Melodramın, müziğin ve insan sıcaklığının sinemadaki adı.
Raj Kapoor (1924–1988), Hindistan’ın en büyük sinema ikonlarından biridir. Oyuncu, yönetmen ve yapımcı olarak Bollywood tarihine damgasını vurmuş, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde “Hint sinemasının yüzü” olarak tanınmıştır. Kimi eleştirmenler tarafından “Hindistan’ın Charlie Chaplin’i” olarak anılan Kapoor, dramatik temaları halkın duygusal diliyle buluşturmayı başarmıştır.
1924 yılında Peshawar’da doğan Raj Kapoor, tiyatro kökenli bir aileden geliyordu. Babası Prithviraj Kapoor, Hint tiyatrosunun öncülerindendi. Raj, sinemaya çocuk yaşta adım attı; ilk büyük rolünü Neel Kamal (1947) filminde oynadı.
1948’de henüz 24 yaşındayken RK Films adlı kendi yapım şirketini kurdu. Ertesi yıl yönettiği Aag filmiyle yönetmenliğe başladı, ancak asıl çıkışını 1951 tarihli Awaara (Dilenci, Avare) ile yaptı. Bu film, sınıf farklılıklarını, kaderi ve aşkı ele alan evrensel bir hikâyeydi. Awaara’nın müzikleri, Shankar–Jaikishan ikilisinin besteleriyle efsaneleşti; film hem Hindistan’da hem de Sovyetler Birliği’nde milyonlarca izleyiciye ulaştı.
1955 yapımı Shree 420, onun sinema dilini daha da olgunlaştırdı. Burada canlandırdığı saf, iyi niyetli ama sistem tarafından ezilen küçük adam karakteri, Chaplin’in The Tramp figürünü andırır. Raj Kapoor’un sineması, melodramla toplumsal eleştiriyi iç içe geçirir; aşk, yoksulluk ve umut temaları etrafında döner.
1960’larda Sangam, 1970’lerde ise Bobby gibi filmlerle yönetmenlik kariyerini sürdürdü. Bobby, gençlik temasını merkeze alarak yeni bir kuşağa hitap etti ve Bollywood’da romantik müzikal geleneğini yeniden canlandırdı.
1982’de Prem Rog filmiyle kast sistemi ve kadınların toplumsal konumuna dair eleştiriler getirdi. Bu yönüyle Raj Kapoor, yalnızca duygusal değil, sosyal duyarlılığı yüksek bir sinemacı olarak da anılır.
Raj Kapoor’un sinema yolculuğu, şaşaalı bir başlangıçtan ziyade, mütevazı bir stüdyo köşesinde başladı. 1935 yılında, henüz 11 yaşındayken, Inquilab filminde küçük bir rolle ilk kez kamera karşısına geçti. O sırada Bombay Talkies Stüdyosu’nda yardımcı (helper) olarak çalışıyordu; setin bir ucunda kabloları taşıyor, diğer ucunda ışıkçıya yardım ediyordu.
Bir süre sonra, dönemin önemli yönetmenlerinden Kedar Sharma ile tanıştı ve onun yanında klaketçi (clapper boy) olarak görev almaya başladı. Bazı kaynaklara göre, babası Prithviraj Kapoor, oğlunun büyük bir yetenek sergileyebileceğine başlangıçta pek inanmaz; bu yüzden Raj’ı böyle “küçük” işlerde deneyim kazanması için yönlendirir. Ancak yıllar sonra bu düşüncenin ne kadar kısa ömürlü olduğu anlaşılacaktır.
Kapoor ailesinin yanında uzun yıllar çalışan yönetmen yardımcısı Virendranath Tripathi, o dönemi şu sözlerle anlatır:
“Baba Prithviraj hep şöyle derdi: ‘Raj belki çok okumayacak, ama sinemada olağanüstü işler yapacak. Bugün Kedar, ona benim oğlum olduğu için iş verdi; ama bir gün gelecek, insanlar beni Raj Kapoor’un babası olarak tanıyacak.’”
Gerçekten de Kedar Sharma, Raj’ın içindeki doğal oyunculuk yeteneğini ve disiplini fark eden ilk kişiydi. Raj’ın yalnızca çalışkanlığı değil, kamera önündeki içtenliği de dikkat çekiyordu. Sharma, bu potansiyeli görmezden gelemedi ve 1947 yılında, henüz 23 yaşındaki Raj Kapoor’a kendi filmi Neel Kamal’de başrolü verdi. Böylece bir klaketçinin elinden düşen tahta, bir anda sahnenin merkezine taşındı — Hint sinemasının yeni yıldızı doğmuştu.
Raj Kapoor’un başrol oyuncusu olarak parladığı dönem, Hindistan sinemasının “Venüs”ü olarak anılan efsanevi aktris Madhubala ile başladı. 1946–47 yıllarında gösterime giren Kedar Sharma’nın Neel Kamal, Mohan Sinha’nın yönettiği Chittor Vijay ve Dil Ki Rani filmleriyle birlikte 1948 tarihli N. M. Kelkar imzalı Amar Premde de Kapoor’un karşısında Madhubala yer aldı. Nargis dışında, Kapoor’un en çok film çevirdiği kadın oyuncu da yine Madhubala olmuştur. Ancak bu filmlerden yalnızca Neel Kamal başarı kazandı; diğerleri gişede umulan etkiyi yaratamadı ve zamanla unutuldu.
1948 yılı, Raj Kapoor’un kariyerinde bir dönüm noktasıydı. O yıl vizyona giren Aag (Ateş), onu yalnızca bir aktör değil, aynı zamanda yönetmen ve yapımcı olarak da tanıttı. Film ticari açıdan büyük başarı kazanamasa da, genç Kapoor’un Hindistan sinemasında farklı bir yol arayışını simgeliyordu. Aag, yerleşik anlatı kalıplarını takip etmiyor, aynı zamanda yeni bir dil de tam olarak kuramıyordu. Ancak Kapoor’un sinemaya bakışında o “ateş” yanmaya başlamıştı.
Bir yıl sonra, 1949’da gösterime giren Barsaat (Yağmur), o ateşi bir sele dönüştürdü. Bu film, Raj Kapoor’un hem oyuncu hem yönetmen olarak yeniden sahneye çıkışıydı ve Hindistan sinemasında adeta bir yenilenme patlaması yarattı. Barsaat’ın neredeyse tüm ekibi yeniydi: müzikte Shankar–Jaikishan, sözlerde Hasrat Jaipuri ve Shailendra, senaryoda Ramanand Sagar, görüntü yönetiminde Radhu Karmakar, sanat yönetiminde M.R. Achrekar ve kurguda G.G. Mayekar. Başrol kadın oyuncu Nimmi de ilk kez kamera karşısına geçiyordu.
O dönemde sinema çevrelerinde alaycı bir deyim dolaşıyordu:
“Aag’da yanmayan ne varsa, Barsaat’ta akıp gidecek.”
Raj Kapoor ise bu sözleri hiç önemsemedi. Sadece bir yıl içinde filmi tamamladı ve Barsaat 1949’da vizyona girdiğinde, Hindistan sinemasında estetik, müzik ve duygunun birleştiği yeni bir çağ başladı. Filmin müzikleri sınırları aşan bir etki yarattı; Mukesh ve Lata Mangeshkar’ın seslendirdiği şarkılar dillerden düşmedi. Hatta Lata Mangeshkar’ın ülke çapında tanınması, büyük ölçüde Barsaat sayesinde oldu.
Barsaat, taze bir kanla kurulmuş bir sinemanın sembolüydü. Bağımsızlık sonrası Hindistan’da böylesine genç bir ekip tarafından yaratılmış, bu kadar özgün ve bu kadar başarılı bir film örneği azdı.
Bu muazzam başarının ardından, 1950 yılı Raj Kapoor’un en yoğun yılı oldu: Bir yılda tam altı filmde başrol oynadı. Nargis’le birlikte Jaan Pehchaan ve Pyaar filmlerinde, Kedar Sharma’nın yönettiği Baware Nainde Geeta Bali’yle, A. R. Kardar’ın Dastanında Suraiya’yla, G. Rakesh’in Bhanwara filminde Nimmi’yle ve P. L. Santoshi’nin Sargamında Rehana’yla kamera karşısına geçti. Bu filmler içinde en çok başarıyı Dastan elde etti; aynı zamanda Kapoor’un Suraiya’yla birlikte oynadığı tek film olarak anılır. Sargam ve Baware Nain ise özellikle müzikleriyle öne çıkarak gişede de büyük ilgi gördü.
Artık genç Raj Kapoor, Mahboob Khan, Bimal Roy, Kedar Sharma, V. Shantaram gibi devlerin arasında “çırak” değil, rakip konumuna gelmişti. 1951’de çektiği Awaara, onun hem toplumsal hem sanatsal anlamda doruğa çıkışını temsil etti. Ve böylece Hint sinemasının en tutkulu dönemlerinden biri başlamış oldu: Raj Kapoor artık yalnızca bir yıldız değil, bir sinema diliydi.
1951’de gösterime giren Awaara (Düşkün), Hindistan sinema tarihinin bir dönüm noktası oldu. Bu film, Raj Kapoor’a yalnızca yeni bir kimlik kazandırmakla kalmadı; onun sinemasına sosyal gerçekçiliğin kapısını da açtı. Awaara, yönetmen Raj Kapoor’un dünyaya bakışını değiştirdi, sinemayı toplumsal bir aynaya dönüştürdü.
Ünlü sinema eleştirmeni Prahlad Agrawal, o dönemi şöyle anlatır:
“Awaara, yirmi yedi yaşındaki bu genci öyle bir zirveye taşıdı ki, en büyük sanatçılar bile oraya ulaşmayı hayal eder. Film, ona uluslararası bir ün kazandırdı. Hatta o dönemde, Pandit Jawaharlal Nehru’dan sonra, Sovyetler Birliği’nde en çok tanınan Hindistanlı isim Raj Kapoor oldu. Rusya ve diğer sosyalist ülkelerde film yalnızca beğenilmekle kalmadı, halk tarafından da büyük bir içtenlikle benimsendi.”
Yazar-jurnalist Vinod Viplav ise Kapoor’un etkisini şu sözlerle dile getirir:
“Hindistan dünyaya kendini hangi imgelerle tanıtırsa tanıtsın, Çin, eski Sovyetler Birliği ve Mısır gibi ülkelerde Raj Kapoor, hep Hindistan’ın sembolü olarak kalacaktır. Mao Zedung, ‘Awaara, benim en sevdiğim film’ demiştir. Bugün hâlâ Pekin ya da Moskova sokaklarında dolaşırken ‘Awaara Hoon’ şarkısını duymak mümkündür. Bu, Raj Kapoor’un popülaritesinin ne kadar derin ve kalıcı olduğunun bir göstergesidir.”
1955’te RK Films yapımı Shree 420, Raj Kapoor’u yeniden zirveye taşıdı. Film yalnızca Hindistan’da değil, dünya çapında büyük yankı uyandırdı. Bağımsızlığın üzerinden henüz sekiz yıl geçmişti; halk hâlâ özgürlüğün sarhoşluğunu yaşıyordu. Shree 420, bu ortamda “medeniyet ve ilerleme” kisvesi altında büyüyen ahlaki yozlaşmayı hicvediyor, modernleşmenin içindeki tehlikelere dikkat çekiyordu. Kapoor, bu filmde hem komik hem dokunaklı bir dille büyük sözler söyleyerek dönemin ruhunu yakaladı.
1956 yılı, Raj Kapoor’un hem sanatsal hem de popüler zirveye ulaştığı yıl oldu. Aynı yıl Jagte Raho ve Chori Chori filmleri gösterime girdi. Chori Chori ticari anlamda daha başarılıydı, ancak Jagte Raho, sosyal gerçekçiliğiyle Hint sinemasının klasiklerinden biri haline geldi. Film, Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde “Büyük Ödül” kazanarak, uluslararası alanda ödül alan ilk Hint filmlerinden biri oldu.
1957’de L. V. Prasad’ın yönettiği Sharada filmiyle Kapoor, Meena Kumari’yle başrolü paylaştı. Film, fedakâr bir kadının trajik hikâyesiyle izleyicide derin iz bıraktı. 1958’de Parvarish ve Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanından uyarlanan Phir Subah Hogi vizyona girdi. Özellikle Phir Subah Hogi, eleştirmenlerce övüldü; müziklerini Khayyam, sözlerini Sahir Ludhianvi yazmıştı, ancak gişede bekleneni veremedi.
