Bazen sessizce gider insan kimseleri incitmeden…

Bir spor yazarı olarak Ahmet Çakır’ı biliyordum elbette. Ama edebiyatçı yanını bilmiyordum. İşte o yüzünü, Saatleri Ayarlama Enstitüsü sayesinde öğrendim.

Spor yazarı Ahmet Çakır hayatını kaybetti. (Fotoğraf: Selahattin Sevi)

Sanırım üç ay önceydi, kapısını çalmıştım. Bir olimpiyat yazısı rica etmiştim kendisinden…

Sesi yorgun gibiydi. “Yazarım…” demişti. “Biraz zaman verir misiniz?”

Laf olsun, torba dolsun diye değil, gerçekten zamana ihtiyacı olduğu için böyle söylemişti; biliyordum. Hastaydı. Ameliyat olmuştu. Terapiler de fazlasıyla yoruyordu. Ancak hayata tutunma yollarından biriydi yazmak…

Bu nedenle imkân yaratmak istiyordum aklımca…

O yazı hiç yazılmadı. Çünkü zaman onun için bitti.

Hayır, “yaşam mücadelesini kaybetmedi”; sadece dünya yükünden kurtuldu.

Ödül Almıştı Radyo Uyarlaması

Onu, yıllar yıllar önce, bir radyo oyunu sayesinde tanımıştım.

Hemen düzelteyim kendimi: Bir spor yazarı olarak Ahmet Çakır’ı biliyordum elbette. Ama edebiyatçı yanını bilmiyordum. İşte o yüzünü, Saatleri Ayarlama Enstitüsü sayesinde öğrendim.

Tanpınar’ın o muazzam eserini TRT için radyoya uyarlamış… Hatta o uyarlama ödül dahi almış… Ancak dinlemek ne mümkün!

Radyo oyunlarını yayımlayan bir site vardı. Oraya yazmıştım. Yardımcı olamadılar.

Hevesim geçmeyince Ahmet Bey’e yazmıştım. O her zamanki nezaketiyle ilgime şaşırmış bir halde, oyunun kendisinde kaydı bulunmadığını söylemişti.

Yazılarından Türkçe’ye hâkimiyeti zaten hissediliyordu, ama bu kadar “ileri” gidebileceği, aklımdan geçmemiş demek ki… Öyle mahcup oldum ki, kelimelerle anlatmak mümkün değil.

Bilenen, Sevilen Bir Yazardı

Aradan yıllar geçti. Bir kitap fuarında karşılaştık.

Ben kendisini tanımakta güçlük çekmedim. Sonuçta o bilinen, sevilen bir yazardı.

Bense müstear adla futbolcu biyografileri yazan bir yeniyetme…

Tezgâhtaki kitapları ayakta inceleyip, yazarını sormuş, ben de ‘benim’ diyememiştim.

Kitabın arkasındaki fotoğrafa bakıp beni tanıyınca da yelkenleri suya indirmiştim.

Yayımlanan tüm biyografilerden birer adet vermiştim kendisine…

Vakit bulup okuyamaz endişesi vardı üzerimde doğrusu…

Ama beni bir kez daha yanıltmıştı Ahmet Bey. Kitaptaki e-posta’ya yazıp, programına davet etmişti.

Koştura koştura gitmiştim programına. Program çıkışında da arabasıyla beni Mecidiyeköy’e bırakmıştı, yolu üstünde olmamasına rağmen.

Hastalığı İlerlemiş, Enerjisi Çekilmişti

Sonrasında ‘yazar’ım oldu. Editörlüğünü yaptığım bir siteye belli aralıklarla yazılar yazdı.

Birbirimizi tanıdıkça aramızdaki samimiyet gelişti. Bu zamanla güvene de dönüştü.

Bazı kitaplarının baskısından hoşnut değildi. Onların gözden geçirilip yeniden yayıma hazırlanmasını istiyordu.

Bir de bir Jupp Derwall kitabı hazırlamak.

Ancak hastalığı ilerlemiş, enerjisi çekilmişti. Parmakları tuşlara eskisi kadar seri basmıyordu.

“Siz yazar mısınız?” demişti. “Ben tüm söyleşilerimi ve yazılarımı iletirim size…”

Onun ricası emir sayılırdı. İkiletmedim bile… Oğlu Barış, bir gün çalıştığım yayınevine uğradı. Bendeki birkaç kitabını aldı.

Bir dağıtımcıyla anlaşmıştı. Ben de fiyat etiketi yapıştırmıştım kitaplarına…

Son Centilmen’i İmzalayacaktı

Artık telefonla konuşmuyor, ama yazışıyorduk. Mesajları o mu yazıyordu, bilemiyordum. Ama şöyle bir yazışma geçti aramızda…

“Kardeş, iyilikler dilerim. Derwall kitabını yapabilecek miyiz?”

“Yaparız tabii…” demiştim. “Bir ara görüşelim. Planını çizelim. Aklınızdan geçeni aktarırsanız bana, ona sadık kalarak hazırlarım.”

Nezaketi hiçbir zaman elden bırakmadı. “Benim hareket olanağım sınırlı. Bir gün TSYD Levent merkeze gelebilirseniz” dedi, “Son Centilmen kitabımı da imzalarım.”

Bir başka yazışmamızda da şunları söyledi: “Acil bir iş değil. Elinizdekilerin hepsi bittikten sonra yapabiliriz. Ben eldeki notlara bir daha göz atıyorum. Mustafa Denizli ve Ahmet Akcan’dan da yazı isteyeceğim.”

Sonra bir sessizlik sürecine girdik. Ta ki ben olimpiyat yazısı isteyene kadar…

O Mustafa Denizli ve Ahmet Akcan’dan sözünü ettiği yazıları istedi mi, bilmiyorum. Ama benim istediğim yazı, gelmedi… Gelemedi!

Şimdi bakıyorum da, uzak bir köşede duruyor Dostun Ölümü kitabı. Hanı şu Akademi Kitabevi Öykü Ödülü’nü kazanan kitabı…

Hemen yanında Bana Derler Balatlı… İmzalarken gözleri ışıldıyordu. Okunacağından emindi çünkü.

Son Centilmen’i imzalı alamadım kendisinden… Hiç değilse şimdi çıkıp alayım kitabevinden. Belki böylece borcumu öderim kendisine.

 

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com