“Babo”: Işığın altında yalnız kalanların hikâyesi

"Babo: The Haftbefehl Story" adlı belgesel sadece bir rap ikonunun yükselişini değil, bir kimliğin parçalanışını ve yeniden kurulma çabasını ekrana getiriyor. Belki de en önemlisi, “başarı” kavramını yeniden sorgulatıyor: Eğer kimliğini kaybediyorsan, kazandığın neye yarar?

Bazı hikâyeler başarıyı anlatmaz; başarının neye mal olduğunu hatırlatır. Babo: The Haftbefehl Story, sadece bir rap ikonunun yükselişini değil, bir kimliğin parçalanışını ve yeniden kurulma çabasını ekrana getiriyor. Belgesel, sahnede parlayan bir adamın içindeki karanlıkla hesaplaşmasını konu alıyor ve aslında hepimizin içinde bastırdığı bir sesi harekete geçiriyor.

Haftbefehl ya da gerçek adıyla Aykut Anhan, Almanya’nın Offenbach şehrinde Türk kökenli bir ailede büyüyor. Ama belgeselde “Türk” ya da “Alman” kimliği değil, arada kalmışlık, örselenmişlik, ötekileştirilmişlik anlatılıyor. Evde konuşulan dil, dışarıda duyulan nefret, okulda hissedilen yalnızlık… Hepsi birbirine karışıyor.

Belgesel, bu karmaşayı steril bir arka plan olarak değil; sokakların, duvarların ve müziğin “sesini” hissettiren bir gerçeklik olarak sunuyor. Haftbefehl, bu iki dünya arasında sıkışmış bir çocuk olarak başlıyor yolculuğuna. Rap onun dili oluyor, hayatta kalma biçimi, kendi hikâyesini yazma yolu.

Rap: Sokağın dili, ruhun çığlığı

Rap, belgeselde sadece müzik değil. Bir hayatta kalma stratejisi. Haftbefehl’in kelimelerinde öfke, sitem, mizah ve trajedi bir arada. Belgesel, onun kelimeleriyle aslında bir toplumun nabzını tutuyor. Almanya’daki göçmen gençlerin, sisteme karşı sessiz direnişinin melodisi oluyor.

Bir sahnede, Haftbefehl gözleri dolu bir ses tonuyla “Benim için rap, konuşamadığım her şeyin sesi” diyor. O an izleyici rap’in sadece bir sanat formu değil; dilini kaybeden bir neslin kendi sesini bulma çabası olduğunu hissediyor. Rap burada bir kimlik politikasına, bir varoluş felsefesine dönüşüyor ve belgesel, bu dönüşümü sanki bir yara izine dokunur gibi incelikle gösteriyor.

Babo, hiçbir anında sanatçıyı yüceltmiyor. Tam aksine, her başarı anının ardında bir çöküş gösteriyor. Sahnede binlerce kişi “Babo!” diye bağırırken, arka planda bir adamın iç sesi duyuluyor: “Bu kadar gürültüde neden bu kadar yalnızım?” O cümle, modern çağın özeti gibi: parlayan ekranların ardında, herkes bir süreliğine alkışlanıyor ama kimse gerçekten duyulmuyor. Belgesel, bu sessizliği sahici biçimde hissettiriyor. Kameralar parlıyor ama Haftbefehl’in yüzünde bir donukluk var. O an, tüm ışıkların insanı ne kadar kör ettiğini düşünmeden edemiyor insan.

Kimliğiyle savaşa tutuşanların hikâyeleri

Belgesel sadece bir sanatçının hikâyesinden ibaret değil elbette. Aynı zamanda topluma tutulan bir ayna. Göçmen kökenli gençlerin, sisteme yabancılaştırılanların, kimliğiyle savaşa tutuşanların hikâyelerini de anlatılıyor. Ama bu gerçeği romantikleştirmiyor belgesel. Aksine, sert bir dürüstlükle anlatıyor: Toplum seni önce yok sayar, sonra seni konuşur, en sonunda da seni tükürür. O arada, sen kendi adını bir markaya dönüştürmek zorunda kalırsın. Haftbefehl tam da bu ikilemin içinde var oluyor.

Belgeselin arkasında iki yönetmen var: Juan Moreno ve Sinan Sevinç. Moreno daha önce gazetecilik alanında çalışmış, Sevinç ise kısa filmler ve reklam ajansları sahnesinden gelmiş bir yönetmen. Bu belgesel için yaklaşık 2–3 yıl boyunca kamera takip edilmiş.
Yapımcı koltuğunda ise Elyas M’Barek ve Pacco‑Luca Nitsche var. M’Barek, belgesel yapımında görece yeni bir isim ama bu projede yaratıcı danışman olarak da sürece derinlemesine dahil olmuş durumda.

Kamerayı ise Wesley Salamone üstlenmiş; filmde gözlem‑belgesel yaklaşımıyla birlikte bazı yeniden canlandırma sahneleri de kullanılmış durumda.

Yönetmenler belgeseli şöyle tanımlıyor: “Amaç gerçeklikti. Maskelerin değil, çıplak derinin görüntüsü sadece parlamayan, aynı zamanda kanayan…” Yani ‘görsellik’ burada sadece sahneyi süsleyen bir unsur değil; hikâyenin kendisiyle organik bir biçimde iç içe.

En büyük başkaldırı kendini korumaktır

Babo’yu izledikten sonra sanki birisinin iç dünyasına istemeden girmişim duygusuna kapıldım. Bu üretim, bize rap’in sadece ritm olmadığını; ruh olduğunu hatırlatıyor. Belki de en önemlisi, “başarı” kavramını yeniden sorgulatıyor: Eğer kimliğini kaybediyorsan, kazandığın neye yarar?

Haftbefehl’in hikâyesi, aslında bir uyarı gibi: Eğer sistem senin acını satacak kadar kurnazsa, o zaman en büyük başkaldırı kendini korumaktır.

Babo: The Haftbefehl Story bir müzik belgeselinden çok daha fazlası. Bu film, sokağın sesiyle toplumun vicdanını karşı karşıya getiriyor. O çarpışmadan çıkan yankı uzun süre zihninde kalıyor.

Belki de sorulması gereken soru şu: “Bir toplum kendi çocuklarını susturmak yerine dinlese ne olurdu?”

Bu belgesel, işte o soruyu sorduruyor sessiz, ama yankısı güçlü bir şekilde.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER