Liridon Maçestena anne ve babasının arkasında sol başta.
Zümrüt ablanın profil fotoğrafı karardığında anladım kara haber alacağımı. Her ne olduysa Facebook’un soğuk duvarından öğrenmek istemedim. Messenger’ın ara düğmesine gitti elim istemsizce… “Kaybettik Selahattin’im, Liridon’u kaybettik…” dedi hüzünlü sesiyle. Ana yüreği, kim bilir ne fırtınalar kopuyordu içinde ama metanetiyle bir kez da şaşırtıyordu. Fettah babanın kızına yakışır bir teslimiyetle konuşuyordu: “Ondan geldik ona döneceğiz, elden ne gelir ki…”
Zümrüt abla ve oğlu Liridon çok ünlü insanlar değil. Bundan tam 25 yıl önce Kırklareli’deki mülteci kampında tanıştığım geniş ailenin iki ferdi. Kosovalı geniş mülteci ailenin hikâyesinde ise özel bir yerleri var. Kampı ziyaret ettiğim bir gün “İstanbul’dan ne istersin?” diye sorduğumda Mahsun Kırmızıgül’ün bir kasetini istemişti. “Tamam, getireyim de kasetçaların var mı?” diye sorduğumda olmadığını söylemişti. Ailenin diğer mensupları için de Zaman Gazetesi’nin haber merkezinde muhabir arkadaşım Fatih Uğur ile küçük bir yardım kampanyası düzenlemiş, ertesi gün 15 yaşındaki Liridon’a işe yarar bir kasetçalar ile birlikte Mahsun Kırmızıgül ve İbrahim Tatlıses kasetlerini verdiğimde ne kadar da sevinmişlerdi.
Mahçup, dalgın, hep kederli bir çocuk olarak hafızama kaydettiğim 15 yaşındaki Liridon Maçestena yıllar sonra karşılaştığımda oturaklı bir genç adam olmuştu. Sonra evlendi, çoluk-çocuğa karıştı… Bir kızı bir oğlu oldu… Mahsun şarkılarıyla başladığı Türkçe merakı Türk dizileriyle devam etti ve aksansız Türkçesi ile kısa ama güzel sohbetler ettik Priştine’de….
Ailenin hikâyesine gelince… 1999 yılının bahar aylarında Kosovalı mültecileri getiren uçak Çorlu Havaalanı’na indiğinde tanışmıştık ilk kez. Emektar Nikon’umun çerçevesine sarışın bir bebek girmişti. Anita, bir buçuk yaşındaydı henüz. Ne olup bittiğinin farkında bile değildi. Acıkmıştı ve çok üşüyordu. Annesinin kucağında uçağın merdivenlerinden inerken sarı saçları, yorgun ve soluk benizi, başındaki kapüşonu ile bilmediği bir ülkenin topraklarına geliyordu. “Ben ise korkudan üşüyordum” diyordu annesi. Babası Ömer Hasani, savaşın ortasında, Kosova ‘da kalmıştı. 6 ve 7 yaşındaki iki ablası Klodina ve Romina, Üsküp Havalanı’nda başka bir uçağa bindirilmiş, nereye gittikleri belli değildi. Yanında annesi ve teyzesinden (Zümrüt, Liridon’un annesi) başka kimsecikler yoktu küçük Anita’nın.
Tarih 1999 yılının 5 Nisan’ı. İkindi vakti… Havaalanının bekleme salonuna alındıklarında Türkiye’de olduklarını anlamışlardı. Biraz olsun rahatlamışlardı. Herkes gibi Anita’ya da yiyecek bir şeyler ve bir kutu süt verildi. Uçakların ardı arkası kesilmiyordu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Çaresizlikten ağlayan annesi ve teyzesi, bu sefer sevinç gözyaşları döküyordu. Babalarını ve kardeşlerini bulmuşlardı bu hengâmede. Yani Anita’nın dedesi Fettah Berişa ile amcaları Agim ve Afrim’i. Bir de teyzesi Zümrüt Hanım’ın eşi İbrahim Bey’i ve oğlunu. Polis memuru Mustafa bir önceki uçakla gelen Fettah Berişa’nın durumuna acımış, onlarla özel olarak ilgilenmişti. “Polis Mustafa’ya bir teşekkür bile edemedim” derdindeydi dede Fettah Berişa. “Ama ona hep dua ediyorum” diyordu.
Kırklareli Göçmen Misafirhanesi. Liridon sağ baştan ikinci kişi.
Ailenin bundan sonraki durağı Kırklareli Göçmen Misafirhanesi’ydi. Fettah Berişa, iki kızı, iki oğlu ve torunlarını etrafına toplamıştı. Fakat küçük oğlu İskender ve ailesinden haber yoktu. Avusturya’ya gittiklerini daha sonra öğrenecekti. Anita’nın babası Ömer’in İsrail’e gittiğini öğrendikleri gibi.
İşte o aileyi, aradan tam 9 yıl geçtikten sonra gazeteci arkadaşım Celil Sağır ile bir araya getirmiş, mülteci olarak ayrıldıkları ülkeleri Kosova’da bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini birlikte kutlamıştık soğuk Priştine sokaklarında…
Oysa 9 yıl önce evlerini, eşyalarını, arabalarını, her şeylerini bırakarak doğdukları topraklardan atılmışlardı.
Her bir aile başkent Priştine’nin farklı bir semtinde oturuyordu. 1999 yılının Mart ayının 27’sinde yüzbinlerce Kosovalı gibi zor attılar kendilerini istasyona. Gelen trenler Makedonya sınırına kadar götürüp bırakıyordu. Orada ise onları Balkan soğuğu, yağmur, çamur ve çaresizlik bekliyordu. Tam sekiz gün açık havada aç ve açıkta kaldılar. Naylondan yaptıkları derme çatma baraka sayesinde donmaktan kurtuldular. Blatze Sınır Kapısı’nın Makedonya tarafında oluşturulan iki mülteci kampı da çoktan dolmuştu. Onlardan havaalanına gelmeleri istendi. Mülteci kabul edecek ülkelere uçaklarla gönderileceklerdi. Anita’nın ve ailesinin üç buçuk ay sürecek Türkiye yolculuğu böyle başladı. Üsküp’te ayrıldığı kardeşlerine ve akrabalarına Kırklareli Göçmen Misafirhanesi’nde kavuştu. Kaldıkları barakada en çok babasını düşündü.
“Ama bizi mülteci gibi değil misafir gibi karşıladı Türkiye. Ne kadar teşekkür etsek azdır” diyordu Anita’nın annesi Antigona. “Her türlü ihtiyacımız gideriliyordu diyor” ekliyor teyze Zümrüt. Bir anısını ise hiç unutamıyor: “Bir gün kampta Anita’yı gezdiriyordum. Birden ağlamaya başladı. Türk askerini görmüştü. Kosova’da Sırp askerleri hep korkunç şeyler yaptığı için polis ve askeri kötü kişiler olarak biliyordu. Durumu gören asker yanına çağırdı. Sevdi… Biraz sonra komutanı geldi. O da severek harçlık verdi. 2 yaşındaki kızımız polis ve asker korkusunu böyle yendi” diye anlatıyorlar. Zümrüt teyze şimdi Kosova’dan askerlere, polislere ve şehit ailelerine selam gönderiyor. “Türkiye’den bir şehit haberi geldiğinde en çok ben ağlıyorum, sanki kendi kardeşimi kaybetmiş kadar üzülüyorum” diyor. Ne de olsa bir Çanakkale gazisinin torunu Zümrüt Hanım. Dedeleri Feyzullah, Çanakkale’de savaşmış. Birlikte gittikleri üç yakını şehit olmuş. Dedesi savaşmak için Çanakkale’ye vardığında “Hey be gözünü sevdiğimin Arnavutları. Hoş geldiniz” diye karşılanmış asker arkadaşları tarafından. Büyük kahramanlıklar göstermişler. Bir İngiliz cephaneliğini havaya uçurmuşlar. Gazi Feyzullah’ın oğlu Fettah Berişa şimdi gururla anlatıyor Çanakkale anılarını. Çanakkale türküleri söyleyerek bu dünyadan göçmüş gazi babası.
Aynı yılın 15 Temmuz’unda Şampiyon Hersekli firmasının otobüsleriyle evlerine dönmek için yola çıktıklarında aynı aileden 19 kişi vardı. Geride ne kaldığını ve ne bulacaklarını bilmiyorlardı. Üstelik hâlâ Anita’nın babasından haber alınamıyordu. Ama sınırı geçer geçmez şoföre ‘aç camları’ dediler. Doya doya Kosova’nın kokusunu içlerine çektiler. Çoluk çocuk herkes ağlıyordu diye anlatıyorlar o günleri yâd ederken.
Otobüstekilerin hepsi Fettah Baba’nın evinde toplandı. Birkaç gün konakladı ve sonra herkes evlerini aramaya başladı.
Girmiya Mahallesi’ndeki evleri duruyordu durmasına Anitalar’ın. Ama evdeki bütün eşyaları talan edilmişti.
Dede Fettah Berişa’nın evlerinden biri yakılmış, bir diğeri kullanılamayacak haldeydi. Tıpkı oğulları Agim ve Afrim’in evleri gibi. Tahrip edilen Pizza dükkanları gibi…
Zümrüt Hanım, öğretmen eşi ve 15 yaşındaki oğlu Liridon ile geldiklerinde harabeyi andıran bir manzara ile karşılaştılar. Evin çatısından iki bomba inmiş ve evi mahvetmişti. Bütün eşyalar çalınmıştı. Sırp askerleri kalmak için de kullanmışlardı. Bir tek şeye dokunmamışlardı. Vefat eden annesi Ayşe’nin duvardaki siyah beyaz fotoğrafına. Beyaz bir kumaşa sarılmış paket gördü Zümrüt Hanım. Eşini ve çocuğunu bir bahaneyle dışarı yolladı. Bomba olursa onlara bir şey olmasın ben açayım diye. Gözlerini kapayarak el yordamıyla açtı. Bir kitaptı. Annesinin kendisine hediye ettiği Kur’an-ı Kerim’i buldu. Zarar görmeyen bir de o kalmıştı.
Blatze Sınır Kapısı’nda Kosova’dan ayrılırken karşılaştıkları ve durumlarına acıyan komşuları Sırp askerinin söyledikleri -insan her yerde insanlığını koruyabilir- kulaklarında çınladı. “Şimdi bu kapıdan nasıl çıkıyorsanız yine öyle geleceksiniz. Hem de en kısa zamanda. Merak etmeyin.” Gelmişlerdi gelmesine; ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bu sefer belirsizlikti canlarını yakan. İşsizlikti, hayatta kalma ve her şeyi yeniden kurma mücadelesiydi. Bütün Kosova gibi aradan geçen 9 yılda Berişa ailesi de bunun mücadelesini verdi. Hâlâ veriyor. Ama şimdi hür ve bağımsız Kosova’da…
Küçük Anita büyümüş, okula gidiyordu. İyi. Hem de ‘pekiyi’. 11 yaşındaydı Kosova özgürlüğüne kavuştuğunda. Başarılı bir öğrenci olarak ailenin neşe ve gurur kaynağı oldu her zaan.
Ablaları Romina ve Klodina da öyle…
Anneleri Antigona ülkeye döndükten sonra hemşire olarak hastanede çalışmış. Şimdi ise çocuklarına bakabilmek için bir anaokulunda görev yapıyordu. Kuyumcu olan baba Ömer Hasani ise hayata sıfırdan başlamak zorunda kalmış. Gümüş ve takı işleri ile meşgûldü.
Şimdi hayatta olmayan dede Fettah Berişa 76 yaşındaydı. Hâlâ genç, hâlâ dinçti. Yakılan evlerini kısa sürede kullanır hale getirmiş. İlerlemiş yaşına rağmen çok çalışıyordu. Hangi çocuğunun ihtiyacı varsa onun yanında kalıyor; büyük bahçesinde ürettiği sebze ve meyveleri toptancılara satıyordu. Kimseye muhtaç olmadan gelip geçti dünyadan..
Afrim’in savaş sırasında sığınak olarak da kullandıkları restoranları yakılmıştı. Döndükten sonra süre iş bulamamış. Sonra Priştine’nin en büyük oteli Grand Hotel’in lokantasında çalışmaya başlamıştı. Ama yine işsizdi.
Agim de işsiz…
Aileleriyle birlikte hayat mücadedeleri sürüyor; “Özgür Kosova’yı gördük ya” diyorlardı.
Küçük kardeş İskender mülteci olarak gittiği Avusturya’dan döndükten sonra Birleşmiş Milletler ve ilgili kuruluşlarda görev yaptı. İngilizcesi ve aktifliği ona savaş sonrası yeni imkanlar ve fırsatlar sunmuştu. Tarih öğretmeni eşi ve biri mülteci iken doğan üç çocuğu ile mutlu bir hayat sürüyordu.
Zümrüt Hanım ise öğretmen olan eşi İbrahim ve oğlu Liridon ile ayakta kalma mücadelesini sürdürdüler. Neşeli ve duygusal yapısıyla hep daha iyisi için çalıştılar. Oğul Liridon Mahsun Kırmızıgül ve İbrahim Tatlıses’le başlayan merakı sayesinde Türkçe gibi hiçbir eğitim almamasına rağmen anadili konuşuyordu.
Bu arada aile 28 kişi olmuş. Ellerinde bayraklarla bağımsızlık kutlamasına yürüyorlar. Bütün Kosova gibi…
Aradan yıllar, yıllar geçti… O geniş ailenin mutlu fotoğrafından iki kişi eksildi.
Biri dede Fettah Berişa, diğeri ise torun Liridon…
Bir teselli midir, bilmiyorum, mültecilik nöbetini bana devreden Liridon, 40’ında amansız hastalığı yenemedi, dünya sürgününden asıl yurduna doğru yola çıktı.
Güzel kalbinin yüzüne vuran tebessümüyle… Onu annesi, babası, kardeşleri uğurladı.