Halife Abdülmecid için Hindistan’da hazırlanan türbenin hikâyesi

Son halife Abdülmecid Efendi için Hindistan’ın Haydarabad şehrine yaklaşık 560 kilometre mesafede bulunan Aurangabad ilçesinde bir türbe hazırlandığını biliyor muydunuz? Bugün harabe halindeki türbe, hem Abdülmecid Efendi’nin kaldırılan halifeliği yeniden canlandırma arzusunun, hem de hilafeti Hindistan’a taşımayı planlayan Haydarabad Nizamı’nın yıkılan hayallerinin adeta bir sembolü.

Son Osmanlı padişahı Vahdettin’in İstanbul’u terk etmesinden sonra Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 32. Osmanlı padişahı Abdülaziz’in altı oğlundan birisi olan Abdülmecid Efendi’yi 19 Kasım 1922’de halifeliğe seçti. Abdülmecid Efendi, yaklaşık 2 yıl boyunca ‘halife’ sıfatıyla İstanbul’da yaşadı. Mart 1924’te TBMM’den çıkarılan bir yasa ile hilafet kaldırılınca, Abdülmecid Efendi ve ailesi Türkiye’den çıkartıldı. Önce İsviçre’ye ardında da Fransa’nın Nice şehrine taşınan Abdülmecid Efendi, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, 23 Ağustos 1944’te hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 10 yıl Paris Camii’nin gasilhanesinde tutulduktan sonra, Türkiye’ye gömülme izni alınamayacağı anlaşılınca, Medine’deki Cennetül Baki Mezarlığı’na defnedildi. Peki bugün Hindistan’da vahşi doğanın ortasında kalan, duvarlarını grafittilerin ve aşıkların isimlerini kazıdığı 15 metre yüksekliğindeki bu türbe neden ve nasıl inşa edilmişti?

Halife Abdülmecid Efendi, Dolmabahçe Sarayı’nda son kez düzenlenen Cuma Selamlığı töreninde. Törende Refet Bele Paşa da hazır bulundu.

HALİFENİN SPONSORU OLAN NİZAM

Abdülmecid Efendi, bir gecede apar topar Türkiye’den sürgüne gönderilince, önce kısa bir süre İsviçre’de yaşamış, ardından da Fransa’ya taşınmıştı. Bu sürede ciddi mali sorunlar yaşayan Abdülmecid Efendi’nin yardımına o dönemde dünyanın en zengin insanları arasında olan Haydarabad Nizamı Mir Osman Ali Han yetişti. Abdülmecid Efendi’ye aylık 300 Sterli maaş bağlamayı kabul etti. Hindistan’ın dolaylı İngiliz yönetimi altındaki en büyük ve en hızlı modernleşen prenslik devleti olan Haydarabad Devleti’nin yedinci nizamı veya hükümdarı olan Mir Osman Ali Han, sarayında 12 bin hizmetçi çalıştırıyordu. Nizamın serveti, İngiliz monarşisinin kraliyet tacında bulunan mücevherlerin de çıkarıldığı Golconda madenlerinden geliyordu. Hatta Hindistan’ın uzun süredir İngiltere’den geri istediği kraliyet tacındaki devasa ‘Koh-i Noor’ elması da Nizam’ın madenlerinden çıkarılmıştı. Nizam o kadar zengindi ki, günümüzde değeri 50 milyon dolar olan elmasları ‘kağıt ağırlığı’ olarak kullanıyordu. Bu kadar zengin olan Nizam, bir o kadar da cimriydi. Dostlarını evindeki yemek davetlerine çağırmak için, eski zarflardan yırtılmış kağıt parçalarının yazılmış davetiyeler kullanıyordu.

1930’LARDA DÜNYANIN EN ZENGİNİ

1800’lerin sonu, 1900’lerin başlarında Haydarabad, İslam dünyasının kültürel ve entelektüel merkezi olarak ön plana çıkarken, büyük ölçüde Hindu bir nüfusu yöneten Nizam Ali Han, hoşgörülü ve oldukça kültürlü bir yönetici olarak ün salmıştı. Halife Abdülmecid yaveri aracılığı ile kendisinden mali destek istediği zamanlarda, Time dergisine göre dünyanın en zengin insanıydı. Haydarabad’daki çok sayıdaki saraylarına rağmen, zamanının önemli bir kısmını Londra’da geçiriyordu. Abdülmecid Efendi adına gelen yaveri Salih Efendi, halifenin bir otel odasında rehin kaldığını anlatınca, ona maaş bağlamayı kabul etti. Böylece Abdülmecid Efendi ile irtibatı başlamış oldu.

EVLİLİK YOLUYLA HİLAFET TRANSFERİ

Bu süreçte, Hindistan’ın bağımsızlık hareketinin efsanesi, Gandhi’nin yakın müttefiki ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlılar adına lobi faaliyetlerinde bulunan, aynı zamanda ‘Halifelik Hareketi’nin eski lideri Mevlana Şevket Ali devreye girmişti. Mevlana Şevket, halifeliğin kaldırılmasını bir türlü içine sindirememiş ve bir şekilde yeniden canlandırılmasını arzu ediyordu. Hem Nizam hem de Abdülmecid Efendi ile konuşarak, iki aile arasında bir bağ kurulmasının altyapısını hazırladı. Bu bağ, Abdülmecid Efendi’nin 17 yaşındaki kızı Prenses Dürrüşehvar ile Nizam’ın oğlu Azam Cah’ın evlenmesi ile sağlanacaktı. Böylece Halife ile dünyanın en zengin Müslüman ailesi arasında kurulacak sıkı ailevi bağ, hilafetin yeniden canlandırılmasını sağlayabilirdi.

Fotoğraf: C. Beaton (Renklendirme: Klimbim)

GÜZELLİĞİ DİLLERE DESTAN PRENSES

Halifenin kızı Prenses Dürrüşehvar, 1914’te İstanbul’daki Çamlıca Köşkün’nde doğmuş, çocukken Türkçe’nin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Farsça ve Arapça öğrenmişti. 10 yaşında kadar kaldığı İstanbul’da güzelliği ile dillere destan olmuş, iri ve renkli gözleri ile halkın gözdesi haline gelmişti. Oldukça kültürlü bir genç olan Prenses Dürrüşehvar, Fransız Rivierası’ndaki sürgünde müzik okudu, binicilik yaptı ve tenis oynadı. Bu arada Fransız edebiyat dergilerine denemeler yazıyordu. Saray geçmişi ve güzelliği nedeniyle İran ve Mısır Kralları, Dürrüşehvar’ı gelecekte ülkelerini yönetecek varisleri Rıza Pehlevi ve Faruk için talip olmuştu. Onların dışında dünyanın önde gelen müslüman monarşilerinin varisleri de aracılar vasıtasıyla güzelliği dillere destan Dürrüşehvar’a talip oluyordu. Ancak babası Abdülmecid Efendi, henüz yaşının küçük olduğu gerekçesiyle taliplere hayır diyordu.

HALİFE’NİN KIZI DÜNYANIN EN ZENGİNİ İLE EVLENİYOR

Ancak Dürrüşehvar’ın 17 yaşında olması ve babasının talipleri reddetmesi, Mevlana Şevket’i durduramadı. Abdülmecid Efendi’nin içinde bulunduğu mali sıkıntıları da kullanarak kafasındaki planı uygulamaya koymak için harekete geçti. Mevlana Şevket’in düşündüğü hilafetin canlandırılması fikrini, hemen hemen herkes farketmişti. Ankara’daki genç Türk hükümetinden Bombay’daki Urdu basınına ve Haydarabad’daki İngiliz politikacılardan Nice’deki Amerikalı gazetecilere kadar herkesin evlilik birliğinin gözle görünenin ötesinde daha fazlasını, yani bir siyasi potansiyeli barındırdığını anlamıştı. İngiliz arşivleri, Türk hükümetinin evlilik gerçekleşmeden önce İngilizleri bir ‘halifelik entrikası’nın döndüğü konusunda uyardığını ortaya koyuyor. Her ne kadar Londra da planı fark etse de, farkına vardığında işler geri döndürülemez bir noktaya ulaşmıştı. Nitekim düğünden birkaç gün önce, Time dergisi ‘’Bu gençler evlenip bir erkek çocuk sahibi olsalardı, dünyevi ve manevi gerilimler o çocukta zengin bir şekilde harmanlanırdı ve ‘gerçek halife’ olarak ilan edilebilirdi.’’ diye yazdı.

