Enfes Bir Akşam: Şık ambalaja sarılmış tanıdık bir hikâye

Uluç Bayraktar'ın yönettiği, Aslı Enver ve Engin Akyürek'in başrollerinde yer alığı Netflix'in yeni dizisi Enfes Bir Akşam (Old Money), ne kadar “olgun” görünmeye çalışsa da eski Türk televizyon dramalarının devamı gibi hissettiriyor.

Netflix’in Ekim ayının başında yayınladığı sekiz bölümlük dizi Enfes Bir Akşam, daha adını duyduğum anda bende şöyle bir beklenti oluşturmadı değil: “Acaba bu kez gerçekten başka bir şey mi izleyeceğiz?” Fragmanı izleyen herkes gibi bende de renk paletinden müziğe, başrollerin yan yana duruşundan İstanbul fonuna kadar gayet cilalı bir iş hazırlandığı izlemi oluşturdu. Ama diziyi izlemeye başlayınca durumun hiç de öyle fragmanda göründüğü gibi olmadığını anlamak uzun sürmedi. Üstelik ‘cilayı’ kazımana bile gerek yoktu; hikâye zaten tanıdık tanıdık göz kırpıyordu.

Başrollerde Aslı Enver ve Engin Akyürek var. Bir araya gelmeleri bile sosyal medyayı heyecanlandırdı. Hatta fragmandan önce galada verdikleri pozlar “kimya var mı yok mu” tartışmalarına neden oldu. Ama ben o kısma hiç takılmadım. Oyuncular zaten kamera önünde yıllardır su gibi akan insanlar, asıl mesele onların eline verilen malzeme. Bir oyuncunun gözünden ateş fışkırsa bile sahne, klişe bir dramatik kalıbın içine sıkışmışsa o ateşin harareti sadece bir iki saniye sürüyor, sonra dağınık diyaloglarla sönümleniyor.

Dizinin uluslararası adı “Old Money”. Yani mesele zaten daha isminden belli: Eski kökler, köklü servetler, aile görgüsü, kuşaktan kuşağa taşınan ayrıcalıklar. Burada Nihal karakteri bu dünyanın temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Zenginliğin içinde büyümüş, aile mirası elden gitmek üzere olan, geçmişi parlak ama geleceği tehdit altında bir kadın. Karşısında ise Osman var: Sonradan güçlenen, parayı sıfırdan kazanan, gösterişe değil kontrole odaklanan bir profil. Yani bizim memleket dramalarının en sevdiği karşıtlık: “Kökü güçlü ama zemini çatlak kadın” ile “parayı kendi eliyle yontmuş erkek”.

İyi oyuncular, tanıdık yüzler

Şimdi bu denklem kâğıt üzerinde ilginç durabilir ama dizide karakterlerin hikâyeleri değil, kalıpları konuşuyor. Her sahnenin nereye varacağını tahmin etmek zor değil çünkü daha önce başka adlarla defalarca izlediğimiz senaryoların bir varyasyonu gibi. Hatta bazı sahneler o kadar güvenli yazılmış ki izleyiciyle mesafe koymak yerine yan koltuğa oturuyor, “hadi tahmin et şimdi ne gelecek” der gibi bakıyor.

Bu noktada yapım ekibine bakmak gerekiyor. Diziyi Tims & B Productions üstlenmiş. Timur Savcı ve Burak Sağyaşar zaten sektörde eli güçlü isimler. Prodüksiyon kalitesini teslim etmek lazım; mekanlar, ışık, ritim, kostüm… Hepsi tastamam. Ama teknik sağlamlık bazen hikâyenin rehavete düşmesine de izin veriyor. “Nasıl olsa izlenir” güveniyle ilerlenen işler, çoğu zaman risk almaktan kaçınır. Burada da tam o durum söz konusu.

