YUKIO MISHIMA – Estetiğin, Onurun ve Ölümün Yazarı

Hayatı bir sahne gibi yaşadı; ölümüyle o sahneyi mühürledi.


Yukio Mishima kimdir?

Yukio Mishima (gerçek adıyla Kimitake Hiraoka, 1925–1970), 20. yüzyıl Japon edebiyatının en tartışmalı, en estetik takıntılı ve en politik figürlerinden biridir. Sadece romanlarıyla değil, tiyatro oyunları, kısa öyküleri, denemeleri, vücut kültürü ve ölüm ritüeliyle de Japon modernleşmesinin hem ürününü hem de itirazını temsil eder. Mishima’nın metinlerinde güzellik ile çöküş, cinsellik ile ölüm, gelenek ile nihilizm iç içe geçer.

Mishima, 1949’da yayımlanan ilk büyük romanı Bir Maskenin İtirafları ile hem edebiyat çevrelerinde sarsıcı bir etki yaratmış, hem de bastırılmış cinsel kimliğini ve estetik arzularını cesurca dillendirmiştir. Ardından gelen Altın Köşk Tapınağı, Yasak Renkler, Deniz İnsanı, Aç Susuz gibi eserlerinde Japonya’nın savaş sonrası kimlik bunalımını, bedensel düşkünlüğünü ve güzellik takıntısını işler.

1968’de Nobel Edebiyat Ödülü için aday gösterilmiş ama ödül Kawabata’ya verilmiştir. Mishima bu dönemden itibaren edebi üretimini politik eylemle birleştirmiş; Japonya’nın “ruhsuzlaştığını”, geleneksel samuray ahlakının ve imparatorluk sadakatinin kaybolduğunu savunmaya başlamıştır. Kendi kurduğu milliyetçi paramiliter örgüt Tatenokai (Kalkan Derneği) ile 1970 yılında Tokyo’daki askeri garnizonlardan birini işgal etmiş; imparatora sadakat çağrısı yaptıktan sonra kamu önünde seppuku yaparak hayatına son vermiştir.

Mishima’nın ölümü, onun yazdıklarıyla yaşadıkları arasındaki uçurumu değil, bu iki alanın kusursuz birleşimini simgeler. Hayatını bir sanat eserine dönüştürmek istemiştir—ve başarmıştır.


Yukio Mishima nasıl bir ailede, nasıl bir çocukluk ortamında yetişti? Bu koşullar onun edebiyatını ve ölüm takıntısını nasıl şekillendirdi?

Yukio Mishima, 14 Ocak 1925’te Tokyo’da, Nagazumi-cho semtinde doğdu. Asıl adı Kimitake Hiraoka idi. Ailesi, Meiji dönemi Japonya’sının yükselen ama hâlâ aristokratik gölgeler taşıyan bir bürokrat ailesiydi. Babası Azusa Hiraoka, Tarım ve Ticaret Bakanlığı’nda görevli sert mizaçlı bir devlet memuruydu; annesi Shizue ise klasik Çin edebiyatı uzmanı bir akademisyen ailesinden geliyordu. Anne tarafından dedesi, Kaisei Akademisi’nin beşinci müdürüydü. Baba tarafından büyükbabası Sadatarō Hiraoka, Japonya’nın kuzeyinde Karafuto (Sakhalin) Valiliği yapmış üst düzey bir yöneticiydi.

Ancak Mishima’nın karakterini en çok etkileyen figür büyükannesi Natsuko oldu. Aristokrat bir soydan gelen, Tokugawa hanedanına kadar uzanan soylu bir geçmişe sahip bu kadın, Mishima’yı daha bebekken ailesinden alıp kendi odasında, güneşsiz, sessiz, yalnız bir dünyada büyüttü. Erkek çocuklarla oynaması, güneşe çıkması, fiziksel etkinlik yapması yasaktı. Onun yerine kadın kuzenleriyle, porselen bebeklerle oynadı. Natsuko’nun zaman zaman öfke nöbetlerine kapıldığı, hatta bu duygusal şiddetin Mishima’nın sonraki yıllarda geliştirdiği ölüm estetiğine kaynaklık ettiği düşünülür.

