Onur, başkalarının değil, kendi gözünün içine bakabilmektir.
Onur, bireyin kendi değerlerine sadık kalması, başkasının ya da toplumun değil, kendi vicdanının ölçüsüne göre yaşamasıdır.
Ahlâk, itibar ve özgüvenin bir bileşkesi olan bu kavram, çoğu zaman dışarıdan görülen bir “saygınlık” gibi algılansa da, onur aslen içsel bir tutarlılıktır: Kişinin kim olduğu, neye inandığı ve nasıl yaşadığı arasındaki uyumdur.
Onur kavramı, kültürden kültüre farklı biçimlerde tanımlansa da, genellikle haklılık, dürüstlük, özsaygı ve direnç gibi ilkeleri barındırır.
Doğu kültürlerinde onur, aileye ve topluluğa sadakatle iç içe geçerken, Batı’da bireysel özgürlük ve etik duruşla ilişkilendirilmiştir. Antik Yunan’da timē, Roma’da dignitas, Japonya’da meiyo gibi kavramlar hep onurun çeşitli tezahürleridir.
Modern çağda, onur çoğu zaman “eski moda” bir kavram gibi algılansa da; yalanın, oportünizmin ve çifte standardın normalleştiği dünyada, onur hâlâ ayakta kalmayı seçenlerin sessiz direncidir.
Onur, kişinin içsel değerlerine ve ahlaki tutarlılığına sadık kalma halidir; sessiz, sade, gösterişsiz bir kararlılıktır.
Gurur ise daha çok dışa dönük, benliği yücelten ve çoğu zaman başkalarının takdiriyle beslenen bir duygudur.
Onur, “kim olduğunu bilmek”; gurur, “kim olduğunu göstermek” ister. Bu yüzden onurlu bir insan, gerekirse geri çekilir; gururlu bir insan ise kaybetmemek için savaşır.
Hayır. Onur her zaman toplumsal normlara ya da dışsal “doğru”ya uygun davranmak anlamına gelmez. Bazen onur, yürürlükteki doğrulara karşı durmak, bazen de kendi vicdanına sadık kalmak uğruna dışlanmayı göze almak demektir.
Victor Hugo’nun deyimiyle: “Bazen en büyük onur, herkesin yanlış dediği şeyi doğru bildiğin için savunmaktır.”
Onur ne bir madalya gibi düşer, ne de tamamen yok olur; unutulabilir, bastırılabilir, terk edilebilir. Ancak bir noktada, bir yüzleşme anında, bir kırılma ya da travma sonrası yeniden hatırlanır. Bazı insanlar için onur, ancak yitirildiğinde anlam kazanır. Dolayısıyla onur, aslında hep oradadır—terk ettiğimiz ama bir gün dönmek zorunda kalacağımız bir iç ev gibidir.
Onur hem bireysel hem de toplumsal bir varlıktır. Bireysel onur, kişinin kendine sadakatiyle, Toplumsal onur, kişinin aidiyetine, ailesine ya da grubuna sadakatiyle ilgilidir. Bazı kültürlerde toplumsal onur öylesine önemlidir ki, bireysel haklar bu uğurda feda edilebilir (örneğin “namus” kültürleri). Ancak çağdaş etik, onurun bireyin vicdanıyla ölçülmesi gerektiğini, aidiyete değil, özgürlüğe dayalı bir erdem olduğunu savunur.
Görünürde hayır, ama derinde evet. Tüketim kültürü, hız, başarı, imaj ve pragmatizm çağında onur çoğu zaman bir “engel” gibi görünür. Ancak kriz anlarında, ihanetlerde, utançlarda ya da ayrılıklarda onur bir pusula gibi kendini yeniden gösterir. İş yerinde, aşkta, dostlukta ya da kamusal hayatta: Onursuz bir kazanım, kısa vadede övülse de uzun vadede bir iç yıkıma yol açar.
Kısacası: Onur, bugünün diliyle değil, sessizliğiyle hâlâ konuşur.
Kitap Dünyasında:
Albert Camus – Yabancı: Onuru, topluma karşı değil, varoluşa karşı bir iç tutarlılık olarak ele alır.
Ernest Hemingway – Çanlar Kimin İçin Çalıyor: Ölüm karşısında onurlu davranmanın savaşla şekillenen anlatısı.
Jean-Paul Sartre – Kirli Eller: İdeoloji ve eylem arasında sıkışmış bir adamın onurla hesaplaşması.
Sinemada ve Dizilerde:
The Remains of the Day (1993): Hizmet etme ile öz saygı arasındaki çizgide sessiz bir onur trajedisi.
Braveheart (1995): Onurun, bağımsızlık için can vermeyi göze almak anlamına geldiği bir destan.
The Crown: Monarşi, aile ve bireysel tercihler arasında onurun kurumsal biçimiyle bireysel yüzü arasındaki çatışma.
Video Oyunlarında:
Red Dead Redemption serisi: Oyuncunun onurlu ya da çıkarcı seçimler yapmasıyla şekillenen karakter gelişimi.
Ghost of Tsushima: Bushidō ile kişisel onur arasında kalan bir savaşçının ikilemi.
Mass Effect: Komutan Shepard’ın kararlılık ve etik ikilemlerle tanımlanan onurlu liderliği.
Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
Shakespeare – Othello: Onurun nasıl kırılgan, gururun ise nasıl yanıltıcı olabileceğine dair trajik bir okuma.
Brecht – Galileo’nun Yaşamı: Bilimsel doğrularla onurlu bir duruş arasında bocalayan bir zihin.
Modern dans ve fotoğraf sanatı, onuru çoğu zaman bedensel duruş, yalnızlık ve göz temasındaki açıklıkla temsil eder.
Onur, ne hak edilmiş bir ödül, ne de başkalarının taktığı bir rozet… Onur, içinden geri alınmayan kararlardır. O, en sessiz hayır, en açık evet, en sade duruştur. Çoğu zaman fark edilmez, alkışlanmaz, hatta yalnız bırakır. Ama kaybedildiğinde yerini boşluk, pişmanlık ve öz saygı çöküntüsü alır.
Onurlu olmak; kaybetmeyi göze almak, ama kendine yalan söylememektir.
Bu madde ilginizi çektiyse aşağıdaki başlıklara da göz atabilirsiniz:
► BUSHIDŌ
► VİCDAN
► KİMLİK
► SADAKAT
► YALNIZLIK