KRALİÇE VICTORIA

Kraliçe Victoria (1819 – 1901) altmış üç yıl boyunca ışıldayan ve genişleyen bir imparatorluğu yönetti. Meşrutiyetle yönetilen bir monarşide resmi gücü olmasa da Victoria adını bir çağa yazdırdı; 19. yüzyılda dünyada en çok tanınan isimlerdendi.

Prenses Victoria, IV.George’un erkek kardeşi ve Kent Dükü Prens Edward ile Saxe-Coburglu Prenses Victoria’nın kızlarıydı. Annesinin faytonla Almanya’yı dolaştığı sırada henüz sekiz aylıkken dünyaya geldi. Babasının ölümünden sonra üzerine titreyen annesi tarafından büyütüldü. Annesi kızı yoluyla iktidar hayalleri kuruyordu; ancak Victoria’nın henüz on sekiz yaşında tahta çıkar çıkmaz yaptığı ilk iş, kendi otoritesini ve bağımsızlığını ilan etmek oldu.

Bu işin bir kadına göre olmadığına inandırılmış olsa da genç Kraliçe ülkenin yönetiminde etkin rol almak için kolları sıvadı ve kendine düşen görevi ondan yaşça büyük Whig lideri Başbakan Lord Melbourne’den öğrendi. Melbourne’ü bir baba gibi severdi. Melbourne, hükümeti Torylere kaptırınca Victoria, Toryli Leydileri kendi idaresine tayin etmeyi reddederek büyük bir anayasal buhrana sebebiyet verdi. Victoria birinci dereceden kuzeni Saxe-Coburg-Gothalı Prens Albert ile evlenince Melbourne’ün etkisi giderek zayıfladı. En azından Victoria’nın tarafından bakıldığında bu evlilik tutkulu bir aşk evliliğiydi; Albert ile birlikte benzeri görülmemiş vakur ve saygın bir kraliyet ailesi yaşamı için örnek teşkil ettiler. Dört erkek beş kız çocukları oldu.

Victoria’nın yönetici olarak en etkin olduğu zaman ‘sevgili Albert’ ile işbirliği yaptığı zamanlardı. Albert’in tüm projelerini yürekten desteklerdi; çiftin tatil mekanları olan Whight Adasındaki Osborne Sarayı ile İskoçya’daki Balmoral’ın yeniden inşası; büyük çaplı bir kamu projesi olan ve büyük yankı uyandıran, 1851’de Kristal Saray’da düzenlenen ve Endüstri devriminin sembolü haline gelen büyük sergi bu projeler arasındaydı.

1.50 boyunda küçücük bir kadın olan Victoria güçlü bir anayasayla kutsanmıştı; Albert ise kendisini Victoria’nın özel sekreteri olarak tanımlıyordu. 1861’de Albert’in kırk iki yaşında gelen ölümü Kraliçeyi derinden sarstı; Victoria’nın aşkı kadar yası da şiddetli oldu ve yıllar süren bir inzivaya çekildi. Güçlü bir görev sorumluluğu onu hükümet işlerini yürütmekten alıkoymadı ancak Parlamentonun açılışı gibi genel kraliyet görevlerini aksatması gözden düşmesine neden oldu. Yanına yaklaştırdığı nadir insanlardan biri meşhur İskoçyalı hizmetçisi John Brown’dı. Brown’ın Victoria’ya karşı sert ve rahat tavırları izleyenleri şaşırtıyordu. Kıskançlıkla dolu korkunç spekülasyonlar arkadaşlıklarıyla besleniyor; bu arkadaşlık kabul gören normların dışına taşıyordu.

Başbakan Benjamin Disraeli’nin cazibesine ve övgülerine daha fazla dayanamayıp çekildiği köşesinden yavaş yavaş tekrar gün yüzüne çıkmaya başlayınca Victoria yeniden gözde oldu. Disraeli’yi selefi William Gladstone’a tercih ediyordu çünkü Gladstone Victoria’ya bir kadından çok devlet makamı gibi muamele ediyordu. Disraeli, 1876’da Parlamentoyu, Victoria’yı Hindistan İmparatoriçesi ilan etmeye ikna etti. Tahta çıkışının 50. ve 60. yıldönümlerini kutlayan bu küçük, kısa, esmer ve saygıdeğer kadın imparatorluk gücünün simgesi haline gelerek popülaritesini tekrar kazanmayı başardı.

Kraliçe Victoria yaşamdan büyük bir haz duyarak krallıkla anaerkilliği karakterinde birleştirdi. Albert’li günlerinde dans eder, yeni demiryollarıyla Almanya ve Fransa seyahatlerine çıkardı. Albert’le birlikte tatillerini Osborne ve Balmoral’da geçirmekten büyük zevk duyardı. Keskin ve meraklı bir gözlemci olarak gördüğü her şeyi günlüğüne kaydederdi; günlüğünün bir bölümü Leaves from the Journal of my Life in the Highlands (Kuzey İskoçya’daki Yaşamımı Anlattığım Günlükten Sayfalar) adıyla yayımlanmıştır.Yanından ayırmadığı taslak defteri çocuklarının bebeklikleri ve hayran kaldığı manzaraların suluboya resimleriyle doluydu. Sonraları sık sık Avrupa seyahatlerine çıktı; fakat Hindistan’ı hiçbir zaman ziyaret etmedi.

Kraliçe Victoria karakterinde birçok zıtlığı barındırırdı: doğru sözlü, iradeli, inatçı, duygusal, sert, erkekteki ve kadındaki güzellikten çabuk etkilenen, sağduyulu, sözünden dönmeyen, çekingen, çabuk öfkelenen ve bildiğini okuyan yalnız bir kadındı. Albert’in ölümünden sonra hayatında ona gerçekten yardım edecek ve danışabileceği kocasıyla eşdeğer hiç kimse olmadı. Bu durum onun yalnızlığını efsanevi bir kraliçeye dönüştürdü; en dikkate değer şey ise adını bir çağa yazdırmış olmasıydı.

İngiltere tarihinin en uzun süreli tahta kalan hükümdarı olan Victoria, 20 Ocakta Osborne Sarayında hayata veda etti; yatağının başucunda kırk yıl önce oraya asılan ve yerini oğlu VII. Albert’e devredecek olan kocası Albert’in fotoğrafıyla birlikte.

KRONOLOJİ

1819                24 Mayıs’ta Londra’daki Kensington Sarayı’nda doğdu

1837                20 Temmuz’da tahta çıktı

1838                Taç giydi

1840                10 Şubat’ta Prens Albert ile evlendi

1861                14 Aralık’ta Prens Albert öldü

1876                Hindistan İmparatoriçesi ilan edildi

1887                Tahta çıkışının 50. yıldönümü

1897                Tahta çıkışının 60. yıldönümü

1901                22 Ocak’ta Wight Adasındaki Osborne Sarayında hayata veda etti

Kraliçe Victoria yaşamdan duyduğu büyük hazla krallıkla anaerkilliği karakterinde birleştirdi

VICTORIA’NIN MİRASI

  • Victoria’nın çocukları ve torunları Avrupa’nın uzak ve büyük Kraliyet aileleriyle evlilikler yaptılar; bu evliliklerin önemli diplomatik yansımaları oldu ve bu evliliklerden hanedanlıklar doğdu. Büyük kızı Vicky, Almanya’yı liberal bir yöne kaydırma umuduyla Alman tahtının varisiyle evlendi; fakat kişilik çatışmaları, hastalık ve ölüm planlarını bozdu.
  • Kraliçe Victoria’nın en feci mirası Romanovlara hemofili genini geçirmiş olmasıydı.
  • Meşhur lafı ‘Ben gülüyor muyum?’ torunlarının anlattığı fıkralara gösterdiği sert tepkiler sırasında ağzından düşmeyen kelimelerdi. 
WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com