1959’da Kapoor’un beş filmi birden vizyona girdi; bunlar arasında Hrishikesh Mukherjee’nin yönettiği Anari (Saf Adam), büyük bir başarı kazandı ve Raj Kapoor’a Filmfare En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirdi. Nargis’le yollarını ayırdığı dönemin ardından Anari, onun için yeni bir başlangıç anlamı taşıyordu.
1960’ta Chhalia, Shriman Satyawadi ve Jis Desh Mein Ganga Behti Hai ardı ardına geldi. Özellikle sonuncusu, hem Kapoor’a hem filme Filmfare En İyi Film ve En İyi Oyuncu ödüllerini kazandırdı. Film, Hindistan’ın bölünme sonrası kimlik sancılarını insancıl bir dille anlatıyordu.
1961’de Nazrana, 1962’de Aashiq ve 1963’te Dil Hi To Hai filmleriyle daha ciddi rollere yöneldi. Dil Hi To Hai’daki “Laga Chunari Mein Daag” şarkısı dönemin klasiklerinden biri oldu.
1964’te gösterime giren Sangam, Raj Kapoor’un ilk renkli filmi ve aynı zamanda hem yapımcısı, hem yönetmeni, hem başrol oyuncusu olduğu büyük bir yapımdı. Görsel zenginliği, romantik atmosferi ve müzikleriyle sadece Hindistan’da değil, Avrupa’da da başarı kazandı. Kapoor’a Filmfare En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu ödüllerini getirdi. Sangam, onu “Asya’nın En Büyük Şovmeni” konumuna yükseltti.
1966’da vizyona giren Teesri Kasam, Hint edebiyatının usta yazarı Phanishwar Nath Renu’nun öyküsünden uyarlandı. Film, şair ve söz yazarı Shailendra tarafından finanse edildi; Raj Kapoor bu filmdeki rolü için yalnızca bir rupi ücret aldı. Başlangıçta ticari başarı elde edemese de, daha sonra hem eleştirmenlerin hem seyircilerin gözünde bir başyapıt haline geldi. Teesri Kasam, Cumhurbaşkanlığı Altın Madalyası dahil birçok ödül kazandı ve Moskova Film Festivali’nde de onurlandırıldı.
1967–68 yıllarında Around the World, Deewana ve Sapnon Ka Saudagar gibi yapımlar beklenen başarıyı getirmedi. Ancak bu dönemde Raj Kapoor artık bir sanatçıdan öte, bir sinema kurumuna, bir vizyon sembolüne dönüşmüştü.
1950’lerin ortasından 1960’ların sonuna uzanan bu dönem, Raj Kapoor’un hem inişleriyle hem zirveleriyle şekillenen en üretken çağıdır. Shree 420’nin toplumsal eleştirisinden Jagte Raho’nun küresel duyarlılığına, Sangam’ın görsel gösterişinden Teesri Kasam’ın lirik gerçekliğine uzanan bu çizgi, onu yalnızca bir yıldız değil, Hint sinemasının vicdanı hâline getirmiştir.
1952 yılı Raj Kapoor için hem verimli hem de duygusal açıdan özel bir dönemdi. O yıl, başrolünü Nargis’le paylaştığı dört film birden vizyona girdi: Amber, Anhonee, Bewafa ve Aashiyana. 1951–1956 yılları arasında Raj Kapoor’un oynadığı her filmde başrol kadın oyuncu Nargis’ti; bu da sinema tarihinde benzeri az görülen bir rekor oluşturdu.
Bu dört film arasında en başarılı olanı Jayant Desai’nin yönettiği Amber olurken, Khwaja Ahmad Abbas imzalı Anhonee beklentilerin altında kaldı. M.L. Anand’ın yönettiği Bewafa, Raj Kapoor’un yanında Ashok Kumar’ın da yer aldığı bir yapımdı. Kumar’ın duygusal bir ressamı canlandırdığı bu film, eleştirmenlerce özel olarak övüldü.
1953 yılı ise Raj Kapoor için talihsiz bir dönüm noktasıydı. Kendi stüdyosu RK Films’ten çıkan üç yapım — Aah, Dhun ve Paapi — gişede başarısız oldu. Bu filmlerden özellikle Aah’ın başarısızlığı eleştirmenleri şaşırttı. Raj Kapoor bu filmde veremli bir âşığı canlandırıyordu; izleyici, Awaara’nın neşeli, serseri karakterine alıştığı için bu karanlık ve melankolik figürü kabullenememişti.
Sinemanın önde gelen eleştirmenlerinden Prahlad Agrawal, Aah hakkında şöyle yazar:
“Aah, döneminin bütün özelliklerini taşıyordu. Müziği olağanüstüydü, hatta Barsaat ve Awaara’dan bile daha etkileyiciydi. ‘Raja Ki Aayegi Baraat’, ‘Aaja Re Ab Mera Dil Pukara’ ve ‘Jaane Na Nazar Pehchaane Jigar’ gibi şarkılar dillerden düşmedi. Yine de film başarısız oldu, çünkü Awaara, Raj Kapoor’un imajını neşeli, umursamaz bir delikanlı olarak sabitlemişti. Seyirci o kalıba alışmıştı; karamsar bir âşığı ondan görmek istemedi.”
Bu üç filmin arka arkaya başarısızlığı, Raj Kapoor’un popülaritesinde ciddi bir sarsıntı yarattı. Ancak o, kolayca vazgeçecek bir sanatçı değildi. Hemen ardından RK Films çatısı altında, kimsenin beklemediği bir hamle yaptı: başrolde kendisi ya da Nargis’in olmadığı bir film çekti — Boot Polish (1954).
Film, iki çocuk oyuncunun (Baby Naaz ve Rattan Kumar) hikâyesini anlatıyordu; başrolde ayrıca karakter oyuncusu David Abraham yer alıyordu. O güne dek Hindistan’da çocuk temalı filmler ticari başarı elde edememişti. Fakat Raj Kapoor’un vizyonu bir kez daha farkını gösterdi. Boot Polish, hem gişede hem eleştirmenler nezdinde büyük başarı kazandı, Gümüş Jübile derecesine ulaştı ve Kapoor’un prestijini yeniden inşa etti.
Bu film, Raj Kapoor’un sinemasında bir kırılma anıdır: o artık yalnızca bir yıldız değil, risk alan, toplumsal meselelere duyarlı bir sinema düşünürü hâline gelmiştir.
► Raj Kapoor neden “Hint sinemasının babası” sayılır?
Çünkü oyuncu, yönetmen, yapımcı ve stüdyo sahibi olarak Bollywood’un temellerini atan çok yönlü bir figürdür.
► Onun filmlerinde en çok hangi temalar işlenir?
Aşk, kader, sınıf farkı, umut, insanın iyiliğine duyulan inanç.
► Müzik, Raj Kapoor sinemasında neden önemlidir?
Çünkü şarkılar, hikâyenin duygusal merkezini oluşturur; repliklerin yerini müzikal anlatım alır.
► Raj Kapoor’un uluslararası etkisi olmuş mudur?
Evet. Awaara ve Shree 420, Sovyetler Birliği, Orta Doğu ve Türkiye dahil birçok ülkede kültürel bir fenomen haline gelmiştir.
► Kapoor ailesi Bollywood’da nasıl bir miras bıraktı?
Oğulları Rishi Kapoor, Randhir Kapoor ve torunları Ranbir Kapoor, aile geleneğini sürdürerek Bollywood’un en tanınmış soyadlarından biri haline getirdi.
Sinemada: Awaara (1951), Shree 420 (1955), Bobby (1973) klasikler arasındadır.
Müzikte: Awaara Hoon şarkısı, milyonların hafızasında yer etmiş kült bir eserdir.
Dünyada: Sovyetler Birliği ve Arap dünyasında Raj Kapoor’un filmleri, “doğu romantizminin” simgesi kabul edilmiştir.
Raj Kapoor, duyguyu ideolojiyle, müziği toplumsal eleştiriyle harmanlayan bir sinema kurucusudur. Filmlerinde her zaman “küçük insanın onurunu” yüceltmiş, sinemayı halkın duygusal ve estetik ortak dili haline getirmiştir. Onun mirası, yalnızca Bollywood’un değil, dünya sinemasının da belleğinde yaşamayı sürdürmektedir.
► BOLLYWOOD
► SATYAJIT RAY
► PARALLEL CINEMA
► MOLLYWOOD
► SHONKU