Bir moda imparatorluğunun ihtişamı, bir ailenin çöküşü, bir cinayetin gölgesi.
Gucci, 1921 yılında Floransa’da Guccio Gucci tarafından kurulan, dünyanın en tanınmış lüks moda markalarından biridir. Deri çantalar ve zarif seyahat aksesuarlarıyla başlayan bu serüven, zamanla global bir stil ikonuna dönüşmüştür. Ancak Gucci yalnızca şıklığın, zarafetin ve statünün simgesi değil; aynı zamanda bir ailenin yıkımını, entrika dolu miras savaşlarını ve nihayetinde kanlı bir cinayeti de temsil eder. Moda tarihinde “ailesi tarafından yutulan marka” olarak da anılan Gucci, lüksün ardında gizlenen karanlık öyküyü gözler önüne serer.
Guccio Gucci’nin kurduğu küçük atölye, oğulları tarafından uluslararası bir dev haline getirildi. Ancak markanın büyümesiyle birlikte aile içindeki çekişmeler de arttı. 1980’lerde şirketin başına geçen Maurizio Gucci, geleneksel yapıyı modernize etmeye çalıştı. Bu, hem kuzenleriyle hem de eski eşi Patrizia Reggiani’yle ciddi gerilimlere yol açtı.
1995 yılında Maurizio Gucci, Milano’daki ofisinin önünde vurularak öldürüldü. Cinayetin azmettiricisi olarak eski eşi Patrizia Reggiani yargılandı ve 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu olay, moda dünyasını sarsmakla kalmadı; Gucci markasını kurumsal yapıdan aile bağlarının dışına çıkaran bir dönüm noktası oldu. Bugün Gucci, Fransız lüks devi Kering’in çatısı altında faaliyet göstermekte ve tamamen profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmektedir.
Savoy Oteli’nden Floransa’ya, oradan dünya modasının kalbine uzanan bir serüven.
Gucci markasının görkemli yükselişi, aslında mütevazı bir gözlemle başlar: 1897’de Londra’daki Savoy Oteli’nde çalışan genç bir İtalyan gencin, Guccio Gucci’nin, aristokrat müşterilerin şıklık anlayışına dair zihninde tuttuğu ayrıntılarla. O yıllarda otelin gümüş düğmeli, gösterişli üniforması içinde hizmet eden Guccio, sadece bagaj taşımıyor; aynı zamanda dönemin zenginlerinin seyahat alışkanlıklarını, aksesuar tercihlerini, valizlerinin dokusunu ve zarafetlerini dikkatle inceliyordu.
Bu gözlem merakı, Guccio’yu dört yıl boyunca Compagnie Internationale des Wagons-Lits’de, yani lüks tren seyahatleri düzenleyen bir şirkette çalışmaya yönlendirdi. Ardından İtalya’ya döndü ve Franzi adlı prestijli bir valiz üreticisinin deneyiminden yararlandı. Deri işçiliğinin inceliklerini kavrayarak, kendi tasarım yolculuğunun ilk adımlarını attı.
1921 yılında doğup büyüdüğü Floransa’da, Guccio Gucci nihayet kendi adını taşıyan ilk mağazasını açtı. Başlangıçta ithal deri valizler satıyordu. Ancak kısa sürede kendi üretim atölyesini kurdu ve benzersiz parçalar tasarlamaya başladı. Atölye, yalnızca kaliteli ürünler değil, aynı zamanda İtalyan zarafetinin zamansız bir ifadesini üretiyordu. Gucci’nin tasarımları, seyahat eden zenginlerin ihtiyaçlarını ve estetik beklentilerini kusursuz bir şekilde karşılıyordu.
Fakat 1935’te İtalya’nın Mussolini yönetiminde olması nedeniyle Milletler Cemiyeti tarafından uygulanan ambargo, deri teminini neredeyse imkânsız hâle getirdi. Gucci, bu zorluğu bir fırsata dönüştürerek malzeme arayışına yöneldi. Jüt, keten ve kenevir gibi alternatif dokularla çalışarak hem ekonomik hem de estetik anlamda yaratıcı çözümler sundu. Bu deneysel yaklaşım, markanın sadece bir moda evi değil, aynı zamanda bir “tasarım zekâsı” olduğunu ortaya koydu.
1930’ların sonlarına gelindiğinde Gucci, artık sadece valiz üretmiyor; aksesuar dünyasında da söz sahibi oluyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Gucci’nin imza ürünleri bir bir doğdu: bambu saplı çanta (Bamboo Bag), altın tokalı ünlü Gucci mokasenleri ve yeşil-kırmızı-yeşil şeritli logo detayı. Bu unsurlar, markayı kalıcı biçimde lüksün simgelerinden biri hâline getirdi.
Guccio Gucci, markasının küresel bir efsaneye dönüşümünü göremeden 1953 yılında yaşamını yitirdi. Ancak mirası, oğulları Aldo, Vasco ve Rodolfo tarafından devralındı. Aynı yıl, New York’un 5. Caddesi’nde açılan ilk Gucci mağazasıyla marka Amerikan pazarına adım attı. Bu yalnızca yeni bir ticari genişleme değil, aynı zamanda İtalyan stilinin Amerikan rüyasına sızma anıydı.
Guccio Gucci’nin kişisel gözlemiyle başlayan bu öykü, artık dünyanın dört bir yanında prestij, güç ve statü sembolü hâline gelen bir imparatorluğa dönüşmüştü. Onun mirası, bir deri valizin taşıyabileceğinden çok daha fazlasını sırtlamıştı: bir kültürü, bir estetik anlayışını ve zamanın ötesine uzanan bir tutkuyu.
Grace Kelly için ipek bir fularla başlayan rüya, aile trajedisine ve küresel bir satranç oyununa dönüşür.
1960’lı yıllar, Gucci markasının yalnızca bir lüks simgesi değil, aynı zamanda kültürel bir ikon üreticisi hâline geldiği dönemdir. Dönemin göz kamaştırıcı yıldızı Grace Kelly için tasarlanan “Flora” adlı ipek fular, yalnızca bir moda nesnesi değil; aynı zamanda asil zarafetin ve hayal gücünün somutlaşmış hâlidir. Gucci, aynı dönemde 1973 model ikonik çantasını piyasaya sunar ve çift “G” logosunu –Guccio Gucci’nin baş harflerinden ilham alan bu grafik simgeyi– markanın küresel imzası hâline getirir.
Marka, New York ve Miami’den sonra Londra’da da şube açarak uluslararası arenadaki konumunu sağlamlaştırır. 1963’te Paris’te Place Vendôme’a yakın ilk Fransız butiğini, 1968’de ise Beverly Hills’te Rodeo Drive’da açtığı mağaza ile Amerika’nın lüks tüketim kültürüne yön veren ilk büyük İtalyan moda markalarından biri olur. Bu adım, sadece bir şube açılışı değil; uluslararası moda başkentlerinin ruhuna Gucci damgasının vurulmasıdır.
1970’lerde Gucci, klasik çanta ve ayakkabılarının ötesine geçer: Rolls Royce, Cadillac ve American Motors Corporation ile işbirliği yaparak otomobil iç tasarımı alanına el atar. Seyahat aksesuarları, parfümler, saatler markanın ürün yelpazesini zenginleştirir. Özellikle Model 2000 saat modeli, iki yıl içinde bir milyon satışla rekor kırarak Gucci’nin sadece moda değil, aynı zamanda endüstriyel tasarım ve lüks teknolojide de iddialı olduğunu kanıtlar.
Ancak bu altın çağ, 1980’lerde aile içi çekişmelerle sarsılır. Rodolfo Gucci’nin 1983’teki ölümünden sonra oğlu Maurizio Gucci, markanın çoğunluk hissesini devralır. Amcası Aldo ile giriştiği güç savaşını kazanır; fakat bu zafer, ailenin yıkımının da habercisidir. Maurizio, şirketin kontrolünü eline aldıktan sonra Gucci’yi iki aşamada Bahreyn merkezli yatırım fonu Investcorp’a devreder: ilk olarak 1988’de %47,8’ini, ardından 1993’te kalan hisseleri de satar. Böylece Gucci soyadı, kurucusunun adını taşıyan şirketten tamamen çıkar.
Trajedi burada bitmez. Maurizio Gucci, 1995 yılında eski eşi Patrizia Reggiani’nin tuttuğu bir tetikçi tarafından öldürülür. Aşk, ihtiras, miras ve kıskançlığın iç içe geçtiği bu karanlık öykü, bir lüks markayı aynı zamanda gotik bir hanedan romanına dönüştürür.
Investcorp’un devraldığı Gucci, o dönemde 203 milyon dolarlık ciroya karşılık 23 milyon dolar zarar açıklayan zor durumdaki bir markadır. Ancak kısa sürede toparlanma başlar. 1994’te Domenico De Sole CEO olarak atanır ve markayı yeniden yapılandırır. 1995 yılında New York ve Amsterdam borsalarında halka arz edilen Gucci, yeniden parlak günlerine kavuşur.
1998’e gelindiğinde Gucci’nin geliri 500 milyon doları aşarken, net kârı 83 milyon dolara ulaşır. Fakat asıl büyük hamle 1999’un başında gelir: LVMH grubu Gucci’nin %26,5’ini satın alır, ertesi ay bu oranı %34,4’e çıkarır. Ancak Gucci yönetimi, bu baskıyı savuşturmak için hisselerin oy haklarını seyreltir ve Fransız perakende devi PPR (daha sonra Kering) grubunu %40 ortak eder. Bu sürpriz hamle, LVMH ile PPR arasında yıllarca sürecek bir lüks savaşının fitilini ateşler.
Aynı yıl, François Pinault’nun Sanofi Beauté’den satın aldığı Yves Saint Laurent markası Gucci çatısı altına girer. Tom Ford, YSL’nin hazır giyim bölümünün kreatif direktörü olur. 2000’lerde Gucci Group büyümeye devam eder: Boucheron saatleri, Bottega Veneta çantaları ve nihayet 2001’de couture dünyasının dev ismi Balenciaga, Gucci’nin imparatorluğuna katılır.
Böylece bir asırlık aile işletmesi, küresel bir lüks devi olurken; moda tarihine yalnızca stil ve tasarım değil, entrika, dram ve dönüşüm hikâyeleriyle de kazınır.
Tom Ford’un şehvetli ihtişamı, Frida Giannini’nin şiirsel sadeliğiyle yer değiştirir.
1990 yılına gelindiğinde, Maurizio Gucci hâlâ markanın başındadır ve Gucci’yi yeniden yapılandırmak amacıyla önemli bir adım atar: dönemin Bergdorf Goodman mağazalarının başkanı olan Dawn Mello’yu Gucci’nin yeni yöneticisi olarak göreve getirir. Bu karar, moda evine yalnızca kurumsal değil, aynı zamanda estetik bir dönüşüm getirecek zincirleme bir sürecin başlangıcı olur. Mello’nun önerisiyle, genç Amerikalı tasarımcı Tom Ford kreatif direktörlüğe, Domenico De Sole ise genel müdürlüğe getirilir.
Tom Ford’un önderliğinde Gucci, 1990’larda “porno chic” adıyla anılacak çarpıcı bir stil anlayışına yönelir. Cesur, cinsel çağrışımlarla yüklü bu yeni estetik, Gucci markasını yalnızca yeniden popüler kılmakla kalmaz; aynı zamanda moda tarihinin yönünü belirleyen bir akımın öncüsü hâline getirir. Versace ile birlikte Gucci, o dönem Avrupa moda sahnesinde hakim olan uniseks ve minimal akımlara –özellikle Margiela ve Yohji Yamamoto’nun temsil ettiği çizgiye– karşı barok, gösterişli, “bling-bling” ve doygun cinselliğe dayalı bir alternatif sunar. Bu yaklaşım, hem kadın hem de erkek giyimi için geçerli olan ortak bir şehvet dilini sahneye taşır.
2003 yılının sonunda Tom Ford ve Domenico De Sole, markadan ayrılacaklarını açıklar. Bu ayrılığın ardında yatan neden, PPR grubunun (bugünkü Kering) yönetime daha fazla kârlılık baskısı uygulaması ve Ford-De Sole ikilisinin yaratıcı ve yönetsel bağımsızlık taleplerinde ısrar etmesidir. Vogue Fransa’nın efsanevi editörü Carine Roitfeld, bu ayrılığı şöyle yorumlar: “Gucci, podyumlarda ve reklam kampanyalarında kadını ve erkeği aynı arzulu gözle sunarak modada on yıla damgasını vurdu.”
Tom Ford’un ardından Gucci’de bir geçiş dönemi başlar. Kısa süreliğine Alessandra Facchinetti, John Ray ve Frida Giannini sırasıyla kreatif sorumluluğu üstlenir. Yönetim tarafında ise, Yves Saint Laurent’in genel müdürü Mark Lee, Gucci’nin başına geçer. 2004 yılında şirket, kurumsal sosyal sorumluluk politikalarını içeren bir etik rehber yayımlar.
Frida Giannini, 2002’de Gucci’nin deri aksesuar biriminde işe başlamış, 2006 yılında ise tüm kreatif departmanın başına geçmiştir. Tom Ford’un provokatif çizgisini terk eden Giannini, markaya “bohemian chic” adını verdiği daha romantik, sanatla flört eden ve doğaya daha yakın bir estetik kazandırır. “Tattoo Heart” adını taşıyan koleksiyonunun gelirinin %25’ini UNICEF Afrika’ya bağışlar. Bu işbirliği kapsamında sekiz yılda 10 milyon dolar bağış yapılır.
2008’de New York’ta dünyanın en büyük Gucci mağazası açılır. Ertesi yıl, Mark Lee’nin yerine Patrizio di Marco genel müdür olarak göreve gelir. Marka, 2010’da Christie’s müzayede eviyle işbirliği yaparak ürün otantiklik ve değerleme servisi başlatır. Aynı yıl “Gucci Kids” adıyla ilk çocuk giyim koleksiyonunu çıkarır.
2011 yılında büyük bir kurumsal yeniden yapılanma yaşanır: PPR, Gucci Group’un bünyesindeki Balenciaga, Bottega Veneta ve Yves Saint Laurent gibi markaları doğrudan kendi denetimine alır. Bu gelişme, lüks pazarında gücün yeniden dağılımına işaret eder. Aynı yıl, Floransa’da Palazzo della Mercanzia içinde Gucci Müzesi (daha sonra Gucci Garden olarak yeniden adlandırılır) açılır.
2013 yılı, Gucci’nin lüksü yeni yaşam alanlarına taşıdığı bir başka dönüm noktası olur. Marka, tarihi İtalyan porselen üreticisi Richard Ginori’yi satın alarak masa sanatı ürünlerine yönelir. Aynı yıl Livia Firth işbirliğiyle %100 izlenebilir materyallerden üretilmiş ilk çanta koleksiyonu tanıtılır. 2014’te Gucci Beauty adlı ilk kozmetik serisi piyasaya çıkar. Beyoncé ve Salma Hayek ile birlikte başlatılan “Chime for Change” kampanyası kadın hakları konusunda küresel bir farkındalık yaratır. Ayrıca Tribeca Film Festivali’ndeki Spotlighting Women Documentary Award ve Venedik Film Festivali’ndeki Gucci Award for Women in Cinema ile sinemadaki kadın temsilini destekleyen etkinlikler başlatılır.
Ancak bu yoğun sosyal ve estetik inşa süreci, 2014 sonunda Frida Giannini ve Patrizio di Marco’nun istifalarıyla birlikte yerini yeni bir döneme bırakır. Böylece Gucci, her on yılda bir kendini yeniden tanımlama geleneğini sürdürerek modada sadece bir marka değil, sürekli dönüşen bir anlatı olmayı başarır.
Alessandro Michele’in büyülü evreninden Demna’nın Gucci’sine uzanan bir çizgi.
2014 yılının Aralık ayında Gucci’nin genel müdürlüğüne getirilen Marco Bizzarri, markanın artistik liderliğini, o dönem Gucci bünyesinde uzun yıllar görev yapmış olan Alessandro Michele’e emanet eder. Michele, 2002’den beri firmada çalışan ve 2011’den bu yana yardımcı yaratıcı direktör olarak görev yapan bir isimdir. Onun gelişiyle Gucci, radikal bir estetik dönüşümün eşiğine gelir.
Michele’in “exubérant et romantique” – yani taşkın, süslemeci, nostaljik ve barok bir evrenle bezeli tasarımları, modada uzun süredir hâkim olan normatif güzellik ve cinsiyet algılarına meydan okur. Cinsiyetlerüstü siluetler, antika çağrışımlar, süslemeye doymayan koleksiyonlar ve edebi referanslarla bezeli görsel anlatılar, Gucci’nin kimliğinde çarpıcı bir kopuşu temsil eder. Michele, yalnızca moda değil, aynı zamanda bir dünya görüşü inşa eder.
Bu dönemde Gucci, yeni yaşam alanlarına doğru genişler: 2017’de ev dekorasyonu serisi “Gucci Décor” tanıtılır. 2019’da Paris’teki Place Vendôme’da açılan özel mağazayla birlikte yüksek mücevher koleksiyonu sunulur. Aynı yıl Floransa’da uzaktan müşteri hizmetlerini yönetecek “Gucci 9” merkezi ve mobil alışveriş deneyimi sunan “Gucci Live” platformu devreye girer.
Gucci, sürdürülebilirlik konusunda da önemli adımlar atar. 2018’de tüm koleksiyonlarında kürk kullanımını sona erdirir. 2020’de, üretim süreçlerinde tam döngüsel ekonomi ilkelerine dayanan “Off The Grid” koleksiyonunu piyasaya sürer. Aynı yıl, cinsiyetsiz moda vizyonunu temsil eden “MX” serisini sunar. Bu dönemde, Down sendromlu model Ellie Goldstein’ın kozmetik kampanyasında yer alması, kapsayıcılığın sadece bir slogan değil, bir pratik olarak benimsendiğini gösterir.
Gucci, dijital pazardaki büyüme stratejilerinin parçası olarak Çin’in dev e-ticaret platformu Alibaba ile işbirliğine girer. 2022 yılı sonunda Paris’te yalnızca seyahat ürünlerine adanmış “Gucci Valigeria” mağazası açılır. Ancak aynı yılın Kasım ayında Alessandro Michele markadan ayrıldığını açıklar. Onun renkli, şiirsel ve teatral dönemine kapanış yapılır.
2023 yılı Gucci için yeniden yapılanma yılı olur. Ocak ayında kreatif direktörlük görevine Sabato De Sarno getirilir. Michele’in maksimalist, mitolojik ve queer dostu evreninden farklı olarak, De Sarno’nun koleksiyonları daha sade, daha “uzlaşmacı” ve statü sembolü olarak Gucci’nin köklerine dönüşü işaret eder. “Ancora” adı verilen bu kampanya ile markaya yeni bir renk kazandırılır: Gucci Ancora adıyla tanıtılan derin bir bordo tonu. Aynı yıl, uzun yıllardır görevde olan Marco Bizzarri’nin yerine Jean-François Palus getirilir.
2023 yılı Gucci için ekonomik anlamda da zorlu geçer. Satışlarda %6’lık bir düşüş yaşanır ve yıllık gelir 10 milyar avronun altına (9,9 milyar €) iner. Bu gelişmeler üzerine, 2024 yılı sonunda Louis Vuitton’dan transfer edilen Stefano Cantino Gucci’nin yeni genel müdürü olarak atanır.
2025 yılında, Sabato De Sarno’nun yalnızca iki yıl süren görev süresi sona erer. Milano Moda Haftası kapsamında 25 Şubat’ta yapılan 2025–2026 Sonbahar/Kış defilesi, Gucci’nin tasarım stüdyosu tarafından hazırlanır. Ve nihayet 13 Mart 2025’te Kering Grubu, Gucci’nin yeni kreatif liderini açıklar: Balenciaga’nın 2015’ten bu yana artistik direktörü olan Demna Gvasalia. Moda dünyasında radikal dokunuşları ve kavramsal koleksiyonlarıyla bilinen Demna’nın gelişi, Gucci’nin yalnızca yeni bir estetikle değil, aynı zamanda kültürel ve eleştirel bir vizyonla da yeniden şekilleneceğine işaret eder.
Moda, sürdürülebilirlik ve toplumsal sorumluluğun kesişiminde bir marka.
Gucci bugün yalnızca bir moda markası değil, aynı zamanda küresel lüks tüketimin çok katmanlı sembollerinden biri. Deri çanta ve valizlerle başlayan serüven, zamanla hazır giyim, ayakkabı, saat, mücevher, parfüm, kozmetik ve ev dekorasyonuna kadar geniş bir ürün yelpazesine evrildi. Bu çeşitlilikte bile, Gucci’nin kalbi hâlâ deri ürünlerinde atıyor: markanın yıllık gelirinin yarıdan fazlası hâlen çanta ve aksesuar satışlarından geliyor.
Markanın yasal sahibi, Floransa merkezli Guccio Gucci S.A. adlı şirket; bu yapı, Fransız lüks devi Kering’in bir iştirakidir. 2023 yılı itibarıyla Gucci’nin yıllık cirosu 9,9 milyar avro olarak açıklanmıştır. Bu rakam, hem küresel pazarın olgunluk düzeyini hem de markanın çeşitliliğe rağmen nasıl hâlâ “ikonik” kaldığını gösteriyor.
2023 yılı Gucci için yalnızca finansal bir bilanço değil, aynı zamanda mimari ve kültürel bir hamle yılı olur. Kering Grubu, Paris’in kalbindeki 12–14 rue de Castiglione ve 235 rue du Faubourg Saint-Honoré köşesinde 7 katlı, 8000 m²’lik yeni bir merkez için inşa sürecini başlatır. Ancak, bu projenin ruhsatı, zeminde bulunan antik sarkofaj kalıntıları sebebiyle Paris Ticari Gelişim Komisyonu (CDAC) tarafından durdurulur. Böylece, lüksün tarihiyle tarihin kendisi çarpışır.
Yine de Gucci, yalnızca estetikte değil, etik ve şeffaflıkta da iddialıdır. 2023 yılında Fashion Transparency Index adlı bağımsız değerlendirme platformunda, sosyal ve çevresel politikalar açısından incelenen 250 marka arasında %80 şeffaflık puanıyla birinci sırada yer alır. Üstelik bu başarı yalnızca genel moda sektörüne değil, lüks segmentine aittir. Aynı yıl içinde Gucci, Veritas tarafından verilen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Sertifikası’nı alarak bu belgeyi edinen ilk lüks moda markası olur.
Gucci’nin yükselişi, hem ürün kalitesine hem de doğru zamandaki stratejik adımlarına dayanır. İtalyan işçiliğini ve zarafetini ön plana çıkaran tasarımlar, jet sosyetenin ve Hollywood yıldızlarının ilgisini çekti. Marka, 1950’lerden itibaren Audrey Hepburn, Elizabeth Taylor gibi isimlerle özdeşleşti. 1960’larda bambu saplı çanta, yeşil-kırmızı şerit gibi semboller ikonik hale geldi. Ancak asıl büyüme, Tom Ford’un 1990’larda kreatif direktörlüğe getirilmesiyle yaşandı. Seksi, cesur ve post-modern tasarımlarla Gucci, yeniden tanımlandı.
Gucci ailesi içinde yaşanan miras ve yönetim çatışmaları, markanın istikrarını sarstı. Kuzenler arası kıskançlıklar, kontrol savaşları ve yönetim beceriksizliği, markayı krizlere sürükledi. Maurizio Gucci, şirketin tamamını devraldıktan sonra hem aile üyeleriyle hem de yatırımcılarla sorunlar yaşadı. Aile, önce markadan, sonra birbirinden koptu. 1993’te Maurizio, şirketin kalan hisselerini de satınca Gucci ailesi markayla olan bağını tamamen yitirdi.
Cinayet, yalnızca trajik bir son değil, aynı zamanda moda dünyasında bir dönemin sonu oldu. Şirket içi entrikalar, boşanma süreci ve yüksek profilli yargılama süreci, medyada “Moda Dünyasının Kara Romanı” olarak işlendi. Cinayetin arkasında yatan nedenler – güç, para, statü ve intikam – Gucci adını popüler kültürün karanlık köşelerine taşıdı. Olay, hem markaya hem de lüks modaya dair algıları değiştirdi: zarafetin ardında kana bulanmış bir hikâye vardı.
Ridley Scott’ın yönettiği House of Gucci (2021) filmi, cinayeti ve aile dramını sinematografik bir anlatıya dönüştürdü. Lady Gaga’nın Patrizia Reggiani, Adam Driver’ın ise Maurizio Gucci’yi canlandırdığı film, gerçek olaylara dayansa da dramatik lisans kullanımıyla eleştirildi. Ancak moda tarihi açısından önemli bir belgeleme sundu. Film, Gucci markasının yalnızca podyumlarla değil, suç ve entrikayla da şekillendiğini kitlelere hatırlattı.
Gucci artık bir aile markası değil; endüstriyel, global bir tasarım markası. Alessandro Michele döneminde nostalji, queer estetik, ve kültürel katmanlar öne çıktı. 2023 itibarıyla yaratıcı direktör koltuğuna Sabato De Sarno oturdu. Marka hâlâ cesur, deneysel ve kavramsal bir moda dili kullanıyor. Ancak aynı zamanda Gucci, lüksün etikle, kimliğin sermayeyle, geçmişin bugünkü modayla nasıl kesiştiğini tartışmaya açan bir temsil alanı.
Kitap Dünyasında:
House of Gucci (Sara Gay Forden), cinayet ve miras savaşlarını belgesel tadında anlatır.
Gucci: The Making Of marka tarihine daha kurumsal bir bakış sunar.
Sinemada ve Dizilerde:
House of Gucci (2021) filmiyle hem trajedi hem stil sinemaya taşınmıştır.
Killing Gucci gibi belgeseller olayın farklı yönlerini yorumlamaktadır.
Video Oyunlarında:
The Sims 4 ve Animal Crossing gibi oyunlarda Gucci koleksiyonları “moda x dijital” kesişiminde pazarlanmıştır.
Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
Moda temalı enstalasyonlar, Gucci’nin kurumsal kimliğini modern sanatın içine taşımaktadır.
Gucci bir marka olmanın ötesinde, modern lüksün sosyolojik bir anlatısıdır. Onun hikâyesinde sınıf çatışması, patriyarkal şiddet, neoliberal sermaye düzeni ve estetik üzerinden var olma savaşı iç içe geçer. Hem göz alıcıdır hem boğucu; hem arzu nesnesidir hem de etik bir tartışmadır. Gucci’nin başarısı, yalnızca şıklığa değil, aynı zamanda dramatik gerilime dayanır.
► POPÜLER KÜLTÜR
► ANTİ-KAHRAMAN
► POSTHUMANİZM
► KAPİTALİZM
► ESTETİK