Nasıl ki futbol, asla yalnız futbol değil; diziler de öyle. Şu sıralar Kızıl Goncalar gündemi belirliyor. Rahatsız olan tarikatlar bir yana, diziyi incelemeye alan RTÜK bir yana... Bu bir muhafazakâr-seküler savaşı mı? Diziler bizlere ne söylüyor, biz ne anlıyoruz?
Türkiye, bir süredir iktidar çevrelerini rahatsız eden iki diziyi konuşuyor. İlki 2022 yılında Show TV’de yayınlanmaya başlayan Kızılcık Şerbeti, diğeri ise 2023’ün sonuna doğru ekranlara gelen Fox TV’nin yeni dizisi Kızıl Goncalar…
Bu dizilerin ortak yanı, Türkiye’de giderek artan muhafazakârlaşma, modern-mütedeyyin çatışması, başörtülü kadınların kamu dahil daha görünür olması, cemaat ve tarikatların iktidar erki tarafından artık daha açıktan desteklenmesi, bu yapıların devlet kurumları içerisinde daha etkin hale gelmesi ve kendi içlerinde yaşanan şiddet, istismar vakalarını bir hikâye etrafında ekrana taşıyabilmeleri…
Bu içeriklerin iktidar çevrelerinde rahatsızlık yaratması sonrası harekete geçen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), dizileri mercek altına alarak inceleme başlattı. Sonrasında ceza yağdırdı. Hatta Kızılcık Şerbeti’ne verilen 5 kez yayın durdurma cezası, mahkeme tarafından ağır bulunarak reddedildi.
Tartışmanın son halkası Kızıl Goncalar dizisiyle yaşanıyor.
Seküler bir Atatürkçü olan Levent ve mutaassıp bir tarikatın içinde yaşayan Meryem’in kaderlerinin kesişmesini konu alan dizi, tarikatların kamusal alandaki ve devlet dairelerindeki gücüne mercek tutmasıyla dikkat çekiyor.
Oyuncular Özcan Deniz ve Özgü Namal’ın başrolünde olduğu dizinin ilk bölümünde Kur’an kursunda bir çocuğa atılan tokat, sosyal medyada gündem oldu. Dizi, tarikat ve cemaatlerin kendi mensuplarına yönelik baskıyı da gündeme getirmesiyle eleştirilerin hedefine oturdu.
Bu konuyu işleyen sahneler nedeniyle diziye ilk büyük tepki İsmailağa Cemaati’nden geldi. İktidara yakın Yeni Şafak gazetesi de diziyi hedef alarak dindarların düşman gibi gösterildiğini iddia etti.
Türkiye’deki siyasi polemiklere de gönderme yapılan dizide, bir karakter için “Yetmez ama evet’çi vatan haini” ifadesi kullanılması tepki çekmişti.
İsmailağa Cemaati dizinin kaldırılmasını talep ederken, dizi afişlerinin üstleri karalanıyor, dizi seti Fatih’teki çekim mekânlarına giremiyor. Dizinin çekim yapılacağı iki mekân için alınan izinler ise iptal edildi.
Bir diğer adından söz ettiren yapım ise yine Türkiye’deki toplumsal ayrışmaya ışık tutan, muhafazakâr-modern aile yapılarını işleyen Kızılcık Şerbeti dizisi…
Modern bir ailede büyümüş, özgür ruhlu bir genç kadın olan Doğa ile muhafazakâr bir ailede yetişmiş, geleneklerine bağlı bir genç adam olan Fatih’in aşk hikâyesini anlatan dizi, ailelerin farklı dünyalarını ve birbirleri arasındaki anlaşmazlıkları anlatıyor. Dizi aile bağlarını, farklılıkları ve hoşgörüyü de konu alıyor.
Tesettürlü, dini hassasiyetlerine göre yaşayan kesimi “gerici” gibi gösterdiği yönünde tepkiler alan bu iki dizi, başörtüsü imgesini işlemesiyle de dikkat çekiyor.
Türkiye’de bir kesim başörtü sorununun kalmadığını iddia ederken, hem eski CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsüne yasal güvence” isteyen çıkışı, hem de akabinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “başörtüsüne güvence için yeni anayasa” karşılığı vermesi konunun kapanmadığını gösteriyor.
Siyasette ve toplumsal tabanda yaşanan ayrışma ve tartışmalar ise başörtüsü özelinde mütedeyyin kadın imajıyla Türk dizilerine konu olmasıyla dikkat çekiyor.
Ekranlarda başörtüsü imgesi aslında çok yeni değil. 2012 yılında ATV’de yayınlanan Huzur Sokağı dizisinde zengin bir aileden gelen şımarık bir kadını canlandıran Feyza, ilerleyen bölümlerde tesettüre girmişti.
Yine 2014 yılında ATV’de yayınlanan Diğer Yarım dizisinde ikiz kardeşleri canlandıran Gonca Sarıyıldız, ikizlerden Esma karakteri için tesettüre girmişti. Dizide Zeynep karakteri başı açık şekilde karşımıza çıkarken, Esma karakteri daha muhafazakâr ve tesettürlüydü.
Star TV’de 2023 yılının başında yayınlanan Ömer dizisinde de oyuncu Merve Dizdar, tesettürlü bir kadını canlandırıyordu. Dizdar’ın hayat verdiği Nisa karakteri, dizide cami hocasının oğlu Ömer’in ablası rolündeydi.
Dizide karakterler arasındaki “din, ahlak” konuşmaları dikkat çekmiş, “Bir kadın çocuk yapıyorsa ilk önceliği çocuk olmalıdır” sözleri üzerine muhafazakâr kesimden eleştiri almıştı.
Türkiye’deki politik atmosfere ayna tutan bu diziler, eleştirilen grupların sinir uçlarına dokunmasıyla daha çok tartışılacak gibi. Bu tartışmaların ve tepkilerin en temel kaynağı ise işlediği meseleleri gerçek hayattaki hikâyelerden alması. Kızılcık Şerbeti’nin ekranlarda en çok izlenen dizi olması da seyirciyle ilişki kurduğunu ve toplumun bir bölümünden karşılık bulduğunu gösteriyor.
Belki de Netflix’in en iyi dizisi Bir Başkadır‘da yer alan Meryem karakteri, mütedeyyin kadın imajını konvansiyonel ekrana taşıyan itici güç oldu.
Bu noktada sinema ve dizi sosyolojisi üzerine çalışan akademisyen Mesut Bostan’ın Bir Başkadır’la birlikte yaşanan kırılmayı anlattığı bu açıklaması başörtüsü imgesinin bugüne kadar nasıl işlendiğine ışık tutuyor:
“Dizide başörtülülerin temsili konusu ise belirli bir gelişkinlik ifade ediyor. İlk defa Meryem karakteri ile özellikle belirli klişelerin ötesinde insani bir temsil ortaya konmuş gibi görünüyor. Türkiye’de sinemanın ve dizilerin başörtülü karakterleri temsil konusunda şimdiye kadar çok da incelikli davrandıkları pek söylenemez. 2000’li yıllarda özellikle yerli korku ve gerilim filmlerinde kadınlar üzerinden bir paranoya üretiliyordu mesela. Kadınlar bir takım doğaüstü varlıkların etkisine ya da genel olarak suiistimale açık, irrasyonel, mistik bir özel hayata sahip olarak resmediliyordu bu filmlerde. Beyza’nın Kadınları filminde başörtüsü bir korku öğesi olarak kullanılmıştı. Buradan üretilen paranoyanın politik bir bağlamdan kaynaklandığı açık.
Başörtülü kadınlar en ön sırayı alarak, bu tür temsillerin televizyonda ve filmlerde yer almasını gereksiz gördü sanırım bir noktada.
Diğer taraftan Diğer Yarım gibi televizyon dizilerinde de başörtülülük liberal uzlaşı ekseninde modernlikle eş düzeyde ele alınarak kucaklanıyordu. Bu da başka türlü bir politikanın sonucuydu. Bu olumlu temsillerin de gündelik hayatla bağlantısı zayıf ve bana göre biraz çarpıktı. Zaten toplum geneli, bunda belki başörtülü kadınlar en ön sırayı alarak, bu tür temsillerin televizyonda ve filmlerde yer almasını gereksiz gördü sanırım bir noktada. Bu da başörtülülerin birkaç klişe dışında temsil düzleminden silinmesine sebep oldu.
Bir Başkadır bu açıdan paranoyak olumsuz temsilden de liberal olumlu temsilden de kendini belirli ölçüde ayrıştırarak başörtülü karakterleri olağan gündelik durumlar içerisinde verebilmiş bana göre. Ama bu noktada dizinin genel yaklaşımının yine de klişelere dayandığını ve bunu bilerek yaptığını da söylemek lazım.”
Yazar Cihan Aktaş da başörtülü kadınların eskiden Yeşilçam’da uzak akraba, nine veya mutfak işçisi olarak göründüğünü hatırlatıyor. Daha sonra bu biçimin dizilerde de devam ettiğini söyleyen Aktaş, kamusal alanda başörtüsü tartışmalarının siyasetin dilini de belirlediğini ve başörtüsü direnişinin yavaş yavaş dizilerde de yer almaya başladığını ifade ediyor.
Aktaş, “Huzur Sokağı’nın Feyza’sının bir kamusal alan meselesi yoktu, hayatını evde kazanacağını, evine döneceğini vurguluyordu romanın sonlarında. Bir Başkadır’ın örtünme tarzı direnişçi kızlarınkini andıran kahramanı, bir rezidansta ev işçisi olarak çalışan Meryem, dizinin tanıtımlarında, ‘içinde bulunduğu çaresizliği kabullenen saf ve muhafazakâr bir kadın’ olarak tanımlanıyor. Ev işçisi kadınlar da metropolde ayakta durma mücadelesi verirken bir direnişçi karakteri ediniyor kuşkusuz” diyor.
Yazar-senarist yazarı Zehra Çelenk de Kızılcık Şerbeti dizisinin muhafazakâr-seküler çatışmasını ana akım medyaya cesurca taşıdığını belirtiyor. Çelenk bu çatışmayı aktaran dizinin aslında bu gerilimi körüklemediğine de dikkat çekiyor:
“Çok iyi ve çok kötü”lerin savaşı yok bu dizide. Algısı ötekini anlamaya açık olan herkesi dengeli yüzleşmelerle kendini de sorgulamaya iten bir yanı var. Bu açıdan tektipleştirmiyor, kamplaştırmıyor. Sorgulatıyor, tartışmalara itiyor ve en önemlisi her kesimden kadınlar özellikle kendi sorunlarının yansımalarını buluyor.”
Türkiye toplumunun en temel meselelerle yüzleşememesi durumunda çürüyüp gideceği belirten Çelenk, şu ifadeleri kullanıyor:
“İyi ki dokunuyor. Bu dizide mesela baştan çok yargılayıcı birer karakter olan seküler Kıvılcım’ın da, başörtülü Nursema’nın da adım adım dönüşümünü izledik.
Sadece muhafazakâr/seküler çatışması değil, kadın sorunu, evliliklerin ailelerdeki lüzumundan çok büyük ve toksik yeri, daha önce hep “yoksul halk” düzeyinde temsiline şahit olduğumuz muhafazakâr kesimin çok zengin ya da zenginleşmiş üst tabakasına, o evlerde yaşananlara da şahit olduk, bu da önemli.”
“Diziler, hikâyeler gökten zembille inmez, toplumsal gerçeklerden beslendikleri ölçüde sağlam ve inandırıcı olurlar” diyen Çelenk, bu konuları işleyen dizilerin devamının gelmesi gerektiğini söylüyor…