12 yaşına geldiğinde babası Azusa, Mishima’yı tekrar himayesine aldı. Fakat bu geçiş sert oldu. Azusa’nın ideal çocuğu asker gibi davranmalı, yazıdan çok kılıca özenmeliydi. Oğlunun yazarlık eğilimini “efemine” bularak el yazmalarını yırtıyor, onu trenlere karşı dikerek korkuya alıştırmaya çalışıyordu. Bu zıt baskılar arasında Mishima, gizli bir yazı evreni kurdu. Ona en büyük desteği annesi verdi. Ne yazsa önce annesine okurdu.

Estetik duyarlılığı büyükannesinin yönlendirdiği Kabuki ve Nō tiyatrosu ile gelişti. 13 yaşında Kabuki’ye götürüldü; kısa sürede tiryakisi oldu. Her ay düzenli izler, sahneleri ezberler, rollerin estetik yapısına hayran kalırdı. Bu geleneksel sanatlar, Mishima’nın iç dünyasındaki çelişkilerle birleşerek edebî kimliğini şekillendirdi: kadınsı ile erkeksi, yaşamla ölüm, güzellikle yok oluş sürekli yer değiştiren temalara dönüştü.

Tüm bu bileşenler —soyluluk mirası, bastırılmış çocukluk, sanatla büyülenme, babasal şiddet ve anne desteği— Mishima’nın yalnızca yazar kimliğini değil, hayatının dramatik finalini de belirledi. O, hem geçmişin hayaleti hem de geleceğin itirazı olarak, Japon edebiyatında bir tür yaşayan performansa dönüştü.


Mishima’nın eğitim hayatı ve ilk yazarlık deneyimi onun düşünce dünyasını nasıl şekillendirdi?

Yukio Mishima, altı yaşında Japonya’nın seçkin okullarından biri olan Gakushūin’e, yani soylular ve imparatorluk ailesi çocukları için kurulmuş Peers’ School’a kaydedildi. Bu okul yalnızca akademik başarıyla değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal asaletiyle de öne çıkıyordu. Mishima burada hem modern hem de klasik Japon edebiyatıyla tanıştı; mitolojiye, Batı edebiyatına ve geleneksel Japon şiirine tutkuyla bağlandı. Kojiki mitlerinden Yunan tanrılarına, Baudelaire’den Jean Cocteau’ya, Oscar Wilde’dan Nietzsche’ye uzanan bir okuma serüveni onun iç dünyasını şekillendiren ilk kıvılcımları yaktı. Aynı zamanda Alman dili eğitimi de aldı.

Henüz 12 yaşındayken edebî öyküler yazmaya başlayan Mishima, kısa sürede okul dergisi Hojinkai-zasshi’de haiku ve waka şiirleri yayımladı. 1941’de, 16 yaşındayken yazdığı “Hanazakari no Mori” (Çiçek Açan Orman) adlı öykü, Japon edebiyat çevrelerinde dikkat çekti. Öykü, atalarının hâlâ içinde yaşadığı hissini anlatan semboller ve aforizmalarla doluydu. Bu ilk metin, Mishima’nın ileride geliştireceği edebî üslubun işaretlerini taşıyordu. Metni okuyan öğretmeni Fumio Shimizu ve Bungei Bunka dergisi editörleri çok etkilenmiş; onu korumak için yeni bir müstear ad icat etmişlerdi: Yukio Mishima. “Yukio” (雪雄), Fuji Dağı’nın karlı manzarasından; “Mishima” ise editörlerin toplantıya giderken geçtikleri istasyonun adından alınmıştı.

