Bir yanda yavaş bir salınım, diğer yanda güçlü bir mesaj: Reggae, kulağa yumuşak, ruha devrimcidir.
Reggae, 1960’ların sonlarında Jamaika’da doğmuş bir müzik türüdür. Karakteristik olarak yavaş tempolu ritimleri, vurgulu bas çizgileri, arka vuruş gitarları ve ruhani sözleriyle bilinir. Ancak reggae yalnızca bir müzik tarzı değil; aynı zamanda bir dünya görüşü, kültürel kimlik ve politik bilinçtir. Rastafaryan inancı, Afrika kökenli kimlik bilinci, sömürge karşıtı duruş ve toplumsal eşitlik talepleri reggae’nin dokusuna işlemiştir. Reggae; müzikle hem dans ettiren hem düşündüren nadir türlerden biridir.
Reggae’nin kökleri, Jamaika’daki ska ve rocksteady gibi müzik türlerine dayanır. 1968’de Toots and the Maytals’in “Do the Reggay” adlı şarkısıyla türün adı ilk kez tescillendi. 1970’lerde Bob Marley, Peter Tosh, Burning Spear gibi sanatçılar reggae’yi küresel bir fenomene dönüştürdü. Bu dönemde reggae sadece bir müzik değil, baskıya karşı barışçıl bir direnişin sesi hâline geldi.
1980’lerde reggae, dijital alt türler olan dancehall ve dub ile çeşitlendi. Aynı zamanda punk, hip hop ve dünya müzikleriyle etkileşim kurarak farklı coğrafyalarda kendi yorumlarını doğurdu. 2018’de UNESCO, reggae’yi “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” olarak tanıdı.
Reggae, 1960’ların sonlarında Jamaika’da doğmuş gibi görünse de, aslında çok katmanlı bir müzikal ve kültürel mirasın ürünüdür. Doğrudan öncülleri ska ve rocksteady olan reggae; aynı zamanda Karayipler’in geleneksel mento ve calypso türlerinden, Amerikan cazı, R&B’si ve doo-wop etkilerinden beslenmiştir.
Başlangıçta “ska”, 1961–1967 yılları arasında Jamaika’da üretilen neredeyse tüm müzikler için kullanılan genel bir isimdi. Jamaikalı sanatçılar, Amerika’dan ithal edilen R&B plakları üzerine yerel tatlar ve ritmik dokunuşlar ekleyerek kendi özgün sound’larını geliştirdiler. Bu dönem, caz etkili üflemeliler, yürüyen bas çizgileri ve “off-beat” gitar/piyano vuruşlarıyla karakterize edilir. Jamaika 1962’de bağımsızlığını kazandığında, ska müziği gençler için ulusal kimliğin ifadesine dönüştü. Aynı zamanda İngiltere’deki “mod” gençliği arasında da popülerlik kazandı.
1960’ların ortalarında ska yerini rocksteadyye bıraktı. Rocksteady, ska’ya göre daha yavaş tempolu, daha az üflemeli ve genellikle aşk temalı sözlerle öne çıkan bir türdü. Türün ortaya çıkışı hakkında çeşitli teoriler olsa da, en çok bilinen anlatı, şarkıcı Hopeton Lewis’in “Take It Easy” adlı şarkısını ska temposunda söyleyememesi nedeniyle temponun yavaşlatılmasıdır. Rocksteady, Alton Ellis’in “Rock Steady” teklisiyle adını resmen kazandı ve reggae’ye zemin hazırlayan ritmik altyapıyı oluşturdu. Özellikle bu dönemde geliştirilen yavaş tempo, gitarın “double skank” vuruşları için uygun bir zemin sağladı.
Reggae’nin gelişimi yalnızca müzikal değildi; aynı zamanda Rastafari hareketiyle de iç içeydi. Jamaika’nın sömürge sonrası kimlik arayışında güçlü bir yer edinen Rastafaryanlık, reggae’nin ruhani ve politik yönünü şekillendirdi. Rasta inancının davul geleneği, özellikle Count Ossie gibi figürlerin öncülüğünde reggae’ye doğrudan etki etti. Nyabinghi olarak bilinen, ortaklaşa ve ritüelistik icra edilen bu davul ritimleri, reggae’nin derin ritmik yapısını oluşturdu ve müziğe meditatif bir katman ekledi.
Aynı dönemde, Jamaika’daki müzik endüstrisi teknik olarak da dönüşüm geçiriyordu. 1950’lerin başında Jamaikalı girişimciler 78’lik plaklar üretmeye başladı. Ancak kısa sürede bu format yerini 7 inçlik tekli plaklara bıraktı. 1951’de yayımlanan ilk mento kayıtları, hem kırsal akustik hem de caz-pop tarzlarıyla iki ayrı estetik damarı temsil ediyordu. Aynı yıllarda, Kingston’daki sound system operatörleri, Amerikan R&B parçalarının yerel yorumlarını üretip bu plakları açık hava danslarında çaldılar. Reggae’nin yaygınlaşmasında bu sistemler kilit rol oynadı.
Jamaika’dan göç eden müzisyenler ise bu kayıtları Birleşik Krallık’ta küçük bağımsız plak şirketleri aracılığıyla yeniden yayımladı. Çoğu, doğrudan Jamaika’da kaydedilen 45’liklerin yeniden mastering edilmiş hâlleriydi. Bu sayede reggae yalnızca Jamaika’da değil, diasporadaki Afro-Karayip topluluklar arasında da büyüyen bir kültürel ifade biçimine dönüştü.
1960’ların sonuna gelindiğinde reggae, ska ve rocksteady’den belirgin şekilde ayrışmaya başladı. Bu dönemde çıkan Larry and Alvin’in “Nanny Goat” ve The Beltones’in “No More Heartaches” parçaları, reggae’nin müstakil bir tür olarak tanımlanmasına öncülük etti. Rocksteady’nin yumuşak ve soul etkili dokusundan uzaklaşan reggae; daha köşeli, ritim odaklı ve Güneyli Amerikan funk’ına daha yakın bir estetikle ortaya çıktı. Bu yönüyle reggae, o dönemin Amerikan R&B’sinin cilalı yapısından bilinçli biçimde ayrılıyor, merkezine bas ve davulun taşıyıcılığını koyuyordu.
Reggae’yi benzersiz kılan en önemli özelliklerinden biri, son derece esnek bir tür olmasıydı. Örneğin Lee “Scratch” Perry’nin çarpıcı şekilde “zıplayan” “People Funny Boy” parçasıyla, Third World grubunun daha rafine “Now That We’ve Found Love” yorumu arasında yıllar, tarzlar ve ruh hâlleri olsa da ikisi de reggae olarak tanınabiliyordu. Bu esneklik, reggae’nin hem sokak kültürüne hem de küresel müzik piyasasına uyum sağlamasını kolaylaştırdı.
Rocksteady’den reggae’ye geçişin simgesel anlarından biri de, Jamaikalı klavyeciler Jackie Mittoo ve Winston Wright tarafından geliştirilen “organ shuffle” adı verilen klavye ritmiydi. Bu karakteristik ritim, 1968’de çıkan Eric “Monty” Morris’in “Say What You’re Saying” ve Lee Perry’nin “People Funny Boy” gibi geçiş dönemine ait teklilerde belirgin biçimde duyulur.
1968, aynı zamanda reggae’nin Jamaika dışındaki ilk yankılarının duyulmaya başladığı yıl oldu. Amerikalı sanatçı Johnny Nash, “Hold Me Tight” adlı parçasıyla reggae’yi Amerikan müzik listelerine taşıyan ilk büyük isim oldu. Aynı yıl The Beatles, “Ob-La-Di, Ob-La-Da” ile reggae ritmine göz kırptı. Bu gelişmeler reggae’nin artık ada sınırlarını aştığını, küresel popüler müziğin radarına girdiğini gösteriyordu.
Reggae’nin evrimi yalnızca ritim ve şarkı yapısında değil, onu yaratan sanatçılar üzerinden de gözlemlenebilir. The Wailers grubu, yani Bob Marley, Peter Tosh ve Bunny Wailer, bu dönüşümün en ikonik figürlerindendi. Üçlü, ska ile başlayıp rocksteady üzerinden reggae’ye ulaşan müzikal yolculuğunda, Jamaika’nın yerel mento melodilerinden esinlenmeye de devam etti. Benzer biçimde Prince Buster, Desmond Dekker, Ken Boothe ve “My Boy Lollipop” yorumu ile ünlenen Millie Small gibi sanatçılar da bu evrim hattında aktif roller oynadılar.