ÖNCE İSVİÇRE, SONRA FRANSA

Halife Abdülmecid Efendi, hilafetin ilgası Ankara hükümeti tarafından kendine tebliğ edildiğinde, kararı reddetmişti, ancak bu karara karşı çıkabilecek bir kudreti yoktu. Abdülmecid, iki eşi, çocukları ve yanlarında iki kalfa ile sarayından ayrılırken, buruktu. Ankara hükümetinin aldığı karar, İslam dünyasında da büyük bir şoka neden olmuştu. Hintli Müslüman entelektüel Emir Ali, bunun hem İslam hem de daha geniş medeniyet için bir felaket olduğunu ve islamın ahlaki bir güç olarak parçalanmasına yol açacağını ilan etti. İngiliz Times gazetesi, ‘Hiçbir siyasi değişiklik bundan daha çarpıcı olamazdı ve belki de çok azı nihai sonuçlarında bu kadar önemli olabilir’ diye yazdı. Abdülmecid Efendi, eline verilen bir miktar para ile dönemin Orient Expresi’ne bindirilmiş ve kendisini İsviçre sınırında bulmuştu. İsviçre, iki eşli birisinin ülkeye alınamayacağını belirterek, uzun süre onları sınırda bekletse de, sonrasında birçok ülkenin devreye girmesi ile ‘son halife’yi ülkeye kabul etti. Leman Gölü kıyısında bir otele yerleşti. Daha sürgündeki ilk haftasında bir bildiri yayınlayan Abdülmecid Efendi, Türk hükümetini ‘dinsiz’ olmakla suçlamış ve Müslümanları harekete geçmeye çağırmıştı. Bir devlete bağlı olmayan ve tüm müslümanları kapsayan bir halifelik önerdi.

Ramazan ayında Haydarabad Mekke Camii. (FOTOĞRAF: NOAH SEELAM / AFP)

PARASI BİTİNCE OTELİ TERK ETTİ

Çağrısı çok kısıtlı bir çevrede duyuldu. O dönemin en etkili müslüman entellektüellerinin olduğu Hint coğrafyasından gelen destek dışında, İslam coğrafyasının büyük bir kısmı, birçoğu tarihi gerekçelerle, çağrıya kulak asmadı. İsviçre, Türk hükümetinden gelen baskı ile Abdülmecid Efendi’ye bir daha benzeri siyasi açıklamalar yapmaması gerektiğini, aksi takdirde ülkede kalmasına izin verilmeyeceğini diplomatik bir dille izah etti. Daha birkaç ay geçmeden Türkiye’den ayrılırken kendisine verilen paranın sonu gelmişti ve kaldığı otelin maliyeti ailenin kadıramayacağı kadar yüksekti. Kısa bir süre sonra Abdülmecid Efendi ve yanındakiler, öncelikle mali gerekçelerle, bunun yanında az da olsa siyasi saiklerle Fransa’nın Nice şehrine taşındı.

