“Kelimelerle kurulan dünyalarda insan mı galip gelir, makine mi?” Bu soru son zamanlarda yalnızca bilimkurgu okurlarının değil, yayın dünyasının da kafasını kurcalıyor. Özellikle Nielsen Kitap Analisti Philip Stone’un Financial Times’ta dile getirdiği şu cümle, adeta tetikleyici oldu: “2030’a kadar yapay zekâ tarafından yazılmış ilk bestseller romanı göreceğiz.”
Bu öngörüyle birlikte birçok yazar, yayıncı ve okur arasında derin bir tartışma başladı. Bazı yayınevleri hâlihazırda yapay zekâyla kısa öyküler veya blog yazıları ürettiklerini gizlemiyor. Ancak edebî derinlik, anlatı yapısı ve duygusal zekâ gibi unsurlar söz konusu olduğunda yapay zekânın sınırları yeniden gündeme geliyor.
“The Power” romanıyla tanınan yazar Naomi Alderman, bu görüşe açıkça karşı çıkıyor: “Yapay zekâ çok iyi taklit edebilir ama acıyı, sevinci ya da utanmayı gerçekten deneyimleyemez. Bunlar insan olmanın yazıya dökülmüş hâlleridir.”
Benzer şekilde yazar Sarah Hall da estetik ve duygusal sezginin bir algoritma tarafından anlaşılmasının imkânsız olduğunu söylüyor: “Edebiyatın amacı yalnızca olay örgüsü anlatmak değildir. Karakterin iç sesini, insan olmanın derin çatışmalarını sunabilmektir. Bunu ancak insan deneyimiyle yazılmış metinler sağlayabilir.”
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Buna karşılık bazı teknoloji savunucuları ise yapay zekânın okur eğilimlerini analiz ederek pazarda başarılı olacak temaları tespit etmede son derece becerikli olduğunu, bu nedenle “hit” kitaplar üretmenin algoritmik yollarla mümkün olduğunu öne sürüyor. Hatta, belirli türlerde (romantik komedi, genç yetişkin, polisiye) daha şimdiden AI katkılı eserlerin yayımlandığı biliniyor.
Ancak tüm bu görüşlerin ortak noktası, geleceğin karma bir yazım düzeni olacağı: İnsan yaratıcılığını yönlendiren, önerilerde bulunan, biçimsel destek sunan ancak nihai anlatıyı yine insanın eline bırakan bir yapay zekâ…
Yapay zekâ tarafından yazılan romanlar, büyük dil modellerinin eğitilmesiyle oluşturulan, insan eli değmeden ya da sınırlı insan müdahalesiyle kurgulanan metinlerdir. Bu sistemler, önceki edebiyat örneklerinden öğrenerek yapısal olarak “roman gibi” yazabilir. Ancak eleştirmenler, “duygu”, “bağlam”, “özgünlük” gibi insana özgü nitelikleri yakalayamadıkları görüşünde. Henüz tam anlamıyla bağımsız ve başarılı bir yapay zekâ romanı yayımlanmış değilse de, pek çok platform bu alandaki gelişmeleri takip ediyor.
Japon yazar Rie Qudan, yayımlanan Sympathy Tower Tokyo adlı romanının yaklaşık yüzde 5’lik bölümünü ChatGPT desteğiyle yazdığını açıkladı. Bu tarz deneyler, yapay zekânın edebiyat üretim süreçlerine girebileceğini gösterse de henüz duygusal ya da anlatısal derinlik açısından yetersiz görülüyor.
Naomi Alderman, AI ile kısa senaryolar ve diyalog denemeleri yaptığını, ancak sonuçları “kalp taşımadığı” ve yazar adına yayımlanabilir düzeye ulaşamadığını dile getiriyor. Ona göre yapay zekâ karakter derinliğini ve iç ses anlatımını yeniden üretmekte başarısız kalıyor.
AI, daha çok formülize türler—romantik komedi, polisiye, genç yetişkin gibi—konusunda “hit” üretme potansiyeli sunuyor. Ancak roman ve anı gibi özgün anlatılarda hâlâ yazarın bireysel sezgisine ihtiyaç var. Ciddi metinlerde veri, sezgisel bağlam ve pozitif doku eksikliği hissediliyor.
AI modellerinin yazarların eserlerini izinsiz kullanarak eğitildiği eleştirileri yükseliyor. Birleşik Krallık’ta birçok yazar, bu kullanımın telif haklarına aykırı olduğunu savunuyor. Ancak mahkemeler zaman zaman “fair use” (kamu yararına sınırlı kullanım hakkı; telifli bir eserin izin almadan, belirli koşullar altında kullanılabilmesine olanak tanıyan hukuki ilke) kararları verebiliyor ve bu durum yazar hakları açısından kritik bir tartışma konusu haline geliyor