MİLLİYETÇİLİK ile ve Yeşil Politikanın bir sentezi…
Eko-milliyetçiler, sol-sağ siyasi yelpazenin birçok noktasından olabilir, ancak hepsi ulus-devletin ve ülkelerinin çevresini korumak için özel bir görevi olduğu fikrine bağlıdır.
Eko milliyetçilik; Türk dilinin, Türk kültürünün, Türk bayrağının, Türk vatanının, Türk devletinin korunması, yaşatılması, yüceltilmesi olan Türk milliyetçiliğinin saydığımız unsurlar gibi insan-doğa dengesini kurarak vatan sınırları içindeki doğaya, çevreye, yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip çıkması, vatan topraklarımız üzerinde yaşayan Türk milletinin daha temiz, daha yaşanabilir bir çevrede yaşaması anlayışıdır.
Eko milliyetçilik; doğanın da kültür gibi, kimlik gibi korunması gereken bir varlık olarak kabul etme bilinci, doğal kaynakların sürdürülebilirlik ilkesi ışığında millî çıkarlara uygun kullanılmasıdır.
Tarihçesi nedir?
Jane Dawson’a göre, eko-milliyetçilik, çevre koruma sorunlarını milliyetçi kaygılarla yakından ilişkilendiren toplumsal hareketlerin yükselişidir. Dawson ayrıca eko-milliyetçiliğin “çevrecilik, ulusal kimlik ve adalet mücadelesinin sentezi” olduğunu tahmin etti.
Tarih profesörleri K. Sivaramakrishnan ve Gunnel Cederlöf, eko-milliyetçiliği, doğası gereği ister yerlici ister kozmopolit olsun, “devletin çevreyi ve çevre politikalarını ulusal gurur biçimleri olarak kendine mal etmesi, böylece ulusu sağlamlaştırması ve meşrulaştırması” olarak tanımladılar.
Eko-milliyetçiliğin ilk örneklerinden biri, 1980’lerde, vatandaşların çevresel bozulmayı hem sosyalizmin sistemik bir hatası hem de Moskova’nın doğal temelini yok ederek ve kaynaklarını sömürerek belirli bir ulusu zayıflatma arzusunun doğrudan bir sonucu olarak algıladığı Sovyetler Birliği’ndeydi. Estonya, Litvanya ve Ukrayna bağımsızlık hareketleri, çevre aktivizminden, özellikle de nükleer karşıtı duruştan büyük güç aldı. 1985-1991’de eko-milliyetçilik, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının semptomlarından biri ve aynı zamanda yeni bir itici gücüydü.
Antropologlar tarafından tanımlandığı şekliyle eko-milliyetçilik, genellikle doğanın, mümkün olduğunca bozulmamış ve el değmemiş haliyle korunması gereken, kültürün dışında bir varlık olarak benimsenmesinde kendini gösterir. Alt çalışmalarda ve kültürel antropolojide eko-milliyetçilik, yerli türlerin ve manzaraların milliyetçi bir duyguya hitap edecek şekilde ikonlaştırılmasını ifade eder.