Aynı yıl yazdığı Tanrıların Yolu adlı denemede, Şinto inancına duyduğu bağlılığı ifade etti. Bu dönem, Mishima’nın hem edebiyatın hem de geleneksel Japon değerlerinin taşıyıcısı olmayı benimsediği bir eşikti. Ancak savaşın gölgesi yakındı. 1944’te Gakushūin’i okul birincisi olarak bitirdi; mezuniyet törenine İmparator Hirohito da katılmıştı. Aynı yıl orduya çağrıldı, fakat yanlış teşhis edilen bir rahatsızlık (verem sanılan bir soğuk algınlığı) nedeniyle askerliğe elverişsiz bulundu.
İleride yazacağı Bir Maskenin İtirafları adlı romanında, bu muayenede doktora kasıtlı olarak yalan söylemiş olabileceğini ima edecekti. Ölümden kaçmıştı—ama bu kaçış, ruhuna gömülen kalıcı bir utanç olarak kaldı. O gün yazdığı vedâ mektubuna, “Yaşasın İmparator!” sözlerini eklemiş, tırnak ve saç tellerini ailesine hatıra bırakmıştı.

1945’te kız kardeşi Mitsuko’nun tifodan ani ölümü, sevdiği bir genç kızın başka biriyle evlenmesi ve savaşın yarattığı büyük kültürel yıkım, Mishima’nın kişisel dünyasında travmatik izler bıraktı. Hasuda Zenmei adlı öğretmeninin cephedeki intiharını da bir yıl sonra öğrenmişti. Bu olaylar, onun yazdığı karakterlerin niçin çoğunlukla yıkım, terk ediliş, intihar ve yalnızlıkla yoğrulduğunu açıklar.

Savaş sonrası dönemde babası, onun bürokrat olması konusunda ısrar etti. Mishima da Tokyo Üniversitesi’nde hukuk okudu ve Hazine Bakanlığı’nda kısa bir süre çalıştı. Fakat geceleri yazmaya devam etti. Bu çift yaşam sürdürülemez hâle geldiğinde, babası bile onun yalnızca yazarlığa yönelmesine izin verdi.

Böylece Mishima, hem devletin adamı olmaya uygun bir zihin disiplini hem de devletle daima çatışan bir sanatçı kimliği arasında bölünmüş biri olarak edebiyat sahnesine tam anlamıyla adım atmış oldu.


Yukio Mishima savaş sonrası Japonya’da nasıl bir edebî konum edindi ve bu dönem onun düşünsel dönüşümünü nasıl etkiledi?

Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi yalnızca bir ulusun çöküşü değil, aynı zamanda bir anlam kriziydi—ve bu krizden en çok etkilenenlerden biri de henüz yirmili yaşlarının başındaki Yukio Mishima oldu. Savaşın ardından ABD önderliğinde başlayan işgal yönetimiyle birlikte, militarist geçmişin izleri silinmeye çalışıldı. Bu süreçte birçok yazar “savaş suçlusu edebiyatçılar” olarak damgalandı. Edebiyat dünyası hızla sola kaydı; sosyalist gerçekçilik etkili oldu, Komünist Parti’ye üye olan yazarlar itibar kazandı. Mishima bu yeni düzeni “edebî fırsatçılık” olarak gördü. Henüz yirmi yaşında olmasına rağmen, mektuplarında bu çevrelere öfkeyle karşı çıkıyor, geleneksel değerleri savunan edebiyatın dışlandığını düşünüyordu.

Kendisini Japon Romantik Okulu’nun (Nihon Rōman Ha) mirasçısı olarak gören Mishima, edebiyatın bir iç güzellik ve mitoloji dili olduğuna inanıyordu. Bu inançla 1946’da, daha sonra başyapıtları arasında sayılacak “The Cigarette (Tabako)” ve “The Middle Ages (Chūsei)” adlı öykülerinin müsveddelerini alarak Kamakura’ya gitti ve dönemin büyük yazarı Yasunari Kawabata’nın kapısını çaldı. Kawabata genç yazarı hem övdü hem de destekledi. Onun tavsiyesiyle Mishima’nın metinleri Ningen dergisinde yayımlandı ve edebiyat çevrelerinde ilk kez adı duyuldu.

“The Middle Ages” öyküsü, Ashikaga döneminde geçen bir shudō (erkekler arası aşk) hikâyesini konu alır. Bu hikâye yalnızca eşcinsel arzu değil, aynı zamanda ölüm, sadakat, yası bedenle taşıma gibi temaları içeriyordu. Yüksek bir klasik üslupla yazılmış bu metin, Mishima’nın gelecekteki estetik-politik dünyasının temel izlerini taşıyordu. 1948’de yayımlanan ilk romanı “Thieves (Tōzoku)”, soylu sınıftan iki genç adamın intihara yönelmesi üzerineydi. 1949’da ise yarı otobiyografik başyapıtı “Bir Maskenin İtirafları” geldi. Bu roman, bir eşcinsel gencin toplum içinde görünmez bir maske takarak var olma çabası üzerineydi ve büyük yankı uyandırdı. 24 yaşında bir edebiyat yıldızına dönüşmüştü.

Ancak Mishima yalnızca iç dünyaya dönük bir yazar olarak kalmadı. 1952’de çıktığı dünya gezisi sırasında özellikle Yunanistan’dan etkilenerek “The Sound of Waves” adlı romanını yazdı. Romanda geleneksel Japon kırsal hayatı, genç ve saf bir aşk üzerinden idealize edilmişti. Sol çevreler bu metni “gerici” ve “faşizan” bularak eleştirdi. Mishima ise yanıtında şöyle diyecekti: “Ne kadar değişirse değişsin, Japon halkının kalbinin dibinde bu eski ahlaklar hâlâ yaşar.”

1956’da yayımladığı “Altın Köşk Tapınağı”, gerçek bir olaydan yola çıkarak yazılmış, güzelliğin karşısında duyulan yıkıcı öfkenin romanıydı. Bu kitapla birlikte Mishima artık yalnızca bir yazar değil, bir düşünür, hatta zamanla bir eylemci figürü hâline gelmeye başladı. 1959’daki romanı “Kyōko no Ie” (Kyoko’nun Evi), onun iç dünyasındaki parçalanmayı dört karaktere bölerek anlatıyordu: bir boksör, bir ressam, bir aktör ve nihilist bir iş adamı. Bu roman edebiyat çevrelerinden büyük darbe aldı; ilk “başarısız eseri” sayıldı. Bu yara, onun bir tür edebiyat dışı radikalleşmeye yönelmesini hızlandırdı.

1960’ta gerçekleşen Anpo protestoları (ABD–Japonya güvenlik anlaşmasına karşı sol grupların gösterileri) sırasında Mishima, doğrudan katılmasa da sokakta protestocuları izledi, kupürler biriktirdi ve bunlara karşı sert bir eleştiri kaleme aldı. “Demokrasiyi savunuyor gibi yapanlar, gerçekte halkı kandıran ideologlardır” dedi.
Bu dönemde yazdığı “Yurtseverlik (Patriotism)”, genç bir subayın başarısız bir darbe girişiminin ardından karısıyla birlikte intihar etmesini anlatıyordu. Seppuku artık Mishima’nın yalnızca tarihi bir ritüel değil, estetik ve politik bir ideal hâline getirdiği bir eylem biçimiydi.

Sanatın, bedenin ve siyasetin iç içe geçtiği bu dönüşüm, onu sadece yazan biri değil, yaşayan bir ideolojiye dönüştürdü. Eserleri artık yalnızca okunan metinler değil, aynı zamanda bir hayatın provalarıydı.


Yukio Mishima’nın özel hayatı ve fiziksel dünyayla kurduğu ilişki, edebiyatını ve ideolojisini nasıl etkiledi?

Yukio Mishima, yalnızca zihinsel değil, aynı zamanda bedensel bir yazardır. Onun için beden, düşüncenin ve yazının sürdüğü bir alan değil, bir metafor ve mücadele sahasıydı. Zayıf yapılı çocukluk yıllarının ve hastalıklı görünüme dair komplekslerinin izlerini silmek istercesine, 1955’ten itibaren vücut geliştirmeye başladı. Disiplini sarsılmazdı: Haftada üç gün çalışır, hiçbir bahaneyle programını aksatmazdı. Bu dönüşüm, 1968’de yayımladığı Güneş ve Çelik (Sun and Steel) adlı denemesinde felsefî temellere kavuştu. Bu eserde Mishima, entelektüel dünyanın “bedenden kopuk soyutlanmasını” eleştiriyor, gerçekliğe ulaşmak için kas, kılıç ve ter gerektiğini savunuyordu.

Yalnızca vücut çalışmakla yetinmedi; Japon dövüş sanatlarında da derinleşti. Kendo’da 5. Dan, battōjutsu’da 2. Dan, karatede 1. Dan derecelerine ulaştı. Kılıçla olan ilişkisi, yalnızca fiziksel değil, estetikti: Kendini seppuku’ya hazırlayan bir sanatçının törensel provaları gibiydi. 1956’da kısa süreliğine boksla da ilgilendi. Aynı yıl UFO araştırmalarına da katıldı; Japonya Uçan Daire Araştırmaları Derneği’ne (Nihon Soratobu Enban Kenkyūkai) üye oldu. Bu yönüyle, hem geleneksel hem avangart, hem dindar hem fantastik bir hayal gücüne sahipti.

Aşk hayatı ise karmaşıktı. 1954’te Sadako Toyoda’ya âşık oldu. Bu ilişki, Shizumeru Taki ve Hashizukushi adlı eserlerine ilham verdi, fakat 1957’de sona erdi. Kısa bir dönem Michiko Shōda’yla (ileride İmparatoriçe olacak kişi) evlenmeyi düşündü, fakat o da gerçekleşmedi. Nihayet 1958’de ressam Yasushi Sugiyama’nın kızı Yōko ile evlendi. Bu evlilikten iki çocukları oldu: Noriko ve Iichirō. Yōko, Mishima’nın yaşamına düzen getirse de, onun karmaşık cinsel yönelimleri ve estetik saplantılarıyla hep mesafeli bir ilişki kurdu. Mishima’nın eşcinselliği—özellikle Yasak Renkler ve Bir Maskenin İtirafları gibi eserlerinde açık biçimde işlenen—ölümünden sonra eşi tarafından hep inkâr edildi. 1998’de Jirō Fukushima’nın yayımladığı mektuplar üzerine açılan telif davası da bu sessiz çatışmanın bir tezahürüydü.

Özel hayatı yalnızca aşk ya da bedenle sınırlı değildi. Mishima aynı zamanda bir popüler kültür meraklısıydı. Manga ve animeyi yakından takip eder, özellikle samuray temalı gekiga’ları ve Ashita no Joe gibi boks mangalarını büyük bir tutkuyla okurdu. Ultraman ve Godzilla gibi kaiju mitolojilerine de hayrandı. Ancak Batı’nın Japonya’ya açılmasını simgeleyen “kara gemiler” (kurofune) ifadesi hâlâ onun sesini sertleştiren bir travmaydı. Disneyland gezisiyle görünürde Batı’yı benimsemiş gibi görünse de, bu eğilim hep temkinliydi.

Tüm bu yönleriyle Mishima’nın özel hayatı; bedenle hesaplaşan, duygusal çelişkilerle dolu, gelenekle modernlik arasında savrulan ve en nihayetinde ölümle mühürlenecek bir hayat senaryosuydu. O yalnızca nasıl yazacağını değil, nasıl yaşayacağını da kurgulayan bir yazardı. Ve o yaşamın her ânını, estetik bir disiplin içinde şekillendirmeyi seçti.


Mishima’nın estetik anlayışı neden bu kadar ölüm merkezlidir?

Mishima için estetik yalnızca güzellik değil, yoğunluk, kararlılık ve anlamın doruk noktasıdır. Ona göre en yüksek estetik deneyim, yaşamın son anında kristalleşir.

Özellikle Altın Köşk Tapınağı ve Deniz İnsanı gibi eserlerinde, güzelliğin geçiciliğiyle onun yok edilme arzusu iç içedir.

Bedenin çürümesi, toplumun yozlaşması ve ideallerin kaybı, Mishima’da ölümle temize çekilmek istenir.

Bu anlayış, Japon estetik kavramı mono no aware (şeylerin faniliğinden etkilenme) ile de uyumludur. Mishima’nın beden geliştirme takıntısı da buradan beslenir: Ölmeden önce en “güzel”, en “formda”, en “yoğun” hâliyle var olma arzusu.


Mishima’nın intiharı sadece kişisel bir eylem miydi, yoksa politik bir manifesto muydu?

İkisi birden. Mishima’nın 1970’te yaptığı seppuku, kişisel bir ölümden çok, ideolojik ve teatral bir isyandı.

İmparatorluk sisteminin lağvedilmesini, ABD güdümündeki Japon Anayasası’nı ve modern Japon toplumunun “ruhsuz materyalizmini” reddediyordu.

Kurduğu Tatenokai örgütüyle birlikte, Tokyo’da bir kışlayı basarak subaylara hitap etmiş, imparatora sadakat çağrısı yapmış, ardından seppuku ile kendini “sanatla mühürlemiştir”.

Bu, geleneksel samuray onurunun modern politik bir sahneye taşınmasıdır.

Birçok araştırmacıya göre Mishima, ölümünü sahneleyen ilk modern yazardır: kelimelerle değil, bıçakla yazdığı bir final cümlesi.


Mishima’nın eserlerinde cinsellik ve ölüm neden bu kadar iç içedir?

Mishima’nın dünyasında cinsellik, yalnızca arzu değil, aynı zamanda yok olma arzusudur.

Bir Maskenin İtirafları gibi otobiyografik öğeler taşıyan eserlerinde, homoseksüel arzular, kendini yok etme fantezileriyle birleşir.

Bedenin güzelliği ile ölüm arasındaki çizgi silikleşir: Arzu edilen beden, çoğu zaman parçalanan, yok olan bedendir.

Bu, hem psikanalitik hem de kültürel düzeyde okunabilir. Japon savaşçı kültüründe de beden kutsaldır, ama bu kutsallık onun feda edilebilirliğinden doğar.

Mishima için cinsellik bir açılma, ölüm ise bir tamamlanmadır—ve bu iki uç, estetikle bağlanır.


Mishima neden hem Batı’da hayranlıkla okunuyor, hem de Japonya’da hâlâ çekinilerek anılıyor?

Batı’da Mishima, genellikle bir “outsider” figürü olarak romantize edilir: gelenekle modernlik arasında sıkışmış bir estetik kahraman. Fakat Japonya’da Mishima’nın anısı daha siyasi ve kültürel olarak kutuplaştırıcıdır.

Milliyetçi çevreler onu bir kahraman olarak görür. Sol entelektüeller ve modernleşme yanlıları ise onun ölümünü “gerici bir estetik tiyatro” olarak değerlendirir. Ayrıca Japon kültüründe ölüm hâlâ kutsaldır, ama onun bu kadar gösterişli şekilde sahnelenmesi bazıları için utanç vericidir.

Bu yüzden Mishima, Japonya’da ne tamamen sahiplenilir ne de dışlanır—bir hayalet gibi dolaşır.


Mishima’nın politik düşünceleri sanatını nasıl etkiledi? Yazdıkları propaganda mıydı?

Mishima’nın edebiyatı asla doğrudan bir propaganda değildir; fakat son dönem eserleri (özellikle Bereket Denizi dörtlemesi) açıkça ideolojik bir altyapıya yaslanır.

İmparatorluk sistemine duyduğu özlem, savaş sonrası Japon kimliğine duyduğu öfke ve Bushidō’ya (savaşçı erdemlerine) dönüş arzusu metinlerinde giderek görünür hâle gelir.

Yine de Mishima’da sanat, siyasetin aracı değil, estetik bir karşı duruş biçimidir. Kelimeleriyle güzellik kurar, ama bu güzelliğin çöküşünü de anlatır. Bu yüzden Mishima’nın yazdıkları, hiçbir zaman tek boyutlu bir milliyetçilik ya da didaktik söylem değil; çok katmanlı, hem büyüleyici hem de tedirgin edici metinlerdir.


Popüler Kültürde Yukio Mishima

Kitap Dünyasında:
Yukio Mishima – Bir Maskenin İtirafları, Altın Köşk Tapınağı, Yasak Renkler, Deniz İnsanı, Bereket Denizi Dörtlüsü: Estetik ölüm, cinsel kimlik ve Japon kimliği üzerine derin romanlar.

Henry Scott Stokes – Yukio Mishima: A Biography: Mishima’nın yaşamını tüm çelişkileriyle inceleyen kapsamlı bir biyografi.

Marguerite Yourcenar – Mishima ya da Boşluğun Vizyonu: Mishima’yı Batı düşüncesiyle karşılaştırmalı ele alan benzersiz bir inceleme.

Sinemada ve Dizilerde:
Mishima: A Life in Four Chapters (1985, Paul Schrader): Yazarın hayatı ve romanları paralel kurgularla anlatılır; görsel estetiğiyle dikkat çeken kült bir film.

The Sea of Fertility serisi sinemaya uyarlanmasa da, edebi sinematografisiyle pek çok filme ilham vermiştir.

Belgesellerde ve Japonya merkezli bazı dizilerde Mishima’nın ölümü hâlâ bir tabu ya da kutsal isyan olarak tartışılır.

Video Oyunlarında:
Yukio Mishima doğrudan oyun karakteri olarak temsil edilmemiştir; ancak Sekiro: Shadows Die Twice, Ghost of Tsushima gibi oyunlarda onun estetik onur anlayışına benzeyen bir “ölüm ideolojisi” hissedilir.

Adını taşıyan “Mishima Zaibatsu” şirketi (Tekken serisinde), dolaylı biçimde Mishima’nın politik gölge figürüne referans olabilir.

Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
Mishima, geleneksel tiyatrosunu modernleştirdiği kısa oyunlarla Japon sahne sanatında yenilikçi bir çığır açtı.

Performans sanatçılarının, özellikle beden ve ölüm temalı işlerinde Mishima’nın düşünsel izlerine sıkça rastlanır.

Fiziksel disiplinle estetik arasındaki ilişkiyi merkezine alan çağdaş dans ve fotoğraf sanatında onun beden takıntısı yeniden yorumlanır.


Genel Değerlendirme

Yukio Mishima, yaşamı bir roman, ölümü bir manifesto olan bir yazardır. Edebiyatta olduğu kadar politikada, bedende ve ölümde de estetik arayan bir kişilik… Onu anlamak için yalnızca okuma yapmak değil, bakış açımızı da değiştirmek gerekir. Çünkü Mishima, her şeyden önce modernliğin “ruhsuz” ilerleyişine karşı yazılmış bir şiirdir—gürültülü, trajik, unutulmaz bir şiir.


VELEV’DEN İLGİLİ MADDELER

Bu madde ilginizi çektiyse aşağıdaki başlıklara da göz atabilirsiniz:

► SEPPUKU

ESTETİK

KOLEKTİF HAFIZA – Güzelliğin Toplumsal Yüzü

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com