İÇSEL aydınlanmaya inananların, Tanrı’yla inançlı birey arasında gizemli bir alışveriş olduğuna düşünenlerin öğretisi.
Sözlükte “kendine çekmek, yaklaştırmak” anlamındaki cezb (cezbe) kökünden türeyen meczûb kelimesi tasavvufta, bir daha kendine gelmemek üzere Allah’ın âniden kendine çektiği, dost edindiği ve dâimî surette huzurunda bulundurduğu velîleri tanımlamak için kullanılmıştır.
Meczupluk öğretisini ortaya atanlardan biri İsveçli bilim insanı Emanuel Swedenborg’dur. Swedenborg İsa’nın ölümünü ışığın karanlık üzerindeki zaferi olarak nitelendirdi. İsa’ya ulaşma aşkıyla arınabilir, kendimizi İsa’da kutsallaştırabilirdik.
Swedenborg’dan sonra XVIII. yüzyılın ikinci yarısında bir başka gizemci Louis-Claude de Saint-Martin doğruya sezgiyle ulaşılabileceğini bildirdi. Saint-Martin bu düşünceleriyle XIX. yüzyıl dinci düşünce dünyasını büyük ölçüde etkiledi.
İbn Haldûn, meczupların bir bakıma delilere benzedikleri halde velâyet makamında bulunduklarını ve sıddîkların hallerine sahip olduklarını belirttikten sonra fıkıh âlimlerinin onların velîliğini kabul etmediğini, ancak bunun yanlış bir hüküm olduğunu, zira ibadetin velîliğin mutlak şartı olmadığını, Allah’ın velîliği dilediğine lutfettiğini söyler.
Bütün İslâm âleminde rastlanan meczuplar bulundukları çevrelerde büyük saygı görmüş, meczup sıfatı birçok sûfînin unvanı olarak kullanılmış, ölen meczuplara türbeler yapılarak kabirleri ziyaretgâh haline getirilmiş, adlarına mescidler ve camiler yapılmıştır. Bazı meczupların diğerlerinden daha üstün olduğunu belirtmek için onlara “kutbü’l-meczûbîn” denilerek ruhaniyetlerinden feyiz alınması gerektiğine ve keramet sahibi olduklarına inanılmıştır Ayaşlı Şâkir Efendi ve Neyzen Tevfik son devrin tanınmış meczupları arasında zikredilebilir.
En uç noktada bir meczup Allah’ın abdalıdır, mecnundur, behlüldür ve yaptıkları akla mantığa sığmadığı gibi şeri hükümlerle de kısıtlanamaz. Cezb halinde Allah’ın onda tecelli etmesiyle, İbn Arabi’nin bahsettiği üzere, Abu İkal el Mağribi’nin Mekke’de zincirlere vurulu halde yeme içmeden kesilmesi gibi tüm insani ve hayvani ihtiyaçlardan bile özgürleşebilir. Bahsedilen hal ve durumların Abdülkadir’de bulunmaması ve ömrü boyunca bulunduğu diğer görev ve haller onu bir meczup olarak görmeyi ve tanımlamayı güçleştirebilir. Ancak, İbn Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiye’de anlattığı gibi, meczupluk bazı kimselerde açıkça belirmeyebilir ve meczup ona atfedilen nişane ve semptomları göstermeyebilir.
Meczupluk tariki “en kısa ve en emin yol “olsa da, Abdülkadir’e göre “yüce ve en mükemmel olanı” yolda adım adım ve metodik ilerleyen salikinkidir. Kendi mükemmeliyetini ve dengesini bulabilmek ve sonrasında başkalarına rehberlik edebilmek için meczup alçakgönüllülük gösterip bir çırak ve talebe olmalı, sonunu bildiği yolu adım adım yürümelidir.
Kaynak:
Emir Abdülkadir el-Cezayiri’nin Mavakıflarından Seçmeler, Michel Chodkiewicz, İngilizceye aktaran James Chrestensen, Tom Manning ve ekibi.
Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğü, Bulut Yayınları
Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, maddeyi yazan: Süleyman Uludağ