Suç bireyin değil, toplumun da meselesidir: Suç sosyolojisi, kimsenin masum, hiçbir sistemin tamamen suçsuz olmadığını hatırlatır.
Suç sosyolojisi (İng: sociology of crime, Alm: Soziologie des Verbrechens, Fr: sociologie de la criminalité), suçu bireysel sapkınlık değil, toplumsal yapıların ve ilişkilerin bir ürünü olarak inceleyen sosyoloji alt dalıdır. Suçun nedenlerini, türlerini, dağılımını ve toplumsal tepkileri analiz ederken; sınıf, cinsiyet, etnisite, mahalle yapısı, göç gibi değişkenleri hesaba katar.
Bu disiplin, suçun yalnızca bireyin iradesiyle değil, toplumun iç çelişkileriyle, kurumsal baskılarla, kültürel normlarla ve ekonomik eşitsizliklerle ortaya çıktığını savunur. Hukuk sistemine, ceza adaletine ve toplumsal damgalamaya eleştirel bir mesafeden yaklaşır.
Suç sosyolojisinin kökleri 19. yüzyıl sonlarına, Emile Durkheim’ın “anomik toplum” kavramına ve suçu “normal” bir toplumsal olgu olarak görmesine dayanır. Durkheim’a göre suç, her toplumda kaçınılmazdır ve toplumsal normların sınırlarını belirlemede işlevseldir.
20. yüzyılda Chicago Okulu araştırmacıları, şehir içi mekânların suç oranlarını nasıl etkilediğini göstererek “mekânsal sosyoloji”yi suç çalışmalarına dahil etti. Robert Merton, bireylerin toplumsal hedeflere ulaşma biçimleriyle suç arasındaki ilişkiyi açıklayan gerilim teorisini geliştirdi. Howard Becker’ın etiketleme kuramı, bireyin toplumsal olarak “suçlu” ilan edilmesinin suç işlemeye nasıl yol açtığını ortaya koydu.
Günümüzde suç sosyolojisi, neoliberalizm, yapısal şiddet, gözetim toplumu, medya temsilleri ve sistemik ırkçılık gibi konularla daha da geniş bir kuramsal zemin kazanmış durumdadır.
► Herkes suç işleyebilir mi?
Evet. Suç, yalnızca “suçlu tip”lere özgü değildir. Toplumsal koşullar, bireyleri suç işlemeye zorlayabilir. Açlık, dışlanma, baskı, şiddet görme, adaletsiz yargı süreçleri ya da etik dışı iktidar pratikleri, sıradan bireyleri suçlu hâline getirebilir. Suç sosyolojisi, bireyin değil bağlamın analizini yapar.
► Suç genetik midir yoksa toplumsal mı?
Suç sosyolojisi genetik açıklamalara mesafeli durur. Suçu biyolojik değil, sosyal yapıların sonucu olarak görür. Örneğin, suç oranlarının yoksul mahallelerde daha yüksek çıkması genetikle değil, eğitim, gelir eşitsizliği ve sosyal dışlanmayla açıklanır.
► Devletin tanımladığı her şey suç mudur?
Hayır. Suç sosyolojisi, “yasal olan her şey meşru mudur?” sorusunu sorar. Bir toplumda suç sayılan bir eylem, başka bir toplumda sıradan olabilir. Ayrıca bazı “yasal” uygulamalar (örneğin devlet şiddeti, ayrımcılık) da toplumsal olarak suç olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle suç sosyolojisi, hukuku değil, toplumsal adaleti merkeze alır.
► Medya, suç algısını nasıl etkiler?
Medya, suçun görünürlüğünü ve yorumlanışını büyük ölçüde şekillendirir. Suçluların kimliği, kurbanın niteliği, olayın işlendiği mahalle gibi detaylar, toplumun “tehlikeli” gördüğü grupları yeniden üretir. Suç sosyolojisi, medyada “haber değeri” olan suçlarla “sıradan” suçlar arasındaki seçimi eleştirel biçimde inceler.
► Cezaevleri suçun çözümü mü, üretim alanı mı?
Suç sosyolojisinin önemli bir kesimi, cezaevlerini suç üreten kurumlar olarak görür. Suçluların topluma kazandırılmasından çok, onları etiketleyen, ayrıştıran ve yeniden suça iten yapılar hâline geldiklerini savunur. Özellikle yoksul, eğitimsiz ve azınlık bireyler, bu sistemde daha çok cezalandırılır.
Suç sosyolojisi doğrudan görünmese de pek çok dizi, roman ve belgeselde bu bakış açısının izleri vardır. The Wire dizisi, suçun sadece bireysel değil, yapısal ve sınıfsal nedenlerini inceler. City of God, Brezilya’nın gecekondu mahallelerindeki suç yapısını, sosyolojik bir çerçeveyle işler. Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu kitabı, gözetim toplumu ve suçun kurumsallaşması üzerine temel metinlerdendir.
Ayrıca Türk dizisi Behzat Ç., suçlu ile sistem arasındaki sınırların ne kadar geçirgen olduğunu göstermesi açısından sosyolojik bir derinliğe sahiptir. Ceza, Ezhel gibi sanatçılar ise şarkılarında yoksulluk, polis baskısı ve adaletsizlik temalarını işleyerek bu alana müzikle katkıda bulunur.
Suç sosyolojisi, suçun yalnızca “kötü bireyler”den ibaret olmadığını, sistemin içindeki adaletsizliklerin, eşitsizliklerin ve çarpıklıkların da suç ürettiğini gösterir. Toplumu yalnızca kurbanlar ve failler olarak ayırmak yerine, hepimizin bu yapının içinde nasıl konumlandığını sorgular. “Suç nedir?” sorusunu değil, “Kim suçlu ilan edilir ve neden?” sorusunu sorarak adaletin toplumsal inşasını anlamaya çalışır.
► GÖZETİM TOPLUMU
► PANOPTİKON TEORİSİ
► MEMETOKRASİ
► SUÇ VE CEZA
► MEDYA MANİPÜLASYONU