MALİ SORUNLARIN ZORLADIĞI EVLİLİK

Fransa’ya taşınsa da mali sorunlar bitmemişti. Abdülmecid, İslam dünyasının önde gelen isimlerinden hem siyasi hem de mali destek istiyor ancak taleplerine karşılık bulamıyordu. Son olarak yaveri Londra’ya gitti. Dünyanın en zengin insanlarından Nizam Ali Şah, mali destek sağlama taaahhüdünde bulundu ve aylık 300 sterlin maaş bağladı. Bu ilişkinin ardından Mevlana Şevket’in aracılığı ile son halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Prenses Dürrüşşehvar ile Haydarabad Nizamı’nın oğlu Azam Cah, 1931’de evlendiler ve yaşamak üzere Haydarabad’daki saraya taşındılar. 1933’te, düğünden iki yıldan az bir süre sonra, Prenses, hem son halifenin hem de dünyanın en zengin insanı Haydarabad Nizamı’nın torunu olan Bereket Mukarram Cah’ı doğurmak için Hindistan’dan Nice’e döndü. Hilafet adına büyük umutlar beslenen Bereket Mukarram Cah annesi ile birlikte uzun süre Hindistan’da yaşadı.

Halife Abdülmecid Efendi’nin vasiyeti.

İŞTE O TÜRBENİN ARDINDAKİ GERÇEK

MEE yazarı İmran Mulla’nın İngiliz arşivlerinde yaptığı bir araştırma, üzerinde gizli damgası vurulmuş eski bir evrakı açığa çıkardı. Kasım 1944’te, Abdülmecid’in Paris’te ölmesinden üç ay sonra, İngiltere’nin Haydarabad’daki siyasi temslicisi Sir Arthur Lothian tarafından yazılan mektuba göre, Nizam Ali Şah, merhum halifenin vasiyeti hakkında İngilizlerden bilgi saklıyordu. Sir Lothian’ın mektubuna göre Abdülmecid’in son isteklerinden birisi Haydarabad’a gömülmekti. Daha da ilginci, Abdülmecid, torunu Mukarram Bereket Jah’ı halifeliğin halefi olarak atamıştı. Devrik halife, torunu aracılığıyla Hint alt kıtasında Osmanlı halifeliğini yeniden canlandırmayı planlamıştı. Dünyanın en zengin adamı olan Nizam da bu planı uygulamak için uygun bir zaman kolluyordu. Ancak o uygun zaman hiç gelmedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki günlerde İngiltere eski sömürgelerinden teker teker çekilmeye başlamıştı.

Haydarabad’ın eski şehir bölgesinde Nizam Mehaboob Ali Han’ın eski ikametgahı olan Nizamların Mücevheri “Falaknuma Sarayı ”nın oturma odası. yürüyor. (FOTOĞRAF: NOAH SEELAM / AFP)

NİZAM’IN DEVLETİ ELİNDEN GİDİYOR

Abdülmecid Efendi’nin hayatını kaybetmesinden yaklaşık 3 yıl sonra 15 Ağustos 1947’de, Haydarabad, Hindistan’ın geri kalanıyla aynı gün bağımsızlığını ilan etti. Yeni kurulan Hindistan Cumhuriyeti, topraklarının ortasındaki dev bir devleti kontrol eden Nizam’ın bağımsızlık talebini reddetti ve Hindistan’a bağlanmasını teklif etti. Nizam, Hindistan Cumhuriyeti’ne bağlanmayı reddedince, prensliği Hindistan ordusu tarafından işgal edildi ve bölgede yaşayan yaklaşık 40 bin müslüman katledildi. Peki ya bölünme olmasaydı ve Hindistan bunun yerine bir federasyon olsaydı, ki bu öneri 1946’ya kadar masada olan bir ihtimaldi. Acaba Haydarabad makul bir şekilde özerk, modern ve hilafeti temsil eden bir prenslik devleti olabilir miydi? Prens Mukarram Bereket Jah, Haydarabad Nizamı ve helifenin varisi olarak, İslam dünyasını dönüştürme potansiyeli de dahil olmak üzere küresel siyaset üzerinde büyük bir etki kurabilir miydi? Belki bir Hint halifeliği, Haydarabad’ı İslam dünyasının odak noktası haline getirebilir ve Hint alt kıtasının Müslümanlar için önemini artırabilirdi. Ancak bunların hiçbiri olmadı. İngilizler bu plandan bir çıkarları olacağını düşünseler kontrollerinde bir hilafet kurumunu destekleyebilirlerdi ancak o günkü şartlarda İngilizler başka sorunlarla meşguldü.