Bu dönüşümün arkasında, yalnızca sanatçılar değil; aynı zamanda vizyoner prodüktörler de vardı. Coxsone Dodd, Lee “Scratch” Perry, Leslie Kong, Duke Reid, Joe Gibbs ve King Tubby, ska’dan rocksteady’ye, oradan da reggae’ye geçişin kayıt arkasındaki mimarlarıydı. Jamaika dışına müziği taşıyan en önemli isimlerden biri ise Chris Blackwell oldu. 1960’ta Jamaika’da Island Records’u kuran Blackwell, 1962’de İngiltere’ye taşındı ve burada Jamaika müziğini tanıtmaya devam etti. 1968’de Trojan Records ile yaptığı ortaklık sayesinde reggae, Birleşik Krallık’ta da geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı. Bu ortaklık, 1974’te Saga Records tarafından satın alınana dek reggae’nin İngiltere’de yayılmasında büyük rol oynadı.
1970’li yılların başı, reggae’nin Jamaika sınırlarını aşarak küresel müzik sahnesinde görünürlük kazandığı dönemdi. Reggae etkisi, ilk kez 1972 yılında Amerikan Billboard Hot 100 listesine zirveden girdi. Önce Three Dog Night, Jamaikalı grup The Maytones’un “Black and White” yorumunu yeniden seslendirerek Eylül ayında 1 numaraya yerleşti. Hemen ardından Johnny Nash, Kasım ayında dört hafta boyunca “I Can See Clearly Now” ile listenin zirvesinde kaldı. Aynı yıl, Paul Simon da “Mother And Child Reunion” adlı parçasını Kingston’da Jimmy Cliff’in arka grubu ile kaydetti; bu şarkı Billboard’un 1972 listesinde 57. sıraya yerleşti. Bu gelişmeler reggae’nin yalnızca altkültür çevrelerinde değil, ana akım Amerikan popüler müziğinde de karşılık bulduğunu gösteriyordu.
Reggae’nin sinemaya taşınması da bu döneme rastlar. 1973 yılında vizyona giren, başrolünde Jimmy Cliff’in yer aldığı The Harder They Come, Jamaika müziğini ülke dışındaki izleyicilerle buluşturdu. Her ne kadar film kült statü kazansa da, etkisi sınırlı kaldı. Buna karşın, Eric Clapton’ın 1974’te Bob Marley’nin “I Shot the Sheriff” şarkısına getirdiği yorum çok daha geniş bir etki yarattı. Clapton, şarkının reggae öğelerini sadakatle korurken modern rock prodüksiyonuyla harmanladı ve parça dünya çapında rock ve pop radyolarının listelerine girdi. Bu yorum, Bob Marley’nin müziğinin ana akım rock dinleyicisiyle tanışmasında dönüm noktası oldu.
Aynı dönemde İngiltere’de, ünlü DJ John Peel, radyo programlarında reggae’ye yer vererek türün Britanya’da kök salmasına öncülük etti. Reggae dub plakları ve özel kayıtlar, Peel sayesinde geniş kitlelere ulaştı. 1977’de Jeremy Marre tarafından çekilen Roots Rock Reggae adlı belgesel ise Jamaika’daki reggae sahnesinin “altın çağını” sinema diliyle belgeledi.
1970’lerin sonunda Jamaika’daki plak üretimi, petrol krizi nedeniyle teknik ve estetik anlamda bir düşüş yaşarken, İngiltere’deki reggae sahnesi hızla büyümeye başladı. Bu gelişimde, Britanya’nın çok kültürlü kent yapısı etkiliydi. Jamaika’dan göç eden topluluklar ve İngiltere’nin iç şehirlerinde büyüyen gençler, reggae’yi kendi deneyimlerine adapte etti. Şarkı sözlerinde Jamaika gettoları yerine Londra’nın iç mahalleleri, Rastafaryan patois yerine Cockney aksanı ve İngiliz sokak argosu duyulmaya başlandı. Bu dönemde öne çıkan gruplar arasında Steel Pulse, Aswad ve UB40, sanatçılar arasında ise Smiley Culture ve Carroll Thompson vardı.
Reggae’nin İngiltere’de geçirdiği evrim sadece tematik değil; biçimsel olarak da kendini gösterdi. Özellikle South London merkezli bir alt tür olan UK Lovers Rock, reggae’ye yumuşak, duygusal ve daha ticari bir estetik kazandırdı. Jamaika’da Gregory Isaacs gibi erkek vokalistlerin hâkim olduğu “lovers rock” türü, İngiltere’de kadın sanatçılar tarafından sahiplenildi. Carroll Thompson ve Janet Kay, duygusal aşk şarkılarıyla bu alt türün öne çıkan isimleri oldular.
1980’lere gelindiğinde reggae, hem bağımsız müzik dünyasında hem ana akımda etkisini artırarak devam ettirdi. Uluslararası çapta başarı kazanan reggae sanatçıları arasında Third World, Black Uhuru ve Sugar Minott gibi isimler öne çıktı. 1985 yılında Grammy Ödülleri, reggae’nin dünya çapındaki önemini tanıyarak “En İyi Reggae Albümü” kategorisini resmen oluşturdu.
Reggae’nin sadece sesini değil, sahne arkasını da etkileyen kadınlar bu süreçte önemli roller üstlendiler. Müzik endüstrisinin pek çok kilit pozisyonunda yer alan isimler arasında Olivia Grange (Specs-Shang Musik başkanı), Trish Farrell (Island/Jamaika yöneticisi), Lisa Cortes (Loose Cannon başkanı) ve bağımsız reggae çevrelerinde etkin olan Jamaika kökenli Amerikalı yapımcı Sharon Gordon gibi kadınlar bulunur. Bu isimler, reggae’nin sektörleşmesinde, temsilinde ve organizasyonunda belirleyici roller üstlenmiş, türün sahneyle sınırlı olmayan bir kültürel üretim alanı olduğunu kanıtlamışlardır.
Reggae’nin Jamaika dışındaki en güçlü ikinci kökü kuşkusuz Birleşik Krallık’tadır. 1950’lerden itibaren Karayipler’den İngiltere’ye göç eden binlerce insan, beraberinde müziğini, dili ve kimliğini de taşıdı. 1960’ların sonlarından itibaren Jamaika kökenli müzik türleri –başta reggae olmak üzere– İngiltere’nin kültürel dokusuna yerleşti. Bu birliktelikten yalnızca “lovers rock” gibi alt türler değil, aynı zamanda reggae’nin İngiliz müziğine nüfuz ettiği başka formlar da doğdu: drum and bass, dubstep, jungle gibi türlerin kökeninde Jamaika’nın ritmik mirası açıkça görülür.
İngiltere, aynı zamanda reggae sanatçılarının Avrupa’ya açılmasında da bir üs işlevi gördü. Jamaikalı birçok müzisyen kariyerine Birleşik Krallık’ta devam etti. Grammy ödüllü sanatçı Maxi Priest, Londra merkezli Saxon Studio International adlı efsanevi sound system ile müzik hayatına başladı. Reggae’nin İngiltere’de bir altkültürden popüler kültüre geçişi, The Police grubunun 1978 tarihli Outlandos d’Amour albümünde yer alan üç reggae etkili parçayla birlikte hız kazandı. Bu şarkılar, reggae’nin gitar ya da klavyede “upstroke” vurgulu, ritmik verse’leri ile punk/rock ağırlıklı nakaratları birleştiren yeni bir şarkı yapısını müzik dünyasına tanıttı.
1970’lerin sonuna doğru İngiltere’de bir ska canlanması yaşandı. Bu dönemde The Specials, Madness, The Beat ve The Selecter gibi gruplar, reggae’nin öncüllerinden olan ska ve rocksteady’yi yeniden sahneye taşıdı. Jerry Dammers tarafından kurulan 2 Tone Records, yalnızca müzik değil, aynı zamanda sosyal farkındalık üreten bir hareketin merkezine dönüştü. Bu akım; siyah-beyaz giyilen takımlar, porkpie şapkalar ve dansa çağıran enerjik tempolarla hem geçmişin mirasını sahiplendi hem de onu güncelledi. Aynı zamanda ırklar arası dayanışmayı önceleyen gruplarıyla 2 Tone, reggae’nin politik yükünü İngiltere sokaklarına taşıdı.
İngiltere merkezli reggae grupları arasında en geniş küresel başarıyı elde edenlerden biri UB40 oldu. Birmingham çıkışlı bu grup, 1980’ler ve 1990’larda “Red Red Wine”, “Kingston Town” ve “(I Can’t Help) Falling in Love with You” gibi şarkılarla reggae/pop melezinin uluslararası temsilcisi hâline geldi. Diğer önemli İngiltere merkezli sanatçılar arasında Aswad, Misty in Roots, Steel Pulse, Janet Kay, Tippa Irie, Smiley Culture ve daha yakın dönemde Bitty McLean sayılabilir.
Avrupa’nın genelinde de reggae etkisi derinleşti. Alborosie (İtalya) ve Gentleman (Almanya), yalnızca Avrupa’da değil Jamaika’da da ciddi liste başarıları yakalayan, Jamaika’daki stüdyolarla çalışan ve “riddim” kültürüne katılan sanatçılar oldular. Alborosie, 1990’ların sonundan itibaren Jamaika’da yaşadı ve Bob Marley’nin Tuff Gong Stüdyoları’nda kayıtlar yaptı. İtalya’dan çıkan Africa Unite, Reggae National Tickets, Sud Sound System, Gaudi, Pitura Freska ve B.R. Stylers gibi gruplar da Avrupa reggae sahnesine kalıcı katkılar sundu.
Yugoslavya’da reggae etkisi ilk kez 1970’lerin sonunda rock gruplarının tekil parçalarında hissedildi. Haustor, Šarlo Akrobata, Piloti, Zana, Du Du A gibi yeni dalga gruplar bu türü benimsedi. 1980’lerin ortasında kurulan Del Arno Band, Yugoslavya kökenli ilk “tam anlamıyla reggae” grubu kabul edilir ve hâlen bölgedeki en etkili reggae temsilcilerindendir.
Polonya’da reggae 1980’lerde, Izrael gibi gruplarla sahneye çıktı. Rusya’da ise şarkıcı Alexander Barykin, bu türün yerel öncüsü olarak görülür. İsveç’te düzenlenen Uppsala Reggae Festivali, yalnızca İsveçli grupları (örneğin Rootvälta ve Svenska Akademien) değil, Jamaikalı sanatçıları da ağırlayan bir Kuzey Avrupa buluşma noktasıdır. Avrupa’nın en büyük reggae festivali ise Summerjam’dir. Köln’de her yaz düzenlenen bu etkinlik 25.000’in üzerinde katılımcıya ev sahipliği yapar. Benzer şekilde Rototom Sunsplash, 2009’a kadar İtalya’da, 2010’dan itibaren İspanya’nın Benicassim kentinde düzenlenmekte ve yaklaşık 150.000 kişiyi bir araya getirmektedir.
İzlanda’da reggae sahnesi daha küçük ama dikkat çekici bir gelişim göstermiştir. İlk reggae grubu olan Hjálmar, altı albümle adadan çıkan ilk önemli reggae projesi oldu. Ardından gelen RVK Soundsystem, Reykjavik’te düzenledikleri reggae geceleriyle bu müziği kuzeyin başkentinde kökleştirdi.
Almanya’da ise 1990 yılında yaşanan bir organizasyon ayrılığı, iki büyük yaz festivali doğurdu. Lorelei Kayası’nda düzenlenen ilk festivalde Mad Professor, Mighty Diamonds, Mutabaruka, Twinkle Brothers, Manu Dibango ve Fela Kuti gibi isimler sahne aldı. Aynı tarihte, Almanya’nın ortasındaki küçük bir köy olan Gemünden’de düzenlenen alternatif festival, 10.000 kişilik büyük bir kalabalığı topladı ve Jamaika Sunsplash ekibini Avrupa’ya ilk kez taşıdı. Bu gelişme, Almanya’daki reggae rönesansının başlangıcı kabul edilir.
Reggae’nin kökeninde hangi kültürel dinamikler var?
Reggae, köleliğin, sömürünün ve yoksulluğun izlerini taşıyan bir coğrafyada doğmuştur. Jamaika’da Afrika kökenli halkın, sömürge sonrası dönemde yaşadığı ekonomik eşitsizlik, kimlik arayışı ve direniş ihtiyacı bu müzik türünün ruhunu şekillendirmiştir. Aynı zamanda reggae, Rastafaryan inancı ile derin biçimde bağlantılıdır. Bu inanç, Etiyopya imparatoru Haile Selassie’yi kutsal bir figür olarak kabul eder ve Afrika’ya dönüş idealini taşır. Reggae müziği bu tarihsel-kültürel arka planın müzikal tercümesidir.
Reggae neden “direniş müziği” olarak anılır?
Çünkü reggae’nin sözlerinde toplumsal adaletsizlik, polis şiddeti, siyasal baskılar, ırkçılık ve sınıf ayrımı gibi sorunlara doğrudan temas edilir. “Get up, stand up” gibi şarkılar, sadece çağrı değil, bir manifesto gibidir. Bob Marley’nin müziği, emperyalizme ve Batı merkezli tahakküme karşı bir bilinç uyandırır. Ayrıca reggae, şiddetsizliğe ve barışçıl direnişe vurgu yapar; “savaşma, sev” diyen bir ideolojinin müzikteki yansımasıdır.
Reggae yalnızca Jamaika’ya mı özgüdür?
Reggae Jamaika’da doğmuş olsa da evrensel bir dile dönüşmüştür. Bugün Brezilya’da “reggae roots”, Almanya’da “dub reggae”, Senegal’de “afro-reggae”, Türkiye’de “Anadolu reggaesi” gibi alt kolları mevcuttur. Reggae, ezilen halkların sesi olduğu için evrensel karşılık bulur. Dünya genelinde festivaller, fanzinler ve yerel sahneler reggae kültürünü yaşatmaktadır.
Reggae ile Rastafaryanlık arasındaki bağ nedir?
Reggae’nin ruhunu belirleyen en güçlü damarlardan biri Rastafaryan inancıdır. Bu inanç sistemi, sömürgecilikten arınmış bir siyah kimliğini, manevi kurtuluşu ve kültürel özbilinci temel alır. Reggae sanatçılarının çoğu, Rastafaryan yaşam biçimini benimsemiştir: saçlarında dreadlock, dillerinde İncil’den ayetler, hayatlarında doğallık ve özgürlük vardır. “Jah” adı verilen Tanrı’ya olan bağlılık ve Afrika’ya dönüş umudu, reggae sözlerinde sıkça yer alır.
Reggae bugün neye evrildi?
Reggae bugün, klasik formunun ötesine geçerek farklı türlerle harmanlanıyor. Hip hop, elektronik müzik, caz ve hatta metal ile karışan alt türler oluştu. Bu çeşitlenme, reggae’nin mesaj gücünü azaltmamış; aksine yeni kuşaklara ulaşmasını sağlamıştır. Aynı zamanda reggae, aktivist hareketlerle iç içe kalarak güncel meseleleri de seslendirmeye devam ediyor: iklim adaleti, göç, eşitsizlik gibi. Reggae hâlâ yaşayan, dönüşen ama özünü koruyan bir protest müziktir.
Sanatçılar:
• Bob Marley: Reggae’nin evrensel yüzü. Müziğiyle dünya çapında barış, sevgi ve direniş mesajı verdi.
• Peter Tosh: Daha radikal bir reggae sesi; sistem eleştirileriyle öne çıktı.
• Burning Spear, Jimmy Cliff, Steel Pulse: Reggae’nin kült isimlerinden.
• Protoje, Chronixx, Koffee: Yeni nesil “conscious reggae” temsilcileri.
Sinemada:
• The Harder They Come (1972): Jamaika’daki reggae sahnesini dünyaya tanıtan kült film.
• Marley (2012): Bob Marley’nin yaşamı ve reggae’nin küresel etkisi üzerine kapsamlı bir belgesel.
Festival ve Mekanlar:
• Reggae Sunsplash, Rototom Sunsplash gibi festivaller, reggae’nin evrensel topluluklarca nasıl sahiplendiğini gösterir.
• Jamaika’nın Kingston şehri, reggae müziğinin doğduğu ve yaşadığı yerdir.
Reggae, basit bir ritimden çok daha fazlasıdır. O, ezilenlerin sesi, ruhani bir yolculuk, kültürel bir hafıza ve politik bir duruştur. Müzik yoluyla adalet aramak, barışı savunmak ve direnmek mümkündür der bize. Bu yüzden reggae, hâlâ yankılanıyor: bazen bir konser salonunda, bazen bir miting alanında, bazen bir kulaklıkta… Yavaş çalar ama sert söyler. Ve her zaman umut eder.
► SOUL MÜZİK
► EMPERYALİZM
► HIP-HOP
► RASTAFARYANLIK
► POPÜLER KÜLTÜR