Yemek, yaşamak içinse… Peki ya başkasını yemek? Yamyamlık, sadece açlık değil; korkunun, kudretin ve kültürel tahayyülün bedenlenmiş hâlidir.
Yamyamlık (İng. cannibalism), bir insanın başka bir insanın etini yemesi anlamına gelir. Tıbbi, ritüelistik, psikopatolojik ya da sembolik nedenlerle ortaya çıkabilir. Genellikle tabu addedilen bu davranış, tarih boyunca hem korku nesnesi hem de hayal gücünün merkezlerinden biri olmuştur.
Antropolojik olarak yamyamlık, sadece fiziksel bir eylem değil; bir güç aktarımı, tinsel temellendirme, hatta ötekiyi içselleştirme biçimidir. Bazı toplumlarda düşmanın gücünü kazanmak için onun kalbi yenirken, bazı patolojik vakalarda kurbanla “bir olma” saplantısı devrededir. Modern dünyada ise yamyamlık daha çok psikiyatrik vaka, suç haberi veya sinemasal fantezi olarak karşımıza çıkar.
Yamyamlık, Antik Yunan’dan beri anlatılan bir korkudur. Homeros’un Odysseia’sında Polyphemos adlı dev, insanları yiyen bir canavardır. Ortaçağ Avrupası’nda kolera, kıtlık ve savaş dönemlerinde vakalar belgelenmiştir. Ancak asıl yaygın anlatım, “vahşi öteki” imgesiyle sömürgecilik döneminde oluşur: Avrupalı seyyahlar, Afrika ve Amerika yerlilerini “yamyam” olarak tanımlayarak medeniyet/düşman ikiliğini kurar.
17. yüzyıldan itibaren “kanibalizm”, hem korkunun hem arzu nesnesinin iç içe geçtiği bir kültürel anlatı hâline gelir. Freud bu olguyu ilkel dürtülerin dışavurumu olarak yorumlar; Levi-Strauss ise yamyamlığı yapısalcı çerçevede anlamlandırır. Modern dönem ise bu pratiği “sapkınlık” ve “anormallik” içinde okur: Armin Meiwes gibi vakalar, medyada sansasyonel bir anlatıyla sunulur.
Bugün, yamyamlık hâlâ bir tabu olarak görülse de dijital kültürde, sanatta ve kurmaca evrenlerde yeniden yorumlanan bir karanlık imgeler repertuarı hâlindedir.
Yamyamlık neden her kültürde tabu kabul edilir?
Çünkü insan eti yemek, hem biyolojik sınır ihlalidir hem de ahlaki kodların çökmesidir. Toplumlar, kendi türünü öldürme (cinayet) ve yeme (yamyamlık) fiillerini en derin yasaklar kategorisine yerleştirir. Bu sınır aşıldığında, “insanlık” tanımı bizzat sorgulanır.
Tüm yamyamlıklar aynı mıdır?
Hayır. Antropoloji üç tür yamyamlık tanımlar:
– Ritüelistik yamyamlık: dini veya sembolik amaçlı.
– Zorunlu yamyamlık: kıtlık, savaş veya hayatta kalma amacıyla.
– Patolojik yamyamlık: psikiyatrik bozuklukla açıklanan bireysel vakalar.
Bu ayrımlar, davranışın bağlamına göre değerlendirilmesini sağlar.
Batı’nın “yamyam öteki” imgesi nasıl inşa edildi?
Sömürgeci anlatılar, yerlileri “insan yiyen barbarlar” olarak göstererek onları medenileştirme (!) iddiasını meşrulaştırdı. Bu imgeler, sadece fiziksel değil kültürel bir “yeme”ye hizmet etti: Batı, ötekini hem literal hem metaforik olarak yuttu.
Modern sanatta ve medyada neden hâlâ bu kadar ilgi çekiyor?
Çünkü yamyamlık, insanın en bastırılmış dürtülerine işaret eder. Kontrol, arzu, ölüm ve ötekilik temalarının kesiştiği yerdedir. Bu nedenle Hannibal Lecter gibi karakterler hem korkutucu hem büyüleyicidir. İzleyici kendini ürkerek ama merakla izlerken bulur.
Yamyamlık metaforik olarak neye karşılık gelir?
Tüketim toplumunun eleştirisinde, “metaforik yamyamlık” terimi sık kullanılır: Başkalarının emeğini, duygularını, kimliğini “yiyen” sistemler… Kapitalizmde insan, hem tüketen hem tüketilen hâline gelir. Yani yamyamlık artık fiziksel değil, sistemsel bir pratiğe dönüşmüştür.
Sinema: The Silence of the Lambs, Raw, Bones and All, Cannibal Holocaust gibi filmler yamyamlığı psikolojik ve politik alt metinlerle işler.
Edebiyat: William Golding’in Sineklerin Tanrısı, insanın içindeki ilkel güdüler üzerinden bu temaya yaklaşır.
Dizi ve Oyun: Hannibal dizisi, “estetikleştirilmiş yamyam” tipini ikonlaştırır. The Last of Us oyun serisinde açlık ve vahşet temaları iç içedir.
Performans Sanatı: Marina Abramović’in bazı performansları bedenin sınırları ve seyircinin rahatsızlığı üzerinden “yemek-yenilmek” metaforunu işler.
Sosyoloji ve Medya: Jean Baudrillard, tüketim toplumunu “kendini yiyen bir sistem” olarak tanımlar.
Yamyamlık, yalnızca bir suç ya da sapkınlık değil; insanın sınırla ilişkisini tarif eden güçlü bir simgedir. Hem korktuğumuz hem bastırdığımız hem de kurmacada tekrar tekrar ürettiğimiz bir gölge. Belki de yamyamlığı düşünmek, “insan nedir?” sorusunun en ürkütücü yollarından biridir. Çünkü bazen yediğimiz yalnızca bir beden değil; bir anlam, bir sınır, bir kimliktir.