Yönetmen koltuğunda ise Uluç Bayraktar var. Önceki işlerinden bilindiği gibi atmosfer kurmayı, karakterleri çerçevelemeyi, sahneyi nefes aldırarak ilerletmeyi seven bir yönetmen. Bu dizide de kamera sakil değil, kurgu gözü yormuyor, planlar dengeli. Ama yönetmenlik bazen senaryonun izin verdiği kadar özgür olabiliyor. Bayraktar’ın estetik tavrı diziyi kurtarmıyor belki ama taşları düzgün diziyor. Sorun şu ki dizinin ruhunu oluşturan senaryo, o taşların altını boş bırakıyor.

Kadroyu da es geçmeyelim. Dolunay Soysert, Taro Emir Tekin, İsmail Demirci, Selin Şekerci ve diğerleri… İyi oyuncular, tanıdık yüzler. Ama tanıdıklığın avantajından çok dezavantajı öne çıkmış. Çünkü çoğunun temsil ettiği karakterler başka dizilerden çıkarılıp burada yeniden isimlendirilmiş gibi duruyor. Seyirci artık sadece “iyi oynaması”yla yetinmiyor, “şaşırtması”nı bekliyor. İyi oyunculuk klişeyi bertaraf etmeye yetmiyor.

Dizinin tanıtımında “İstanbul sosyetesini altüst edecek bir aşk” vurgusu var. Fakat ortada altüst olan bir sosyete değil, sadece hikâyeyi biraz daha dramatize etmek için başvurulmuş bildik bir cümle var. İzleyicinin zihninde yıllardır yer eden aşk-dram-sınıf gerilimi üçgeni burada yeniden servis edilmiş. Sunum şık, porsiyon kontrollü, tabak büyük, sos parlak… Ama tat, önceki tariflerden radikal biçimde ayrılmıyor.

Yerli platform işlerinin pahalı versiyonu gibi

İşin komik yanı, dizi ne kadar “olgun” görünmeye çalışsa da bazı sahneler hâlâ eski Türk televizyon dramalarının devamı gibi hissettiriyor. Netflix platformu özgürlük alanıysa, buradan beklenen şey sahip olunan formülleri yinelemek değil, yeni anlatım yolları açmak olmalı. Enfes Bir Akşam, şu haliyle yerli platform işlerinden sadece biraz daha pahalı duran bir versiyon gibi.

Peki, izlenmez mi? Elbette izlenir. Oyuncu kadrosu zaten insanı kendine çeker, prodüksiyon kalitesi göze hoş gelir, akıcılık açısından rahatsız etmez. Ama bende bıraktığı his şu: Bu dizi, “aman izleyici yabancılık çekmesin” korkusuyla yazılmış. Yeni bir şey söylemeyen ama söyleyecekmiş gibi yapan işlerin kaderi de genelde seyirlik olup geçmek oluyor. Bir akşam açarsın, iki bölüm izlersin, üçüncü bölümde bitireyim bari dersin ama finalde “iyi ki izledim” değil, “tamam, gördük” diyerek kapatırsın.

Bütün bunlara rağmen dizinin ilerleyen bölümlerde karakterlerin köklerini biraz daha deşmesi, sınıfsal gerilimi yüzeyden derine çekmesi ya da aşkı sadece estetik pozlarla değil çatışmayla beslemesi ihtimal dahilinde. Ama şu anki tabloya bakınca Enfes Bir Akşam isminin ironik bir yan taşıdığı hissinden kurtulmak zor. Belki de o akşam o kadar enfes değildir; sadece şık masaya servis edilmiştir.

Sonuç? Ne izleyeni pişman eden ne de hayran bırakan işler vardır ya, Enfes Bir Akşam tam öyle bir yapım olmuş. Kötü diyemem ama şaşırtıcı hiç diyemem. İyi oyuncular, iyi yönetmen, düzgün prodüksiyon… Hepsi tamam. Eksik olan tek şey, beklenmeyeni yapma cesareti.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER