Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden ve bugün son yolculuğuna uğurlanan Tomris Giritlioğlu'yla ilgili yazı yazan siyaset bilimci Mümtaz'er Türköne, Hatırla Sevgili dizisindeki danışmanlık günlerinden 'tanıdığı' usta yönetmeni anlattı: "Gerçekten iyi bir insandı. Hırsı, tutkusu sanatınaydı. Bu ülkenin insanlığına da çok şey kattı."
Hayata veda eden usta yönetmen Tomris Giritlioğlu, bugün son yolculuğuna uğurlanıyor. Giritlioğlu, arkasında büyük bir sinema ve dizi deneyimi bırakarak gitti.
Giritlioğlu hakkında yazı yazan isimlerden biri de 27 Mayıs darbesi ve sonraki süreçte yaşananları anlatan “Hatırla Sevgili” dizisindeki konsept danışmanı olarak görev yapan siyaset bilimci Mümtaz’er Türköne oldu. “Tanıdığı” Tomris Giritlioğlu’nu anlatan Türköne, “Sahiciliğin peşindeydi. Zamanın, geçmişin ve toplumun hakikatine saygısı, sevgisi ve bağlılığı vardı” diye yazdı.
Mümtaz’er Türköne’nin TheTurkishPost isimli sitede yayımlanan yazısının tamamı şöyle:
“Benim hayatıma dokundu ve bana farklı bir boyut kazandırdı.
Tanıdığım en müstesna insanlardan biriydi.
“Hatırla Sevgili” dizisinde ülkücü karaktere derinlik kazandırmak için bana müracaat etmişti. Çok uzak bir gezegendi benim için. Dinledim. Samimiyetinden, işindeki ciddiyetinden ve niyetinden etkilendim. Daha çok da vicdanından. Sonra onun telkinleriyle iş büyüdü, senaryo danışmanı olarak bulaştığım iş, diyalog ve öykü yazarlığına, sonra başka dizilerde senaristliğe yükseldi. Kurgular, karakterler üzerinde konuşurken bir sinemacı olmanın ötesinde bir entelektüel ve bu topraklara ait bir insan olarak derdini ve maksadını, sanıyorum anladım.
Pırıltılı, bol ışıklı, egoların uçuştuğu, şöhretin ve paranın insanların başını döndürdüğü bir dünyada Tomris Giritlioğlu olarak kalmanın çok zor bir iş olduğundan emin olabilirsiniz. Sahiciliğin peşindeydi. Zamanın, geçmişin ve toplumun hakikatine saygısı, sevgisi ve bağlılığı vardı. Ayrıntılara sıkışan küçük gerçeklerden etkileyici hikâyeler çıkartmasını ve seyredenleri etkilemesini biliyordu. Mesleğini tutkuyla yaptığına şahidim. Hikâyeyi önce duygularında kendisi yaşıyor, sonra senaryoya ve oyunculara aktarıyor ve nihayet izleyenlere eksiksiz yaşatıyordu. İzleyicinin kuyruğuna takılmış sıradan yapımcılardan değildi. Klişelerden nefret ederdi. Hep denenmeyenin, ama sahici olanın peşindeydi. Zor olana soyunur, seyircinin önce dikkatini çeker sonra ikna eder ve onları kuvvetli bir hikâyenin peşine takıp sürüklerdi. Merak güdüsüne hitap etmekten çok izleyicin duygu dünyası ile anlattığı hikâyedeki zirveler arasında köprüler inşa etmekle meşguldü. Gerçeklerin tepeden tırnağa capcanlı duyguların arasında yeni bir hüviyete büründüğü hikâyelerdi bunlar.
Dönem dizisi yapmak demek tarihi yorumlamak demektir; hem de fırından yeni çıkmış bir simit gibi en sıcak ve taze haliyle. Yukarıdan, çok yukarıdan tarafsız ve adil bir gözle bakar, izleyenleri de bulunduğu yere çıkartır, o bakışın hazzını yaşatarak olayları ve karakterleri önlerine sererdi. Geçmişi eksiksiz o hikâyenin içinde duygusal doyuma ulaşmış bir ruh hali içinde, kurgu ve karakterlerle birlikte siz de yaşardınız. Onun dizilerinde özellikle siyasî olayların anlatıldığı sahneleri hatırlayanlar, kendilerine son derece hassas bir terazinin ve hata yapmayan bir vicdanın eşlik ettiğini teslim edeceklerdir. Benim dahil olduğum “Hatırla Sevgili” ve sonra “Bu Kalp Seni Unutur mu?” dizileri arşivlerde duran canlı kanıtlardır. Ertuğrul Kürkçü, Mustafa Yalçıner gibi solun yaşayan efsaneleri ile bir masanın etrafında senaryo üzerinde tartışırken, onun hakkı teslim eden vicdanına kaç kere şahit oldum. Üstelik Tanpınar hayranıydı.
Geldiği ve içinde yaşadığı sol geleneğe rağmen benim önümde işte bu vicdanla özgürce kalem oynattığım geniş bir alan açmıştı. Bir genç kızın âşık olabileceği hatta sonra evlenebileceği kadar düzgün bir ülkücü karaktere hayat verebilmek sol geleneğin hâkim olduğu o dünya için müthiş bir gelişmeydi. Diziler solun egemenlik alanıydı ve ilk defa Tomris Giritlioğlu sayesinde ülkücüler yapay-plastik karakterler olmaktan çıkmış, sahici bir hayatta nefes alıp verme imkânı bulmuştu. Netice önemli değil: Bunu en zor anlayanlar ülkücüler oldu.
Bendeki asıl etkisi daha derinlere yerleşti. Sıkı bir akademik disiplinden geliyordum. Toplumun ve siyasetin gerçeğinin teorilerde ve tarihsel belgelerde saklandığına inanıyordum. Duygulardan arınmış soğukkanlı bir akılla topluma nüfuz etmek ve teorik bir analizden geçirmek yeterliydi. Tomris hanımla karşılaşana ve onunla birlikte çalışmaya başlayana kadar.
Gerçek aslında karşımıza her zaman bir hikâye şeklinde çıkıyordu. Kant’ın şu meşhur sözüne atıfta bulunuyorum. Şöyle demişti: “Şayet nesnel bir gerçeklik varsa bilinmesi imkânsızdır. Tek bilebildiğimiz kendi oluşturduğumuz gerçekliktir ve o gerçeklik de her zaman bir hikâye biçimini alır.”
Tomris hanım işte şu bizim çok acımasız nesnel gerçekliğimizden bir hikâye çıkarmasını ve bu hikâyeyi en sahici haliyle bir dizilerde ve sinemada ete kemiğe büründürmesini çok iyi biliyordu. “Güz sancısı”nı, “Salkım Hanımın Taneleri”ni hatırlayın. Vicdan neydi? Cevap: Varlık Vergisi’ne, 6-7 Eylül olaylarına tam da Tomris Hanımın baktığı yerden bakmak ve olan bitenleri onun gibi ruhunuzda yaşayarak yargılamaktı.
Günlük tüketilen ve hemen unutulan sinema dünyasında “Kalıcı olan nedir?” diye sorarsanız, bu sorunun cevabını Tomris Giritlioğlu’nun geride bıraktıklarına bakmadan vermek mümkün olmayacak. Sinema bölümlerinde en az bir düzine master ve doktora tezini imzasını attığı eserleriyle dolduracağından eminim.
Teşvikiye camiinin avlusunda, son görevini yapmak için gelen kalabalıktan bir diyalog çarptı kulağıma: “Bu kadar seveni olması çok iyi bir insan olduğunu göstermiyor mu?”
Gerçekten iyi bir insandı. Hırsı, tutkusu sanatınaydı. Bu ülkenin insanlığına da çok şey kattı.