YOLSUZLUK – Güç, Kuralın Üzerinden Atladığında

Bir toplumda yolsuzluk normalleştiğinde, adalet değil çıkar konuşur.


Yolsuzluk nedir?

Yolsuzluk, kamusal görevlerin kişisel çıkarlar uğruna kötüye kullanılmasıdır. Bu tanımın içine rüşvet, adam kayırma, kayırmacılık (nepotizm), zimmet, ihaleye fesat karıştırma, usulsüz fon kullanımı gibi eylemler girer. Bireysel ahlâkı aşan; sistemsel, kurumsal ve politik bir sorundur. Bir kişiye indirgenemez çünkü yolsuzluk, en tehlikeli hâliyle kurumsallaştığında tanınmaz olur: Adaletin kılığına bürünür.

Siyasi teoride yolsuzluk, kamu yetkisinin kamunun yararı için değil, bir zümrenin faydası için kullanılmasıdır. Bu yönüyle sadece yasadışı bir faaliyet değil, güvenin ihlalidir. Vatandaşın devlete, memurun kuruma, yurttaşın adalete duyduğu güven, yolsuzlukla örselenir. Bu nedenle yolsuzluk, yalnızca ekonomi ya da siyaset alanını değil; bir toplumun ahlâki iklimini de tahrip eder.

Yolsuzluk endeksleriyle ülkeler yıldan yıla karşılaştırılır. Transparency International gibi örgütler, yolsuzluğu ölçmek için yönetişim kalitesini, şeffaflığı, hesap verebilirliği ve denetim mekanizmalarını inceler. Yolsuzluğun yoğun olduğu yerlerde sadece paralar değil, umutlar da buharlaşır.


Yolsuzluk: Tanımlar, Tarihsel Katmanlar ve Güncel Görünümler

Yolsuzluk, bireyin ya da kurumun kendisine emanet edilen yetkiyi, kamusal çıkarlar yerine kişisel fayda için kullanmasıdır. Bu tanım; rüşvet, nüfuz ticareti, zimmet, kayırmacılık gibi açık suçları kapsadığı gibi, bazı ülkelerde yasal olan ama etik açıdan tartışmalı lobi faaliyetlerini de içerebilir. Hukuken sınırda duran bu eylemler, “yasal ama meşru değil” tartışmasını gündeme getirir. Çünkü yolsuzluk yalnızca hukukla değil, aynı zamanda ahlâkla ve toplumsal sorumlulukla ilgilidir.

Siyasî yolsuzluk, bir kamu görevlisinin resmî yetkisini bireysel kazanç için kötüye kullanmasıdır. Bu, kamu ihalelerinden atanmalara, bütçe dağılımından yargı kararlarına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsayabilir. Ancak yolsuzluk yalnızca “kötü aktörlerin” değil; sistemin gözeneklerindeki gevşemenin, denetimin zayıflığının ve kültürel alışkanlıkların da ürünüdür. Bu nedenle bir rejimin otoriter olması, yolsuzluğu doğurabilir ama onu tekeline almaz: demokratik ülkelerde de yolsuzluk vardır; yalnızca biçim değiştirir.

Tarihsel olarak “yolsuzluk” yalnızca maddi çıkarlarla sınırlı değildi; bir toplumun ahlâki düzenine verdiği zararı da anlatırdı. Antik Yunan’da Sokrates’in gençleri “yozlaştırmakla” suçlanması bu bağlamda anlaşılabilir: Yolsuzluk, yalnızca kural çiğnemek değil, düzen bozmak, değerleri erozyona uğratmaktı.

Modern çağda yolsuzluk, sadece rüşvetle sınırlı bir mesele olmaktan çıktı. USAID yöneticisi Samantha Power’ın ifadesiyle:

“Yolsuzluk artık yalnızca bir despotun servet çalması değil; küresel finans sistemine sızmış, çok uluslu ve şeffaflıktan muaf ağların işleyişidir.”

Bugün yolsuzluk sadece fakir ülkelerde değil, dünyanın en zengin ekonomilerinde de görülür. İngiltere gibi yüksek şeffaflık puanı olan ülkelerde bile, David Whyte’ın How Corrupt is Britain? adlı kitabında belirttiği gibi, “saygın kurumların çoğu” yolsuzluk şüphesi altındadır. Eleştirmenler, Yolsuzluk Algı Endeksi gibi uluslararası ölçütlerin bu durumu görmezden geldiğini savunur. George Monbiot gibi yazarlar, bu endekslerin Batılı yöneticilerden alınan verilerle hazırlandığını ve yalnızca “alt sınıfların rüşvetini” dikkate aldığını belirtir. Zengin sınıfın kurumsallaşmış, yasallaştırılmış ve gri etik alanlara yayılmış yolsuzluk biçimleri ise sistematik olarak göz ardı edilir.

Yolsuzluk ve suç, toplumsal birer yapı olarak her ülkede farklı yoğunluklarda ve biçimlerde kendini gösterir. Son yıllarda bu oranların arttığına dair veriler mevcuttur. Birçok ülke, yolsuzlukla mücadele için ulusal kaynaklar ayırır. Bu çabalar çoğu zaman “anti-yolsuzluk” stratejileri başlığı altında toplanır. Buna ek olarak, Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri içinde yer alan Madde 16, tüm biçimleriyle yolsuzluğun azaltılmasını hedeflemektedir.

Yeni girişimler, yolsuzluğun kapsamını daha da genişletmektedir. Örneğin Tax Justice Network, yalnızca klasik rüşvet biçimlerine değil, aynı zamanda vergi kaçakçılığına, vergi cennetlerinin kullanımına ve küresel sermayenin sorumluluktan kaçınma yollarına da dikkat çeker. Bugün yolsuzluk sadece ceplerden değil, vergiden, istihdamdan, fırsat eşitliğinden de çalar.

Yolsuzluk artık yalnızca bir eylem değil; bir yapı, bir zihniyet ve kimi zaman bir dönemin karakteridir.


Yolsuzluk Biçimleri: Küçük Kırıntılardan Sistemsel Çürüklüğe

Yolsuzluk yalnızca tek bir tanıma indirgenemeyecek kadar çok katmanlı bir olgudur. Farklı disiplinler bu kavramı çeşitli boyutlarıyla ele alır. Siyaset bilimci Stephen D. Morris, siyasal yolsuzluğu “kamusal gücün meşru olmayan biçimde özel çıkarlara hizmet için kullanılması” olarak tanımlar. Ekonomist Ian Senior ise yolsuzluğu daha teknik bir düzlemde tarif eder: Bir yetkilinin, sahip olduğu yetkiyi üçüncü kişilere yasa dışı biçimde mal ya da hizmet sunmak yoluyla belirli kararları etkilemek için kullanmasıdır. Bu tür eylemler, ya yetki sahibinin ya da üçüncü şahsın doğrudan çıkarına olur.

Ancak günümüzde yolsuzluk yalnızca “yasadışı” yollarla sınırlı değildir. Dünya Bankası ekonomisti Daniel Kaufmann, “yasal yolsuzluk” kavramını ortaya atarak, gücün yasal çerçeve içinde, ama kötüye kullanılarak da işleyebileceğini savunur. Yasaları yapma gücüne sahip olanlar, bu yetkiyi kendi menfaatlerini garanti altına almak için kullandığında, görünüşte yasa dışı bir durum oluşmaz — ama adaletin özü delinmiş olur. Yasal kılıfa bürünmüş bu tür düzenlemeler, kurumsal dokunulmazlık üretir.

Yolsuzluğun altyapı üzerindeki etkisi de dikkat çekicidir: inşaat sürelerini uzatır, maliyeti artırır, kaliteyi düşürür ve nihayetinde kamusal yararı azaltır. Yani yalnızca para değil, gelecek de çalınır.

Yolsuzluk genellikle üç ana biçimde görülür:

Gündelik Yolsuzluk (Petty corruption): Küçük ölçekli çıkar ilişkileridir. Yerel düzeyde, birkaç kişi arasında gerçekleşir. Örneğin bir memurun hızlı işlem karşılığı küçük bir meblağ talep etmesi.

Büyük Yolsuzluk (Grand corruption): Hükümet düzeyinde, yüksek meblağlar ve geniş etki alanı içeren yolsuzluklardır. Devlet ihaleleri, özelleştirmeler ve mega projelerde görülür.

Sistemik Yolsuzluk: Yolsuzluğun kurumsallaştığı, neredeyse meşrulaştığı ve toplumun her hücresine sızdığı durumlardır. Artık bireysel değil, yapısal bir sorun hâline gelmiştir. Mafyatik düzenlerle iç içe geçer ve devlet mekanizmasını içeriden ele geçirir.

Bu çerçevede dikkat çeken bir nokta da şudur: “Zenginlerin yolsuzluğu” çoğu zaman geleneksel ölçüm araçlarıyla tespit edilemez. Yolsuzluk Algı Endeksi (CPI) gibi ölçütler, genellikle yalnızca rüşvet gibi doğrudan ihlalleri esas alır; oysa zengin sınıfların yasallaştırılmış ayrıcalıkları, vergi kaçakçılığı, lobi faaliyetleri gibi daha gri alanlarda gerçekleşen yolsuzluklar çoğunlukla bu hesapların dışında kalır.

Yolsuzluk ölçümünde kullanılan araçlar yıllar içinde gelişmiştir. Fakat kimi zaman doğrudan veriye ulaşmak zor olduğunda araştırmacılar yaratıcı yollar da önermiştir. Örneğin bir çalışmada, eski Sovyet ülkelerindeki kabine üyelerinin obezite oranı ile yolsuzluk düzeyi arasında doğrudan bir ilişki saptanmıştır. Bu tür çalışmalar, yolsuzluğun yalnızca belgelerle değil, beden dili, yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıkları üzerinden de izlenebileceğini gösterir.

Sonuç olarak yolsuzluk, bazen fısıltıyla, bazen kanunla, bazen de bakan göbeğiyle belirti verir — ama nereden gelirse gelsin, sonunda adaleti örseler, kamuyu yoksullaştırır ve toplumun vicdanını körleştirir.


Görünmeyen Katmanlar: Piyasa, Ahlâk ve Sosyal Yapı İçinde Yolsuzluk

Yolsuzluk üzerine yazılmış literatürün büyük bölümü, genellikle rüşvet, zimmet ve nüfuz ticareti gibi açık suçlara odaklanır. Ancak bu yaklaşım, “zengin ülkelerdeki” yolsuzluk biçimlerini çoğu zaman görmezden gelir. Çünkü orada yolsuzluk, alışıldık suç tanımlarına değil, karmaşık yapılarla örtülmüş yasal stratejilere dayanır.

Örneğin güçlü bir demokrasiye ve gelişmiş ekonomiye sahip olan İngiltere’de, başkent Londra uzun süredir küresel ölçekte bir kara para aklama merkezi olarak tanımlanmaktadır. Bu durum, yolsuzluğun yalnızca “fakir devletlerin hastalığı” olmadığını, zengin ülkelerde de çok daha sofistike biçimlerde karşımıza çıktığını gösterir.

Stanford Üniversitesi’nden bir finansal iktisatçının, 2008 ABD mali kriziyle ilgili değerlendirmesi oldukça çarpıcıdır:

“Gerçek dünyada, önemli ekonomik sonuçların çoğu siyasal güçlerin ürünüdür. 2010’da, düzenleyici kurumlardaki kişiler bana özel olarak, yanlış ve yanıltıcı ifadelerin önemli politika kararlarını etkilediğini söylediler… Bilinçli kayıtsızlık, siyasal baskılar, karmaşık yolsuzluk biçimleri ve ahlaki kopukluklara ilk elden tanıklık ettim.”

Bu ifade, yolsuzluğun her zaman “gizli anlaşmalardan” değil, kimi zaman göz yuman düzenlerden beslendiğini anlatır.

Ekonomist Per R. Klitgaard, yolsuzluğu basit ama çarpıcı bir formülle açıklar:
Yolsuzluk = Beklenen Kazanç > (Ceza × Yakalanma Olasılığı)
Bu denklemde yolsuzluğu önlemek için sadece cezanın şiddeti değil, yakalanma ihtimalinin artması da gereklidir. Ama bu da yeterli değildir. Çünkü yüksek tekel gücü, geniş yetkiler ve düşük şeffaflık bile tek başına yolsuzluğu açıklamaz. Bu nedenle dördüncü bir değişken olarak ahlâk ya da bütünlük kavramı devreye girer.

Bu “ahlâkî boyut”, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde işler. Kişisel etik ilkeler kadar, bireyleri bu ilkelere sadık kalmaktan uzaklaştıran koşullar da belirleyicidir: düşük maaşlar, kötü çalışma şartları, bürokratik karmaşa, işleyen yolların olmaması… Tüm bunlar, insanları “başka yollar” aramaya iter.

2017 tarihli bir araştırma, yolsuzluğun nedenlerine dair oldukça kapsamlı bir tablo sunar. İşte bu nedenlerden bazıları:

✅ Piyasa ve siyaset üzerindeki tekelin yüksek olması

✅ Demokrasi eksikliği, zayıf yurttaş katılımı ve düşük politik şeffaflık

✅ Aşırı bürokrasi ve verimsiz idari yapılar

✅ Basın özgürlüğünün sınırlı olması

✅ Ekonomik özgürlüğün düşük olması

✅ Etnik kutuplaşma ve iç grup kayırmacılığı

✅ Cinsiyet eşitsizliği

✅ Yoksulluk ve işsizlik

✅ Politik istikrarsızlık

✅ Mülkiyet haklarının zayıflığı

✅ Komşu ülkelerden bulaşan yolsuzluk etkisi

✅ Eğitim düzeyinin düşüklüğü

✅ Toplumsal bağlılık eksikliği

✅ Etkili yolsuzluk karşıtı politikaların olmayışı

Araştırmalar, en yüksek yolsuzluğa sahip ülkeler ile en düşük yolsuzluğa sahip ülkeler arasındaki farkın yalnızca yasalarla değil, sosyoekonomik adaletle de ilgili olduğunu gösterir. En az yolsuzluğa sahip ülkeler, aynı zamanda en yüksek gelir adaletine ve toplumsal eşitliğe sahip olanlardır.

Son olarak, toplumsal normlar, bir ülkede yolsuzluğun neden olağan karşılandığını ya da neden tolere edilmediğini açıklamak için kritik bir değişkendir. Yolsuzluk, yalnızca bireylerin iradesiyle değil, onların içinde yaşadığı kültürel yapının çizdiği çerçevede şekillenir.

Bütün bu nedenler bize şunu söyler:
Yolsuzluk, yalnızca bir suç değil; bir zihniyetin, bir iklimin ve bir kültürün tezahürüdür.


Dünya Tarihine Geçmiş Beş Büyük Yolsuzluk Vakası

Yolsuzluk, çoğu zaman gölgede kalır, belgelenemez, gizlenir; ama bazı örnekler vardır ki büyüklüğüyle yalnızca ekonomi tarihini değil, kolektif hafızayı da sarsar. Bu örneklerde yalnızca paralar değil, hükümetler düşmüş; yalnızca dosyalar değil, rejimler kapanmıştır. İşte dünya tarihine geçmiş beş büyük yolsuzluk vakası:

1970’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde patlak veren Watergate Skandalı, yalnızca bir dinleme olayından ibaret değildi; devletin iç işleyişinde rüşvet, tehdit ve örtbas kültürünün ne denli kurumsallaştığını açığa çıkardı. Başkan Richard Nixon’ın istifasına giden süreç, “devletin kendisine karşı işlediği suç” kavramının geniş yankı bulmasına yol açtı. Yolsuzluk burada sadece cebini doldurmak isteyen bir bürokratın işi değil; seçim sonuçlarını manipüle eden, medyayı yönlendiren, yargıya baskı uygulayan bir sistematik güç örgüsünün ürünüydü.

İtalya’da 1990’ların başında patlak veren “Temiz Eller Operasyonu” (Mani Pulite) ise bir başka kırılma noktasıydı. Bu kapsamlı yolsuzluk soruşturması, siyasî partilerin, büyük şirketlerin ve mafyanın birbirine nasıl geçmiş olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Özellikle Milano savcılığında görevli yargıç Antonio Di Pietro’nun yürüttüğü soruşturma sonucunda, 300’den fazla parlamenter ve onlarca iş insanı hakkında dava açıldı. Operasyon sonunda ülkenin o zamanki ana siyasî partilerinden bazıları ortadan kalktı. Bu olay, İtalya’da İkinci Cumhuriyet olarak anılan yeni bir dönemin kapılarını araladı. Yolsuzluk yalnızca kişisel kazanç değil; devletin çürümesi hâline geldiğinde, o devletin yeniden kurulması gerekebilir.

Brezilya’da 2014’te başlayan ve “Lava Jato” (Araba Yıkama) adıyla anılan soruşturma ise Latin Amerika tarihinin en büyük yolsuzluk skandallarından biri olarak kayda geçti. Petrobras adlı devlete ait petrol şirketinin, siyasî partilere sistemli rüşvet dağıttığı ortaya çıktı. İnşaat ve enerji devleriyle kurulan bu çıkar ağı, bir dönem Brezilya’nın en yüksek mahkemesini, eski devlet başkanlarını ve mevcut hükümet yetkililerini kapsayacak ölçüde genişledi. Lula da Silva da bu soruşturma kapsamında mahkûm edildi; ancak daha sonra kararlar bozuldu. Bu süreç, Brezilya’da siyasetin yapısını, halkın kurumlara güvenini ve hukuk sisteminin tarafsızlığını derinden sarstı. Lava Jato, yolsuzluğun yalnızca kirli para değil; seçim, medya ve yargı üzerindeki görünmez tahakküm biçimi olduğunu gösterdi.

Rusya’da 2000’li yılların başından itibaren ayyuka çıkan ve kamuoyunun “Siloviki Karteli” diye adlandırdığı yapılanma da başka bir örnek olarak öne çıkar. Putin’in iktidarı döneminde, eski KGB mensuplarının devlet kademelerinde yükselmesiyle birlikte devletin ekonomik kaynakları belirli bir çevrenin elinde yoğunlaştı. Devlet ihaleleri, enerji kaynakları, medya tekelleri ve oligark yapıları üzerinden ilerleyen bu ağ, yasal yollarla sorgulanamaz hâle geldi. Buradaki yolsuzluk görünürde yoktu çünkü hukuk da aynı masadaydı. En çarpıcı yönü, bu sistemin yalnızca Rusya içinde değil, uluslararası finans merkezleri ve emlak piyasalarında da etkili olmasıydı. Londra’da satın alınan milyon dolarlık daireler, İsviçre bankalarındaki hesaplar ve Malta vatandaşlık programları, bu yolsuzluğun uluslararası boyutunu açığa çıkardı.

Ve son olarak, Türkiye’de 1990’ların sonunda kamuoyunu uzun süre meşgul eden Susurluk Skandalı, devlet, mafya ve siyaset üçgenindeki kirli ilişkilere dair ilk büyük kırılma anıydı. Bir trafik kazasıyla tesadüfen ortaya çıkan olay, milletvekilleriyle uyuşturucu kaçakçılarının aynı arabada olduğunu ortaya koydu. Derin devlet tartışmaları, faili meçhul cinayetler ve örtülü ödeneklerin nasıl kullanıldığı gibi konular uzun süre gündemde kaldı. Bu skandal, Türkiye’de “hukukun üstündeki bir yapı” algısını güçlendirdi. Yolsuzluk burada, yalnızca zimmet ya da usulsüzlük değil, doğrudan ölümle, kayıpla ve cezasızlıkla iç içe geçmiş bir karanlıktı.

Bu örnekler gösteriyor ki, yolsuzluk yalnızca bir ülkenin sorunu değil; küresel bir salgın, bir çağın kendini meşrulaştırma biçimi, “normal”in zehirli bir türevidir. Her ülkenin kendi “yıkım vakası” vardır. Ve her halk, bu enkazla yüzleşmenin yollarını farklı biçimlerde arar.


Yolsuzluk neden sadece bireysel bir suç değil, sistemsel bir hastalıktır?
Çünkü yolsuzluk, bireylerin niyetinden çok, sistemin açıklarından doğar. Denetim eksikliği, güç yoğunlaşması ve cezasızlık kültürü bir araya geldiğinde, en dürüst bireyler bile yozlaşmaya meyledebilir. Yolsuzluk bu nedenle sadece “kötü insanlar”la değil, kötü işleyen kurumlarla ilgilidir.


Yolsuzlukla mücadelede şeffaflık yeterli midir?
Şeffaflık, yolsuzluğu önlemenin en güçlü yollarından biridir. Ancak tek başına yeterli değildir. Hesap verebilirlik, bağımsız denetim mekanizmaları, etkin medya ve sivil toplum da gerekir. Aksi halde, açık ama denetimsiz veriler, yalnızca görüntü yaratır; gerçek değişimi değil.


Yolsuzluk toplumun adalet algısını nasıl bozar?
Yolsuzluk, adaleti kişisel ilişkiler ve çıkar ağları üzerinden dağıtır. Bu da eşitlik ilkesini baltalar. İnsanlar haklarını aramak yerine torpil, bağlantı ya da rüşvet aramaya başlar. Böyle bir toplumda “haklı olmak” değil, “güçlü olmak” belirleyicidir.


Yolsuzluk hangi alanlarda daha çok görülür?
Kamu ihaleleri, kentsel dönüşüm, sağlık sektörü, enerji projeleri, eğitim kadroları gibi kaynak aktarımının yoğun olduğu alanlar yolsuzluğa daha açıktır. Bu alanlarda bilgi asimetrisi, teknik karmaşıklık ve denetim zayıflığı, yolsuzluğu görünmez kılabilir.


Yolsuzluk tamamen ortadan kaldırılabilir mi?
Tamamen değil, ama ciddi şekilde azaltılabilir. Bunun için “yasa koyma” değil, “yasa işletme” iradesi gerekir. Hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, özgür basın ve etkin sivil toplum olmadan, yolsuzluk sadece şekil değiştirir; yok olmaz.


Popüler Kültürde Yolsuzluk

Kitap Dünyasında:
John Perkins’in Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabı, uluslararası yolsuzluk ağlarını ifşa eden bir başucu metnidir. Türkçede Ahmet Şık’ın Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda adlı çalışması, devlet içi klikler ve rüşvet ilişkilerini belgelendirir.

Sinemada ve Dizilerde:
The Constant Gardener (2005), ilaç sektöründeki yolsuzluğu işler. Erin Brockovich (2000) çevre hukukuyla bağlantılı bir mücadeleyi gösterir. Türk sinemasında Züğürt Ağa, feodalitenin modern yolsuzlukla çarpışmasını simgeler.

Video Oyunlarında:
Dishonored ve Deus Ex gibi oyunlarda yolsuzluk, distopik hükümetlerin ve şirketlerin manipülasyonlarının merkezindedir. Oyuncular çoğu zaman yozlaşmış sistemlere karşı ahlâki seçimler yapmak zorundadır.

Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
Brecht’in Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi, siyaset ve mafya arasındaki yolsuzluk ilişkilerini grotesk bir dille sahneye taşır. Karikatür, yolsuzlukla mücadelenin evrensel mizah silahıdır.


Genel Değerlendirme

Yolsuzluk, yalnızca para hırsı değil; güç ve cezasızlık arasında kurulan çarpık bir ittifaktır. En sinsi yönü, zamanla “normal” gibi algılanmasıdır. Halkın gözünde hak ile çıkar, liyakat ile sadakat yer değiştirir. Bu yüzden yolsuzlukla mücadele yalnızca teknik değil, kültürel bir savaşım da gerektirir. Temiz toplum; temiz politikadan, temiz politikaysa temiz vicdandan doğar.


Velev’den İlgili Maddeler

KARA PARA
DEVLET AKLI
► HAKİKAT
DEVLET
GÜÇ

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com