Metin Akpınar — Ne yapalım, böyleyiz; kaynadı kazan bir kere…

Metin Akpınar vakası ile bir kez daha tescil edildi: Bizdeki dedikodu kazanı devasa ve altı sürekli ateşte… Umuma da açık: Gelen kaşıklıyor, kimileri de kepçe kepçe içiyor.

Metin Akpınar

Oburiks’in çocukken içine düştüğü sihirli iksir kazanı kadar olmasa da hayli bereketli bir dedikodu kazanımız mevcut… Üstelik Galyalılar’ın gücüne güç katan sihirli iksir ihtiyaç hallerinde yapılır ve kazanın büyüklüğü sabitken, bizdeki dedikodu kazanı devasa ve altı sürekli ateşte… Umuma da açık: Gelen kaşıklıyor, kimileri de kepçe kepçe içiyor.

İşte bu kazana geçenlerde Metin Akpınar düştü. Aman kızı mıydı, mirasına mı göz dikti, şu bu… Kaynadı da kaynadı kazan. Köpüğünü sıyırdılar iştahla ara sıra. Ama çok az kişi özel hayat ile sanat hayatı arasında bir ayrım yapma zahmetine girdi.

Eserden ziyade şahsa bakma illeti bir gün harap edecek bizi. Hasan Ali Toptaş nasibini almıştı en son bundan… Şimdi Metin Akpınar, ilerde kim bilir kim…

Popüler kültür, her ne kadar ‘hızlı üretilen ve hızlı tüketilen kültürel öge’ olarak kabul görmüşse de, bayağılık anlam alanı içinde değil. Hele edepsizlik, hayasızlık hiç değil. Taşlar bir türlü bizde yerine oturmadığı için popülerliğin havuzunda dikiz ve şehvet’in bol pullu balıkları yüzüyor sık sık.

Başkalarının hayatlarına bakmayı sevdiğimiz kadar kendi hayatımıza da bakmayı başarsak, belki iştahımız azalacak ve ayıbımızı idrak edeceğiz. Oysa çitin üzerinden, anahtar deliğinden dahi yabancı bir bakışın bahçemize, evimize girmesine tahammülü yok kimsenin.

İkiyüzlülük böyle bir şey işte!

Kimse, ben 81 yaşında ikiz kız babası olduğumu öğrenseydim, ne hissederdim, diye sormuyor. Bunun, 85 milyonun önünde geviş getire getire izlendiğini ise akla hayale bile getirmiyor muhakkak.

SANATI SİYASETE TAHVİL ETMEK

1957’den bu yana oyunları, filmleri ve dizileriyle karşımızda olan bir sanatçı var.

Bile isteye sanatçı diyorum. Zira yaptığı her ‘iş’i sanat seviyesine yükseltmeye çalışan biri. Dahası: Yaptığı iş’le (!) gönüllerde taht kurmasına rağmen, burada kazandıklarını başka bir alana aktarmayı düşünmez hiç. Hele hele halkın sevgisini siyasete alet etmez.

Kemal Sunal, Tarık Akan, Emel Sayın, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Münir Özkul ve Halit Akçatepe, 1974 yapımı Mavi Boncuk filminin setinde.

Az çok herkes bilir ki, o bir sosyalist ve siyasete uzak değil. Hal böyleyken 1991’de ve 1995’te DSP’den milletvekili adayı olması için gelen teklifleri tereddütsüz ret eder.

Sanatı siyasete tahvil etmek doğru gelmez çünkü.

Sanatı ne kadar öncelediğini şu satırlarda açık seçik görmek mümkün:

“Şimdi gayrimenkul en moda iş, önerebilirim. Herkes ev alıyor. Bunun sonu ne olacak bilmiyorum. Aşağı yukarı her sene yüzde 10, yüzde 15 prim yapıyor gayrimenkul. Orta segmentte biraz şişlik var. Ama lüks satılıyor. Ondan sonra stüdyo da satılıyor,” (HaberTürk, Bülent İpek)

Gençlere sesleniyor Metin Akpınar. Sesinde keskin bir ironi gizli. Ama eminin ki, çoğu genç tavsiyesine uyup emlakçılıkta karar kılmıştır.

Kılmıştır, çünkü bizde oyunculuk, bilhassa son dönemde, para kazanmak ve vitrinde olmak için yapılan bir şey… Şey dememin sebebi şu: Çoğu oynamıyor bile; sadece o filmde, o dizide, o oyunda bulunuyor. Tıpkı özel hayatında bir barda, bir parkta, bir yatakta bulunduğu gibi… Senaryonun gerektirdiği karakter yahut tip olmuyor. Kendi oluyor ve biz buna itiraz etmiyoruz.

O kadar kendi oluyor ki, ayrım gözetmeksizin, dizi izler gibi özel hayatını da izliyoruz sosyal medyadan… Burnunu karıştırsa ‘olay’ oluyor, ağzı açık kalsa ‘gündem’, kıyafeti eksilse yıkılıyor (!) ortalık.

İYİ Kİ YAPMIŞIM – AMA NEYİ, NİÇİN?

Keçenin Teri’ni hatırlayanınız çıkar mı, bilmem… Yahut Demirkırat’ı… Şusu eksik, busu eksik, denebilirdi… Ama belgesel gibi belgeseldiler.

Duru Olmak’ı seyretmiştim daha önce. Peşi sıra da İyi ki Yapmışım’ı seyrettim. İkincisi ilkinden çok daha iyi olmasına rağmen ikisi de “belgesel” değiller bence…

Eğer her şeyi… Hemen hemen her şeyi… Belgeselin çekilmesine sebep olan (!) özneye anlattırırsan… O olsa olsa “röportaj” olur. Belgesel, tezli bir “şey”dir. Methiye dizme, yüceltme aracı değil. Mümkün olduğunca tarafsız olunması gerekir. İddianın altı doldurulmalı… Malum, “belge” söz konusu…

Ayrıca çekilenin belgesel olması, görüntünün, açının, şunun bunun alelade olmasını gerektirmez. İki belgeselden de tek bir kare kalmadı hafızamda.

Deve Kuşu Kaberesi.

Sonra Kandemir Konduk’suz “Devekuşu” mu olur! Gösterip geçmişler. bulundurup geçmişler. İki de laf ettirmişler. Fazla değil – iki… Oysa yaşıyor Konduk. Gidip konuşmanız mümkün… Konuşmanız mümkün, derken, şunu demek istemiyorum ama: Ne konuştuğu mühim değil; üç beş dakika laf etsin, yeter!

İyi ki Yapmışım ne söylüyor? “Metin Akpınar muhteşem bir tiyatrocu” diyor. Bunu söylemek için belgesel çekmeye ihtiyaç var mı?

Finale doğru, Cihat Tamer… Hafızamda kaldığı şekliyle söylüyorum, diyor ki: “Bugün o oyunları oynamamız imkânsız!” Tek bir kare kalmadı geriye, ama bu laf kaldı. Eh, o da… Bir ısırık sonrası elimden alınmış elma şekeri misali.

ŞURDA, ŞUNUNLA AGANİGİ

Metin Akpınar’ı beğenelim yahut beğenmeyelim, saygı duymalıyız. Bunu hak ediyor zira.

Onu eleştirmek, sanatına, emeğine saygısızlık değil. Bilakis onu daha iyiye, daha güzele yöneltmek adına elzem…

Ama onu, şurda şununla aganigi, orada onunla hop şaralom türü şekerlemeleri ağzımıza almadan eleştirmek gerek. Aksi, ona da zarar, bize de…

Hakikaten farklı bir duruşu olan biri var karşımızda. Mesela pek çok ticari girişimi söz konusu. 1992’de KİPA marketler zincirinin, ardından İzmir Kent Hastanesi’nin kurucu ortakları arasında yer aldı, yönetim kuruluna girdi. Hiç tanık oldunuz mu, bunu bağıra çağıra duyurduğuna!

Sık sık sanatçı olduğunu unutuyoruz. Ve bu unutkanlığımızı hoyratlığımızla perdeliyoruz. Zeki Alasya ile fevkalade eğlenceli, seyirlik filmlerde, harika kabarelerde oynadılar ve gün geldi ayrıldı yolları. Biz yakıştırıyoruz diye ayrılıklarını kabullenmeme hakkımız olabilir mi?

Zeki Alasya , Metin Akpınar, Müjdat Gezen ve Halit Kıvanç bir gösteri sırasında sahne arkasında.

Ama oluyor. 30’uncu İstanbul Film Festivali’nin Lütfi Kırdar’daki görkemli açılış gecesinde, söz dönüp dolaşıp Emek Sineması’na gelmişken, Metin Akpınar’a Zeki Alasya sorulabiliyor.

Kaldı ki Zeki Alasya da etkinlikte ve üç dakika önce bir konuşma yaptığı halde…

Hoyratlığımız yalnız halk kaynaklı değil. İktidar da sağ olsun pek hamarat bu hususta… Bir televizyon programındaki açıklamaları nedeniyle hakkında soruşturma açılıyor. Sivil ekip otosuna bindirilip, polis eşliğinde İstanbul Anadolu Adalet Sarayı’na götürülüyor. İfadesi alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor. Yurt dışına çıkış yasağı konuyor.

Sebep ne?

Sebep, iktidarla paralel düşünmemesi…

Tiyatro ve sinema sanatçısı Metin Akpınar bir tv programında. (Fotoğraf: Recai Kömür)


Bu haberler de ilginizi çekebilir:

 

Sonradan savcılıktaki açıklamaları sızıyor gazeteye:

“Burada çağdaş demokrasi tanımında olduğu gibi birbirleriyle aynı düşünmeyenlerin birlikte yaşayabilmelerinin örneğidir diye düşünüyorum Gezi olayları…”

Bakış açılarının farkı, bir sanatçıyı, bu yaşında ne hallere düşürüyor.

Biz böyleyiz! Sanatçının ‘iş’ine bakmakla yetinmez, özeline de burnumuzu sokarız. Hoşumuza gitmiyorsa fikirleri burnunu sürteriz. Ta ki ölünceye dek. İşte o zaman badem gözlü, hokka burunlu olur. Yine de unuturuz ‘iş’lerini… Ölüyü yüceltiriz.

Ne yapalım; böyleyiz! Ölü seviyoruz. Yaşayana, yaşatana tahammülümüz pek yok!

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com