POGROM – Azınlıklara Yönelik Şiddetin Tarihsel Adı

Kollektif nefretin sokağa döküldüğü, azınlıkların hedef alındığı organize saldırılar.


Pogrom Nedir?

Pogrom (İngilizce: pogrom, Almanca: Pogrom, Fransızca: pogrom), özellikle bir etnik ya da dini azınlığa karşı devletin göz yummasıyla veya bizzat teşvikiyle gerçekleşen, toplu şiddet ve yağma hareketlerini tanımlar. Sözcük, 19. yüzyılda Rusça “yıkım, kırıp geçirme” anlamındaki köklerden türemiştir. İlk olarak Çarlık Rusyası’nda Yahudilere karşı düzenlenen saldırıları tanımlamak için kullanılmıştır.


Dünden Bugüne Pogrom

Pogromların en bilinen örnekleri, 19. ve 20. yüzyıl başlarında Doğu Avrupa ve Rusya’da Yahudilere yönelik gerçekleşen saldırılardır. Ancak kavram, yalnızca Yahudilerle sınırlı değildir. Tarih boyunca farklı toplumlarda Ermenilere, Rumlara, Romanlara ve başka azınlıklara yönelik benzer şiddet olaylarını da tanımlamak için kullanılmıştır.

Türkiye’de “pogrom” denildiğinde akla gelen en çarpıcı olaylardan biri, 6/7 Eylül 1955 Olaylarıdır.


6/7 Eylül Olayları Bağlamında Pogrom

6 Eylül 1955’te Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı iddiası üzerine, İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde azınlıklara yönelik kitlesel saldırılar başladı. Olayların hedefinde Rumlar olmakla birlikte, Ermeniler ve Yahudiler de saldırılardan etkilendi.

İki gün boyunca süren şiddet olaylarında: Binlerce ev ve işyeri yağmalandı, kundaklandı. Kilise, okul ve mezarlıklar tahrip edildi. Kadınlara yönelik cinsel saldırılar yaşandı. Can kayıpları ve yaralanmalar meydana geldi.

Resmî söylemler olayları “kontrolden çıkan kitle hareketi” olarak sunarken, araştırmalar bunun önceden örgütlenmiş bir pogrom niteliği taşıdığını göstermektedir. Devletin güvenlik güçleri çoğu yerde müdahale etmemiş ya da geç müdahale etmiştir.

6/7 Eylül, Türkiye’nin azınlık nüfusunun büyük oranda göç etmesine yol açan bir kırılma noktası olmuştur. İstanbul’un demografik yapısı ve kültürel çeşitliliği bu pogrom sonrası ciddi şekilde azalmıştır.


6/7 Eylül Olaylarının Siyasi ve Toplumsal Arka Planı

1955’ten itibaren Demokrat Parti hükûmeti giderek ağırlaşan bir ekonomik tabloyla karşı karşıya kalmıştı. Yüksek enflasyon, geniş halk kesimlerinin hayat standardını düşürmüş; iktidarın muhalefeti susturmaya yönelik baskıcı yöntemleri ise basını, aydınları ve öğrencileri giderek hükümetten uzaklaştırmıştı. Alman Dışişleri kaynaklı bir rapora göre, olaylardan yaklaşık 15 gün önce muhalefeti kontrol altına almak amacıyla 7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan edilmesine karar verilmişti. Bu gergin atmosferde, 1956’da çıkarılan Basın ve Toplantı Yasası’na getirilen kısıtlamalar da büyük ölçüde 6/7 Eylül olayları gerekçe gösterilerek uygulanmaya başladı. Menderes hükûmetinin başlangıçtaki görece liberal azınlık politikaları, ekonomik daralmanın etkisiyle sertleşti ve ilişkiler giderek gerildi.

Kıbrıs Sorunu ve Kamuoyunun Hazırlanışı

1955’te Kıbrıs meselesi Türkiye kamuoyunun merkezine yerleşmişti. Türk basınında, İstanbul’daki Rum azınlığın Kıbrıs’taki ENOSİS yanlısı örgütlere bağış topladığı iddiaları manşetlere taşınıyor, gerilim yükseliyordu. 6 Eylül 1955 günü öğle saatlerinde radyodan yayılan haber, fitili ateşledi: Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı iddiası. Olayla ilişkilendirilen Selanik Üniversitesi öğrencisi Oktay Engin gıyabında mahkûm edilse de, ilerleyen yıllarda Türkiye’de çeşitli bürokratik görevler üstlendi.

Aynı gün, Demokrat Parti yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi “Atamızın Evi Bombalandı” manşetiyle ikinci baskısını yaptı. Normalde 20 bin civarında olan tiraj, bu kez 290 bine çıkarıldı. Gazetenin geniş dağıtımı, Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin de desteğiyle kitleleri galeyana getirmek için kullanıldı. Aynı baskıda yayımlanan, Cemiyet’in genel sekreteri Kamil Önal’ın “Mukaddesata el uzatanlara bunu pahalıya ödeteceğiz” sözleri, açık bir tehdit niteliği taşıyordu.

Yağma ve Şiddet

6 Eylül akşamı, Demokrat Parti teşkilatının yanı sıra gençlik örgütleri, meslek kuruluşları ve bazı resmî ya da gayriresmî makamların yönlendirmesiyle İstanbul’un çeşitli bölgelerinde azınlıklara karşı organize bir saldırı başlatıldı. İlk hedef, saat 19.00 civarında Şişli’deki Haylayf Pastanesi oldu. Ardından kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule ve Beyoğlu gibi semtlere yayıldı. Rumlara ait dükkânlar başta olmak üzere Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin işyerleri de saldırıya uğradı.

Saldırılarda polis çoğu yerde pasif bir tutum sergiledi. Yağmaya katılan grupların, gayrimüslimlere ait adresleri önceden bildikleri, organize şekilde hareket ettikleri, ulaşım için kamyon, otobüs, vapur gibi araçların kullanıldığı anlaşıldı. 7 Eylül sabahına kadar devam eden saldırılarda, aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000’den fazla taşınmaz tahrip edildi. Milyonlarca liralık eşya sokaklara saçıldı, yağmalandı.

Kiliseler ateşe verildi; ikonalar, haçlar ve kutsal eşyalar tahrip edildi. İstanbul’daki 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı yakıldı. Mezarlıklar da saldırıların hedefi oldu.

Dışarıdan Getirilen Gruplar

Olaylara yalnızca İstanbul’daki kalabalıklar değil, Anadolu’nun farklı şehirlerinden getirilen gruplar da katıldı. İzmit ve Adapazarı’ndan gelen yağmacılar Haydarpaşa Garı’nda yakalandığında üzerlerinde yağmaladıkları mallar bulunuyordu. Resmî tutanaklara göre Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi olaylara katılmıştı. Bu durum, saldırıların spontane değil, planlı bir pogrom olduğunu göstermektedir.


Can Kayıpları, Cinsel Saldırılar ve Maddi Zarar

6/7 Eylül olaylarının bilançosu üzerine farklı kaynaklarda farklı rakamlar yer almaktadır. Türk basınına göre 11, bazı Yunan kaynaklarına göre ise 15 kişi yaşamını yitirmiştir. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven’in değerlendirmesine göre ölü sayısının görece düşük olması, saldırıya katılan gruplara “öldürmeyin” emrinin verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Resmî rakamlar 30, gayriresmî tahminler ise 300 yaralıya işaret etmektedir.

Tecavüze uğrayan kadın sayısı konusunda da çarpıcı veriler vardır. Resmî kayıtlarda bu sayı 60 olarak geçerken, Güven’e göre utanç veya korku sebebiyle şikâyette bulunamayanlarla birlikte 400’e yakın kadının cinsel saldırıya uğradığı tahmin edilmektedir. Güven, aynı zamanda 6/7 Eylül Olayları adlı çalışmasında, saldırıların arkasında İngiliz yetkililerin parmağı olduğuna dair iddiaları da dile getirmiştir.

Olayların yarattığı fiziksel yıkım ise çok daha büyük boyutlardaydı:

4.214 ev

1.004 işyeri

73 kilise

1 sinagog

2 manastır

26 okul

Fabrika, otel, bar gibi tesislerle birlikte toplam 5.317 mekân saldırıya uğradı.

Maddi zarar, dönemin parasıyla 150 milyon ile 1 milyar Türk lirası arasında hesaplanmıştır. Demokrat Parti hükûmeti, zarara uğrayıp resmî olarak başvuranlara yaklaşık 60 milyon Türk lirası tazminat ödemiştir.


Soruşturmalar, Yargılamalar ve Göç Dalgaları

Olayların kontrolden çıktığı saatlerde İstanbul’da bulunan Başbakan Adnan Menderes, Sapanca’dan apar topar geri çağrıldı ve sıkıyönetim ilan edildi. İlk aşamada 3.151 kişi tutuklandı; bu sayı kısa sürede 5.104’e yükseldi.

10 Eylül 1955’te dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik görevinden istifa etti. Başlangıçta soruşturmalar Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve gençlik örgütleri etrafında yoğunlaşırken, Demokrat Parti’nin baskısıyla yön değiştirdi ve suçlama okları komünistlere çevrildi. Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru gibi isimlerin de aralarında bulunduğu kişiler hakkında davalar açıldı. Hatta ölmüş dört komünist bile dosyaya dâhil edildi. Ancak davalar beraatla sonuçlandı ve tutukluların çoğu Aralık 1955’te serbest bırakıldı. Kısa süre içinde Kıbrıs Türktür Cemiyeti de kapatıldı.

1960 darbesinden sonra olaylar Yassıada Yargılamaları kapsamında tekrar gündeme geldi. Darbe sonrası kurulan mahkeme, olayların Demokrat Parti hükümetinin provokasyonu sonucu kontrolden çıktığını ileri sürdü. Başbakan Adnan Menderes ve kabinesi bu olaylar üzerinden de yargılandı. Ancak Menderes’in defalarca talep ettiği üzere dönemin Milli Emniyet (MAH/MİT) Başkanı mahkemeye çağrılmadı; böylece olayların arka planı tam olarak aydınlatılamadı.

Dr. Dilek Güven’in tespitine göre, yargılama süreçleri boyunca sorumluluk önce halka, ardından hükümete yüklenmiş; örgütleyici yapılar ve devlet mekanizmasının rolü görünmez kılınmıştır.

Azınlıklar Üzerindeki Etkiler

Olayların en ağır sonuçlarından biri, Türkiye’de yaşayan Rumların ve diğer gayrimüslimlerin kitlesel göçüdür. Binlerce Rum ülkeyi terk etmiş, bir kısmı Mersin ve Tarsus gibi kentlere yerleşmiştir. Zamanla İstanbul’daki Rum nüfusu hızla azalmış; 1925’te yaklaşık 100.000 olan sayı, 2006 yılına gelindiğinde 2.500’e kadar düşmüştür. Bu durum, azınlıkların toplumsal ve ekonomik etkisini zayıflatmış, Türk sermayesinin hâkimiyetini hızlandırmıştır.

O dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik, yaşanan felaketin ardından, toplumsal çeşitliliğe atıfla sıkça kullanılan bir benzetmeyi değiştirerek, “Mozaik çatladı” ifadesini dile getirmiştir.

Özel Harp İtirafı

Yıllar sonra çarpıcı bir itiraf da gündeme geldi. 6-7 Eylül olayları sırasında Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görev yapan ve 1988-1990 yılları arasında MGK Genel Sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda olaylar için şu ifadeyi kullanmıştır:

“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”

Her ne kadar Yirmibeşoğlu bu sözlerini 2010’da bir televizyon röportajında reddetse de, bu beyan, olayların arkasında devletin örgütlü yapılarının bulunabileceğine dair en çok alıntılanan açıklamalardan biri olarak hafızalara kazınmıştır.


► Pogrom ile sıradan toplumsal şiddet arasında fark nedir?

Pogrom, kendiliğinden gelişen değil, genellikle örgütlenmiş ve belli bir azınlık grubunu hedef alan şiddet dalgasıdır. Devletin sessizliği, göz yumması veya teşviki pogromların ayırt edici özelliğidir.

► 6/7 Eylül neden “pogrom” olarak tanımlanır?

Çünkü olaylar belli bir azınlığı hedef almış, sistematik şekilde örgütlenmiş ve devlet aygıtının en azından pasif desteğiyle gerçekleşmiştir. Yağma ve şiddet sadece bireysel tepkiler değil, yönlendirilmiş bir hareketin sonucudur.

► Pogromların toplumsal etkisi nedir?

Pogromlar, hedef alınan azınlıkların kitlesel göçüne, ekonomik yıkımına ve kültürel hayatın tahrip olmasına yol açar. Aynı zamanda toplumun çoğulcu yapısını zayıflatır.

► 6/7 Eylül sonrası hangi sonuçlar doğmuştur?

Binlerce Rum ve diğer azınlık mensubu Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Böylece ülkenin kültürel mozaiği ciddi şekilde daralmıştır. Ayrıca olaylar, Türkiye’nin uluslararası imajında da büyük bir yara açmıştır.

► Bugün pogrom kavramı nasıl kullanılmaktadır?

Günümüzde “pogrom”, azınlıklara yönelik planlı şiddet hareketlerini tanımlamak için kullanılmaya devam etmektedir. Kavram, yalnızca tarihsel değil, güncel olayların değerlendirilmesinde de başvurulan bir terimdir.


Popüler Kültürde Pogrom

Popüler Kültürde Pogrom

6-7 Eylül Olayları, yalnızca tarihsel araştırmalarda değil; sinema, edebiyat ve televizyon gibi popüler kültür alanlarında da derin izler bırakmıştır.

Sinema ve Televizyon

Bir Tutam Baharat (2003): Yunanistan-Türkiye ortak yapımı olan bu dram filmi, olaylardan etkilenen İstanbullu Rum bireylerin yaşadığı travmaları ele alır.

Güz Sancısı (2008): Tomris Giritlioğlu’nun yönettiği film, doğrudan 6-7 Eylül Olayları’nı konu edinmiş, Türkiye’de gösterildiğinde yoğun tartışmalara yol açmıştır.

Sürgün (2013): 1964 Rum Tehciri’ni merkeze alan yapım, aynı zamanda 6-7 Eylül’ün acı hatıralarına da değinir.

Kulüp (2021, Netflix): Popüler dijital platform dizisinin ikinci sezonunda, olayların İstanbul’daki azınlık bireyler üzerindeki etkisi işlenmiş, böylece 6-7 Eylül tekrar Türkiye’nin gündemine taşınmıştır.

Salkım Hanım’ın Taneleri (1999): Tomris Giritlioğlu’nun Salkım Hanım’ın Taneleri filmi, azınlıklara yönelik şiddet ve ayrımcılığı konu edinir.

Edebiyat

Olayların derin izleri, pek çok romana da yansımıştır. Bu eserlerde bireylerin trajedileri, toplumsal parçalanma ve kaybolan bir yaşam kültürünün hatıraları işlenir:

Son Eylül

Salkım Salkım Asılacak Adamlar

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi

Bir Yerde Bir Gül Ağlar

Elenika

Kurtarılmış Haziran

Haymatlos

İstanbullu Elefteria

En Hüzünlü Eylül

Hulki Bey ve Arkadaşları

Güvercinler

Aşkın Samatya’sı Selanik’te Kaldı

Bu filmler ve kitaplar, yalnızca acı bir tarihi olayın anlatımı değil; aynı zamanda hafızanın, kimliğin ve kaybolmuş çokkültürlü yaşamın yeniden hatırlatılmasıdır.

Araştırma Eserleri: Dilek Güven’in Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6–7 Eylül Olayları adlı kitabı akademik bir başvuru kaynağıdır.


Genel Değerlendirme

Pogrom, toplumların karanlık yüzünü ortaya çıkaran, azınlıkların varlığını ve güvenliğini hedef alan organize şiddet biçimidir. 6/7 Eylül Olayları, Türkiye tarihinde bu kavramın en acı karşılıklarından biridir. Toplumsal hafızada bir utanç ve travma olarak yer eden bu olay, pogromun yalnızca geçmişe değil, bugün ve geleceğe de ibretlik dersler bıraktığını göstermektedir.


Velev’den İlgili Maddeler

ETNİK TEMİZLİK
HOLOKOST
SUÇ SOSYOLOJİSİ
TRAVMA
DIASPORA