Hızlı parlama, trajik son: Bir “yandaş” olarak Mehmet Akif Ersoy’un çöküş hikâyesi

TRT’de hızla yükselip Habertürk’ün en tepesine kadar çıktığı “kısa yolculuk”, uyuşturucu, taciz, mobbing ve tehdit gibi pek çok iddianın gölgesinde cezaevinde noktalandı. İddiaların ne kadarı doğru, ne kadarı yalan, ne kadarı “toz duman” ürünü bilemeyiz; ancak Ersoy, canı istemediğinde başkalarına tanımadığı masumiyet karinesine şimdi muhtaç. Muhafazakâr camiadan çıkıp kadın, makam ve güç görünce “dönüşüm” geçirmenin yeni simgesi olarak medya tarihimizdeki yerini aldı.

Savcının sorularına yanıt veren Mehmet Akif Ersoy, “Benim 15 yılda edindiğim itibarımı 15 dakikada yerle bir ettiler” demiş. Haklı. Sadece 15 yıl gibi kısa bir sürede sıradan bir muhabirlikten Türkiye’nin en büyük medya gruplarından birinin tepesine kadar yükselmesinin “hızına” şaşırmamak elde değil.

Hakkında her saniye yeni bir iddia ortaya atılan, tacizden grup cinsel ilişki; mobbingden tehdide; uyuşturucudan âlem partilerine kadar uzun bir listeyle anılan Mehmet Akif Ersoy, hızlı parlayıp trajik şekilde son bulan hikâyesiyle şimdiden basın dünyamızın tarihine adını yazdırdı.

Bir zamanlar Kürt siyasetçilere “Terörle aralarına mesafe koysunlar, ekrana alırım” diyerek posta koyacak kadar “arkasındaki güçlere” güvenen Ersoy, o günlerde hatırlamadığı masumiyet karinesine bugünlerde muhtaç.

Hiç tanımadığı ve hayatında muhtemelen sigara bile kullanmayan geniş bir kitleye yönelik “haşhaşi” hakaretleri de unutulmuş değil.

Ya hayvan seven herkese “mama lobisi” ifadelerine ne demeli?

Hakkındaki iddiaların ne kadarı doğru, ne kadarı dezenformasyon, ne kadarı düpedüz yalan bilemiyoruz; ancak bildiğimiz bir gerçek var ki İslamcı camiadan çıkıp kadın, makam ve güç görünce “deri değiştirme”nin yeni simgesi artık o.

MEHMET AKİF ERSOY KİMDİR?

Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni olarak son yıllarda medya dünyasında adı öne çıkan Mehmet Akif Ersoy, İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu, ardından kariyerine 2009’da 6 News kanalında muhabir olarak başladı.

Daha sonra TRT bünyesinde çalışmaya başladı. 2010’da Addis Ababa temsilciliği, ardından Libya, Yemen, Suriye, Erbil gibi çatışma ve kriz bölgelerinde savaş muhabiri olarak görev yaptı. 2012’de dönemin tartışmalı lideri Muammer Kaddafi ile yaptığı röportaj ve 2015’teki “Zenga-Zenga” belgeseliyle dikkat çekti.

SELAM TEVHİD DOSYASI

İslamcı bir ailede ve çevrede büyüdüğü bilinen Mehmet Akif Ersoy, 1990’lı yıllarda yayınlanan Selam Gazetesi kadrosunda yer alan Nadir Ersoy’un oğlu olarak biliniyordu. İran destekli olduğu iddia edilen Selam Tevhid örgütü ile ilişkili gösterilen Nadir Ersoy, İran’daki molla rejimine yakın bir isim olarak öne çıktı. Son zamanlarda zamanda TRT dizilerinde de oynadı.

Mehmet Akif Ersoy’un da 2013 yılında TRT Kahire muhabiri olduğu dönemde Selam Tevhid bağlantısı şüphesiyle telefonları dinlenmişti. 15 Temmuz’dan sonra Gülen cemaatine yönelik operasyonlardan sonra söz konusu dosya “kumpas” olarak nitelendirildi ve sanıklar “ak”landı.

2017’den itibaren Ersoy, Habertürk’te program sunucusu, yapımcı ve ekran yüzü olarak boy göstermeye başladı. Yorum-analiz programları, dış politika, Orta Doğu haberleri ve gündem programları ile konumunu sağlamlaştırdı.

Giderek medya içinde yükseldi ve 2025 öncesinde Habertürk’ün en tepesine kadar çıktı.

Bu kariyer hattı, onun “kısa sürede medya elitleri arasında yükselen yeni kuşak gazeteci-yönetici” algısını yaratmıştı. Ancak bu yükseliş aynı zamanda “çok hızlı” ve “kontrolsüz” bir tırmanış izlenimi bırakıyordu.

ÇÖKÜŞ YILI: 2025

2025’in sonbaharında, kanalların da bağlı olduğu Can Holding ve medya şirketlerine yönelik yürütülen büyük mali soruşturma, doğrudan Ersoy’un konumunu da etkiledi. Holding ve bağlı medya kuruluşları hakkında “kara para aklama, vergi kaçakçılığı, sahte belge düzenleme, suç gelirlerini aklama” başta olmak üzere ağır iddialar yöneltildi.

11 Eylül 2025’te şirketlere kayyum atandı; Habertürk dâhil olmak üzere medya varlıklarının yönetimi devlete geçti.

Bu değişiklik, Ersoy’un medya platformundaki konumunun temelden sarsılması anlamına geliyordu. Ancak her ne olduysa kanalı devralan TMSF heyeti Mehmet Akif Ersoy’la devam etme kararı aldı. Şamil Tayyar’ın iddiasına göre Ersoy hakkındaki “iddialar”, kanalın yeni yönetimine iletilmişti; ancak bazı “hatırlı dostlar” devreye girerek durumu kurtardı. Rasim Ozan Kütahyalı da Ebru Köşker üzerinden, Mehmet Akif Ersoy hakkındaki iddiaların uzun süredir bilindiğini gündeme getirdi.

Ardından 9 Aralık 2025’te, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü “uyuşturucu madde” soruşturması kapsamında Ersoy hakkında gözaltı kararı verildi. Jandarma ekipleri evine baskın düzenledi.

Soruşturma kapsamında pek çok isim gözaltına alındı. Ersoy; “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak/bulundurmak/kullanmak”, “kullanılmasına yer ve imkân sağlamak” suçlamalarıyla birlikte; “evine gelen kadınlara uyuşturucu temin edip cinsel ilişkiye sokmak ve bu yolla maddi kazanç sağlamak” iddiasıyla adliyeye sevk edildi.

Tutuklanma kararı çıktı; Ersoy ile birlikte üç kişi tutuklandı, diğer şüpheliler adli kontrolle serbest bırakıldı.

Bu gelişme, Ersoy’un kariyerinin ve saygınlığının kırılma noktası oldu. Üzerine bir de taciz iddiaları eklendi.

NUR KÖŞKER’İN ANLATTIKLARI

Eski Habertürk spikeri Nur Köşker, sosyal medyada yaptığı açıklamada Ersoy’un yıllarca kendisini sistematik biçimde taciz ettiğini iddia etti. “Kıta değiştirdim o adam yüzünden” diyerek sessiz kaldığını söyledi.

Köşker; “asansör kapısını tutup bilmem neler”, “sabah 5’te taciz mesajı”, “ekrandan almakla ya da başka göreve atamakla tehdit etmek” gibi taciz ve baskı iddialarını dile getirdi.

Bu açıklamalar, Ersoy’un sadece yasal suç isnatlarıyla değil, medya içi güç, patronaj, kadın çalışanlara dönük baskı ve taciz iddialarıyla da ilişkilendirildiğini ortaya koydu. Kamuoyunda “medya yönetiminde karanlık, çukur yapılanmaları” tartışması yeniden alevlendi.

Şu anda bu iddialar iddia düzeyinde. Ancak hem uyuşturucu ve cinsel istismar suçlamaları hem de taciz iddiaları, Ersoy’un kariyerini paramparça etti.

“ARKASINDAKİ GÜÇ” KİMDİ?

Burada en çok merak edilen soru: Ersoy’un “arkasındaki güç” kimdi? Hangi siyasetçilerle, medya ve çıkar odaklarıyla ilişkisi vardı?

Habertürk, el konulan Can Holding bünyesindeydi. Holding’e yönelik suçlamalar ise “suç örgütü, kara para aklama, vergi kaçakçılığı, örgütlü finansman” iddialarını içeriyordu. Ersoy’a yönelik suçlamaların Can Holding ile ilgisi —şimdilik— yok; ama benzer suçlamaların içinden çıkarsa herhalde kimse şaşırmaz.

Mehmet Akif Ersoy, ekrandan HDP/DEM Parti siyasetçilerini “Teröristlerle görüşmem” diyerek hedef gösterirken arkasındaki güce güveniyordu. O gücün siyasal yönü o kadar baskındı ki AKP’li Şamil Tayyar bile “Hakkındaki şeyler biliniyordu ama hatırlı dostları devreye girdi” diyerek, TMSF yönetimindeki bir kanalda Ersoy’un nasıl görevde kaldığını açıklıyordu.

Mehmet Akif Ersoy, başta eski bakan Süleyman Soylu olmak üzere AKP’nin ileri gelenlerinin gözde “gazetecisi” olarak ekranlardan tam da isteneni veren biri olarak el üstünde tutuluyordu. Belli ki “arkasındaki güç”, hakkındaki uyuşturucu, taciz ve cinsel zorlamaya ilişkin daha ağır iddiaların bugüne kadar ortaya çıkmamasını da sağlamış.

Mehmet Akif Ersoy’un “arkasındaki güç”, salt bir kişi değil, olanca heybetiyle Recep Tayyip Erdoğan şahsında cisimleşen “milliyetçi-muhafazakâr” sağcılıktır. Hani şu, Enver Aysever’in tutuklanmasına neden olan sağcılık…

MEDYA VE GÜÇ

Mehmet Akif Ersoy’un hikâyesi, sıra dışı ve hızlı yükseliş modeliyle örnek teşkil ediyordu. Ancak bu model, “kontrolsüz yükseliş + görünmez güç ortaklığı” risklerini de taşıyordu.

Taciz ve uyuşturucu iddiaları ise sadece bireysel bir skandal değil; medya kurumlarının içindeki “kadın-erkek dengesi, güç hiyerarşisi, sansür-tehdit kültürü” gibi daha derin sorunlara işaret ediyor.

ÇÖKEN SADECE MEHMET AKİF ERSOY’UN HİKÂYESİ Mİ?

Mehmet Akif Ersoy’un düşüşü asla sadece bir “bireysel kötü adamın çöküşü” değil. Bu vaka, bana göre AKP medyasının “boyasının dökülmesi”. Dökülen milyonlar, verilen sınırsız güçler, parlatılan kariyerler ve sonsuz imkânlarla ulaşılabilen nokta işte bu. Mahallenin eski abilerinden birinin oğlu da olsa, sonuçta parayı, makamı, gücü ve kadını görünce yolunu şaşırıyor İslamcı.

Ersoy’un çöküşü, tek başına bir adamın çöküşü değil; AKP’nin özellikle 2015 sonrası inşa ettiği yeni medya düzeninin de ipliğini pazara çıkaran bir çöküştür. Ahlak, aile, ölçülülük ve kamusal sorumluluk gibi değerleri merkezine aldığını iddia eden bir düşünce geleneğinin temsilcilerinin güç, makam, şöhret ve iktidar imkânları karşısında savrulduğuna dair yargıları güçlendirmiştir.

Bu “çöküş”, kurumsal hafızası, ahlaki iddiaları ve siyasal kültürü olan geniş bir camianın kendi iç çelişkileriyle yüzleşmesini zorunlu kılıyor. “Kadın, makam ve güç” karşısında tekrar eden savrulmalar; muhafazakâr siyasetin ve düşüncenin kırılganlıklarını bir kez daha görünür hâle getiriyor. Böylece muhafazakârlık, söylem düzeyinde güçlü olsa da pratik düzlemde tutarsızlıklarla malul hale geliyor.

Mahkeme sürecinde neler görürüz, şimdiden bilmek zor; ama şu an için “hızlı parlayan medya yıldızı” için “trajik çöküş” demek hiç de abartı değil.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER