalarını 1 Ekim Çarşamba günü Berlin’deki Bellevue Sarayı’nda takdim edecek. Açıklamada, ödüle layık görülen 16 kadın ile 9 erkeğin “Almanya’daki toplumsal refah için olağanüstü katkılarda bulundukları” vurgulandı.

DW’nin aktardığına göre; ülkedeki en yüksek devlet madalyası olan Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı, özellikle toplumsal, sosyal, siyasi, ekonomik ve entelektüel alanda üstün hizmet gösteren kişilere veriliyor. Ödül töreni de İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’a kadar Federal Almanya Cumhuriyeti (BRD) ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) olarak iki devletten oluşan Almanya’nın barışçıl şekilde birleştiği gün olan 3 Ekim’de, 5 Aralık’taki Gönüllüler Günü’nde ve 23 Mayıs’taki Anayasa Günü’nde düzenleniyor.

Özdamar; Chamisso, Kleist ve Carl-Zuckmayer Madalyası gibi birçok önemli ödüle de layık görülürken, 2022’de en prestijli Alman edebiyat ödülü olan Georg-Büchner Ödülü’nü kazandı.

TÜRKÇE İLE ALMANCA ARASINDA GİDİP GELEN ŞAŞIRTICI ÜSLUP

Bu haberi okuyunca çok mutlu oldum ve bütün romanlarını okuduğum Emine Sevgi Özdamar hakkında tekrar düşündüm.

Emine Sevgi Özdamar ismini, birkaç yıl öncesine kadar ben de hiç duymamıştım. Hem de o kadar kitaplarla, edebiyat dünyasıyla, romanlarla haşır neşir olmama rağmen. ‘Hayat Bir Kervansaray’ adlı romanı tesadüfen elime geçti. Okuyunca kelimenin tam anlamıyla şaşkına döndüm. Üslubu ve anlatım becerisi muazzamdı, bu tarz yazan biri yerli yazar okumamıştım daha önce.

Türkçe ile Almanca arasında gidip gelen, bazen iki dili iç içe geçiren bir yazı dili. Masalsı imgeler, metaforlar ve ritmik tekrarlarla desteklenen şiirsel bir anlatım. Göç deneyimi, aidiyet problemleri, Türklük ve Almanlık arasında sıkışmış bireyler. Otobiyografik öğelere işlenmiş ve Türk ve Alman yakın tarihinden çarpıcı detaylar. Elbette bütün bunları yapabilmesinde tiyatro kökenli bir sanatçı olmasının da payı vardır diye düşünüyorum.

Özdamar eserlerini Almanca yazıyor, bütün kitapları Türkçe’ye de çevrilmiş. Ancak Almanya’da gördüğü ilgiyi, Türkiye’de görmediği gibi, edebiyat çevrelerinde ismi fazla anılan biri de değil.

Peki kimdir Emine Sevgi Özdamar?

Hayat Bir Kervansaray’ı okuyunca, Emine Sevgi Özdamar başka neler yazmış diye merak ettim elbette. Türkçeye çevrilmiş Haliçli Köprü, Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyor Gözlerini Kırpmadan ve Annedili adlı kitaplarını da okudum.

Sonra yaşam öyküsünü merak ettim. Zira her kitabı çok etkileyiciydi. Acaba bu bir bildiğimiz, işçi kızı hikayesi miydi?

Emine Sevgi Özdamar, 1946 Malatya doğumlu. Babası müteahhit, çocukluğu Bursa ve İstanbul’da geçmiş. Nitekim eserlerinde çocukluğundaki Bursa ve İstanbul anlatımları dikkat çekiyor. Henüz on iki yaşındayken Bursa Devlet Tiyatrosu’nda ilk rolünü oynar. 1965’te ağabeyinin yanına İsviçre’ye gitmek için Türkiye’den ayrılır. Akabinde gittiği Berlin’de 1967’ye kadar bir elektrik fabrikasında çalışır. Benim eserlerinden anladığım kadarıyla onun Almanya’ya gitmesi, genç bir kız olarak ayaklarının üzerinde durabildiğini göstermek ve biraz da tiyatro birikimini geliştirmek.

Özellikle ilk Berlin döneminde, eserlerine yansıyan işçi yurdu anlatımları çok etkileyici.

Hiç Almanca bilgisi olmayan Özdamar, dili dinleyerek ve gazete okuyarak öğrenir. Babasının desteğiyle gittiği Goethe Enstitüsü’nde Almancasını geliştirir. İstanbul’a döner ve 1970’e kadar da İstanbul’da oyunculuk eğitimi alır. Yine eserlerindeki otobiyografik unsurlardan anladığım kadarıyla Özdamar, tipik 68 kuşağıdır. Deniz Gezmiş hayranıdır ve gençlik yıllarında, İstanbul’daki tiyatroculuk döneminde sol görüşlü olmasının bedelini de öder.

Kısacası Emine Sevgi Özdamar’ın gurbet geçmişi, klasik göç hikayelerinden epey farklı.

İlk profesyonel rollerini İstanbul’da, Peter Weiss’in Fransız Devrimi’ni konu edinen “Marat-Sade” ve Bertolt Brecht’in “Adam Adamdır” oyunlarında oynar. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra Türkiye’de hayat artık daha zordur. Özdamar bu süreçte kocasından da boşanır ve 1975’te yeniden Berlin’e yerleşir. Bu ikinci gidiş aslında bir tür ‘gönüllü sürgün’ denebilir. Çünkü kitaplarında tutuklanan, işkence gören arkadaşlarını da anlatıyor yazar. Kendisi hapse düşmektense, hayallerini gerçekleştirebileceği bir ülkeye yerleşmeyi tercih ediyor.

Nitekim Berlin’de en büyük hayalini gerçekleştirerek Doğu Berlin’deki Volksbühne Tiyatrosu’nda, sanat yönetmeni Benno Besson ve ünlü yönetmen Matthias Langhoff’un asistanı olarak çalışmaya başlar. 1978-1979 yıllarında Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyununun prodüksiyonu ile yönetmen Besson ile birlikte tiyatro çalışmalarına Paris ve Avignon’da devam eder. Bu süreçte Paris VIII Vincennes-Saint-Denis Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamlayarak “Tiyatro Yüksek Lisansı” diploması alır.

KARAGÖZ ALMANYA’DA

Edebi dili Almanca olan Özdamar, yazarlık kariyerine ise 1982’de ünlü yönetmen Claus Peymann için yazdığı ve 1986’da kendi yönetmenliğinde prömiyeri yapılan “Karagöz Almanya’da” (Karagöz in Alamania) adlı tiyatro oyunuyla başlar. Sosyal eleştiriler içeren bu yapıt Almanya’da bir Türk-Alman yazarın büyük bir tiyatroda sergilenen ilk eseri olarak tarihe geçer.

1990’da yayımlanan “Anadil” (Mutterzunge) adlı öykü kitabında, Türkçe anadilini kaybetmesini ve yeniden kazanma çabasını anlatır. Yazarın asıl çıkışı ise 1991’de yayımlanan “Hayat Bir Kervansaray” (Das Leben ist eine Karawanserei) romanıyla gerçekleşir.

Benim de onu tanımamı sağlayan bu eser Alman eleştirmenlerce “yılın edebi olayı” olarak nitelenir. 1994’te London Times Supplement tarafından “Yılın En İyi Kitapları” arasına, 2007’de ise “Hayat bitmeden okumanız gereken 1001 kitap” listesine alınır. Roman, Türkiye’de ailesiyle yoksulluk tehdidi altında yaşayan bir genç kızın hikayesini, 17 yaşında Almanya’ya gidişine kadar anlatıyor. Bu roman ile yazar, Türk kültürü ve dilini alışılmışın dışında bir şekilde anlatma başarısını gösterdiği için saygın Ingeborg-Bachmann Ödülü’ne layık görülür.

1982’de yazarlık hayatını başlatan Karagöz Almanya’da adlı eserinden uzun süre sonra, 2000 yılında bu kez Oldenburg Devlet Tiyatrosu’nda Murat Yeğiner’in yönetmenliğinde “Keloğlan Almanya’da” (Keloglan in Alamania) oyunu sergilenir. Bu eserinde de Karagöz Almanya’daki gibi 1960’lardan itibaren Türkiye’den Almanya’ya gelen işçilerin yaşadıklarını absürt ve gerçeküstü bir tarzda anlatıyor Özdamar.

2021’de ise uzun bir aradan sonra otobiyografik romanı “Gölgelerle Sınırlandırılmış Bir Alan” (Ein von Schatten begrenzter Raum) yayımlanır ve eleştirmenler tarafından “yazarın başyapıtı” olarak nitelendirilir.

Emine Sevgi Özdamar, 1986’dan beri sahne tasarımcısı ve yönetmen Karl Kneidl ile evli.

Bana göre, Emine Sevgi Özdamar, Türkiye ve Almanya arasındaki 60 yılı aşan göç ve kültür ilişkisinde en sıra dışı ve en etkileyici portrelerden biri. Aynı Haliçli Köprü romanındaki gibi, iki kültür arasında köprü inşa etmiş bir sanatçı. Almanlar bu değerin farkında, belki Türkiye’de de daha çok tanınır ve okunur.

ZAMANA SU VEREN TEK ŞEY; ÇALIŞMAK VE ÖĞRENMEK

Emine Sevgi Özdamar’ın, “Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan” adlı romanındaki şu cümlesi çok dikkatimi çekmişti. Yazar 70’lerin sonlarında Türkiye’deki anarşi dönemini şöyle yorumluyor:

“Ülkemden gelen haberler tek kelime; cinayet. Ama kendime şunu söylüyorum: Çalış, öğrenmeye devam et. Şu anda zamana su veren tek şey bu.”

Haliçli Köprü’den de bir bölüm paylaşalım:

“Berlin’de öğrenciler sokakta gösteri yaptıklarında yaşlılar bazen onlarla konuşurdu. Bir gün yaşlı bir adamın bir kıza şöyle dediğini duydum: Hiç değilse Hitler otoyol yaptı.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER