Kostümler değişse de, aynadaki sorular hep aynı: Ben kimim? Ve ne kadarını gösterebilirim?
Drag kültürü, toplumsal cinsiyet kimliklerinin performansa dönüştüğü, gösteri ve gözlem arasındaki sınırları bulanıklaştıran çok yönlü bir sahne sanatıdır. Drag, sadece “kadın gibi giyinen erkek” ya da “erkek gibi davranan kadın” anlamına gelmez; toplumsal cinsiyet normlarının parodisini yaparak eleştirir, kimi zaman kutlar, kimi zaman kırpar, çoğu zaman sarsar. Özellikle LGBTQ+ kültürü içinde kimlik ifade etmenin, dayanışmanın ve politik mücadelenin bir aracıdır.
Drag performansının tarihsel izleri Antik Yunan tiyatrosuna kadar uzanır. Kadın oyuncuların yasaklandığı dönemlerde erkekler kadın rolleri oynardı. Ancak modern drag, esas olarak 19. yüzyıl sonlarında sahne şovları ve burlesk tiyatroda gelişti. 20. yüzyılda Amerika’da Harlem Renaissance dönemiyle birlikte siyah queer kültüründe önemli bir yer edindi. 1980’lerin New York ballroom sahnesi, drag’i hem bir toplumsal dayanışma alanına hem de estetik devrime dönüştürdü.
Hayır. Drag, sadece sahnede ya da televizyonda izlenen bir performans değil, bir yaşam biçimidir. Günlük hayatta da kıyafet, makyaj, jest ve mimiklerle cinsiyet normlarının sorgulanmasını sağlar. Aynı zamanda politik bir varoluş alanıdır: Drag sanatçıları, kimlikler üzerine yürütülen tartışmalara vücut verir, sistemin “norm” olarak dayattığı cinsiyet rollerini şekillendirerek, bozar ve yeniden kurgular.
Drag sanatçısı, çoğu zaman kendine bir karakter yaratır. Bu karakter aracılığıyla sadece fiziksel değişimler yaşamakla kalmaz, aynı zamanda mizah, parodi, sarkastik anlatı, dans ve şarkı gibi sahne unsurlarını kullanarak izleyiciyle bir bağ kurar. Drag kraliçeleri (drag queens) ve kralları (drag kings), göz kamaştıran gösterileriyle cinsiyetin akışkanlığını görünür kılar.
Drag, son yıllarda televizyon ve dijital platformlarda görünürlüğünü artırsa da gece kulüplerinden sokak performanslarına, pride yürümelerinden aktivist sahnelere kadar pek çok alanda kendine yer bulur. Özellikle RuPaul’s Drag Race gibi yapımlar, drag’i ana akım kültüre taşımıştır. Ancak bu durum, drag’in ticarileşmesi ve politik köklerinden koparılması tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.
Drag, kimliğin performatif bir şey olduğunu göstererek bireylerin kendini ifade etme biçimlerine yeni alanlar açar. Gerek queer bireyler için gerekse izleyiciler için “kendin olma” cesaretini yayar. Aynı zamanda görülmeyeni görünür kılar; çok sesli, çok kimlikli bir anlatı alanı yaratır. Bu nedenle drag, sadece bir sahne performansı değil, aynı zamanda bir varoluş çığlığıdır.
Kitap Dünyasında:
– Judith Butler’ın Cinsiyet Belası kitabı, drag’i cinsiyetin performatifliğine dair felsefi bir alan olarak ele alır.
– Drag: The Complete Story (Simon Doonan), drag’in tarihsel ve estetik anlatısını sunar.
Sinemada ve Dizilerde:
– Paris is Burning (1990): Ballroom sahnesinin belgesel anlatısı.
– Priscilla: Queen of the Desert (1994) ve To Wong Foo (1995): Yolculuk ve drag üzerinden kimliğin anlatımı.
– Pose: New York’un 80’ler drag sahnesine odaklanır.
Video Oyunlarında:
– The Sims ve Cyberpunk 2077 gibi oyunlarda drag estetiğiyle karakter yaratma imkânı.
– Boyfriend Dungeon gibi cinsiyet sınırlarını söken oyunlar drag estetiğine göz kırpar.
Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
– Drag opera, drag stand-up, sokak tiyatrosu ve video art gibi disiplinlerde çok sayıda drag temsili vardır.
Drag, sadece kıyafet değiştirmek ya da makyaj yapmak değil; kimliği baştan yaratmak, sınırları sorgulamak ve kendine alan açmaktır. Gösteriyle gerçek arasındaki zarı inceltir, cinsiyetin sadece “doğal” olmadığını, aynı zamanda öğretildiğini ve oynandığını gözler önüne serer. Drag, kimi zaman sahnede, kimi zaman sokakta, kimi zaman sadece bir aynanın karşısında, “Ben buyum!” diyebilmektir.
► QUEER TEORİ
► ZENNE
► BEDEN POLİTİKALARI
► COSPLAY KÜLTÜRÜ
► POPÜLER KÜLTÜR