NİZAM İLE SON HALİFENİN ‘HİLAFET’ ANLAŞMASI

2021 yılında bulunan 1931 tarihli bir başka belge de, Abdülmecid Efendi’nin hayallerini daha net ortaya koydu. Abdülmecid tarafından 19 Kasım 1931’de, kızının düğününden bir hafta sonra de Nice’te imzalanan belgeye göre, Abdülmecid Efendi, halifelik unvanın geleceğini belirliyordu. Nizam’a verilen belgeye göre, hilafet Abdülmecid’in hayata veda etmesiyle Nizam’a devredilecek, daha sonra da, Abdülmecid Efendi’nin soyundan doğacak ilk erkek toruna geçecekti. Eğer, Abdülmecid ölmeden bir erkek torunu olursa, Nizam’ın ‘emanetçi halifelik’ görevi otomatik olarak düşecekti.

HALİFE DEDESİNİN KILICI İLE TAHTA OTURDU

Fakat bu planların ve hayallerin hiçbirisi gerçekleşmedi. Nizam Ali Han’ın devleti elinden gitti. Babasının devleti elinden gidince, Bereket Cah’ın nizamlığı ve halifeliği de otomatikman suya düştü. Ama dedelerinin bu hayallerini hiç aklından çıkarmadı. Doğuştan halifeliğin de varisi olduğu savunulan Mukarram Bereket Jah, 1967’de nizamın törensel bir sıfattan öte anlamı olmayan unvanına kavuştuğunda dedesi Abdülmecid’in gösterişli kılıcını elinde tutuyordu. Bugün o kılıç, eski Haydarabad saraylarından birisinde sergileniyor. Son Nizam Mir Osman Ali Han’ın onlarca saraylarından müzeye çevrilen birisinde… Diğer saraylarından birisi bugün otel, bir kısmı müze, bazıları yıkılmak üzere, bazıları da çoktan yıkılmış durumda.

İNGİLİZLERDEN HALİFE’YE FİLİSTİN YASAĞI

Evliliğe aracılık yapan Mevlana Şevket Ali, hilafetin devamı için düğünden hemen sonra harekete geçti. 1931’de düğünden birkaç hafta sonra, Kudüs Müftüsü ile birlikte Filistin’de organize edilecek Dünya İslam Kongresi’ne katılmak için yola çıktı. Başta Mevlana Şevket ve Abdülmecid, hem de kongrenin toplanmasına aracılık edenler, Osmanlı halifelik iddiasının devamı için olumlu bir sonuç elde etmeyi planlıyordu. Ancak plan başarısız oldu. Daha kongre yaklaşırken, İngilizler görevden alınan halifenin Filistin’e girişini izin vermeyeceklerini duyurdu. Abdülmecid’in planı akim kaldı. Ve son halife Abdülmecid, 1944’te, şehrin Alman güçlerinden kurtarılması sırasında ABD ve Nazi askerleri arasındaki bir çatışma sırasında, Paris’te kalp krizinden öldü.

İSTANBUL’A İZİN ÇIKMADI, MEDİNE’YE GÖMÜLDÜ

Bu sırada dünya, son halifenin Hindistan’da gömülme isteğini yerine getirilmesi için çok fazla değişmişti. 1940’larda inşa edilmiş türbenin bulunduğu Aurangabad, artık Hindistan’ın Maharashtra şehrinin bir parçasıydı. Nizam’ın sözünün hükmü kalmamıştı. Hem de Nizam, Hindistan genelinde Hindular ve Müslümanlar arasındaki büyüyen toplumsal gerginlikleri göz önüne alarak, halifenin bedeninin kızının yaşadığı ve varisi Mukarram Jah’ın büyüdüğü Hindistan’a getirilmesini akıllıca bulmadı. Abdülmecid’in, kızının onlarca defa İsmet İnönü’yü ziyaretine ve sayısız mektubuna rağmen, Türkiye’de defnedilmesine de izin çıkmadı. Son halifenin naaşı, 10 yıl Paris Camii’nin gasilhanesinde saklandı. Camii yönetiminin artık naaşı daha fazla tutamayacaklarını beyan etmesinden sonra aile, Abdülmecid Efendi’yi 1954’te Peygamber şehri Medine’ye defin izni aldı. Cennetül Baki mezarlığına gömüldü.

BİR ARA GELİP İSTANBUL’DA YAŞADI

Hem Nizam’ın hem de halifenin varisi olan ve kendisi üzerine büyük planlar kurulan Mukarram Jah, Haydarabad düştükten sonra 15 yaşında iken 1948’de İngiltere’ye taşındı. Herhangi bir üst sınıf İngiliz beyefendisi gibi seçkin Harrow Okulu, Cambridge Üniversitesi ve Sandhurst’teki Kraliyet Askeri Koleji’ne gitti. 1967’de dedesinin ölümünden sonra onun yerine nizam oldu. Ancak sembolik törende öbür dedesi Abdülmecid’in kılıcını taşımak dışında halifelik unvanını talep edebilecek durumda değildi. 1971’de Hindistan hükümeti nizam unvanını kaldırdı. Dedesinden kalan çok sayıda saray için emlak vergisi tebliğ etti. Bu yüzden Mukarram Jah alışılmadık bir çözüm seçti ve 1973’te Batı Avustralya’ya taşındı. Burada 200 dönümlük bir koyun çiftliği satın aldı. Jah bir keresinde bir gazeteciye İslam’ın ilk halifesi Ebu Bekir’in de çoban olduğunu söylemişti. ‘’Bu nedenle ben de çoban olmamam için hiçbir neden göremiyorum’’ demişti. Jah, 1996’da altmışlı yaşlarında iken dedesinin bir zamanlar halife olduğu İstanbul’a taşındı. Osmanlı halifeliğinin varisi, eski Osmanlı başkentinde küçük bir apartman dairesine yerleşti ve hayatının geri kalanını gözlerden ırak yaşadı. Ölümünde, sekizinci nizam olan Mukarram Jah, Halife dedesinin başaramadığını başardı ve Hindistan’da, Haydarabad şehrindeki Mekke Mescidi’ne gömüldü. Dokuzuncu nizam olan en büyük oğlu Prens Azmet Jah, İngiliz bir film yapımcısı oldu. Halen Haydarabad’daki sarayların sahibi olarak hayatını sürdürüyor.

HÜZÜNLÜ PRENSES LONDRA’DA GÖMÜLDÜ

Hayatı siyasi ve dini pazarlık edilerek evlendirilen Prenses Dürrüşehvar, 1954’te 23 yıllık evlilikten sonra boşandı. 2006’da 92 yaşında ölene kadar Londra’da yaşadı. Prenses, Londra’daki Brookwood Mezarlığı’na gömüldü. Vasiyetinde, Ankara hükümetinin babasının 62 yıl önce oraya gömülmesine izin vermediği için Türkiye’de gömülmeyi reddetti.

DAĞILAN ÜÇ DÜNYANIN HİKÂYESİ

Hiç var olmamış Hindistan halifeliğinin hikayesi, çöken ve dağılan üç dünyanın hikayesi gibi: Osmanlı imparatorluğu, İngiliz imparatorluğu ve prensler tarafından yönetilen bir Hindistan devleti. Aynı zamanda Osmanlı imparatorluğunun çöküşünden sonra, 20. yüzyılda İslam ve Müslümanlar için yeni bir siyasi gelecek hayal eden bir girişimin nasıl akamete uğradığının da hikayesi. Son Halife’nin hiç kullanılmamış ve bir harabeye dönmüş türbesi de bu hikâyenin sembolü gibi…

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com