Bir otomobil markası değil, bir dönemin uğultusudur. Beyaz Toroslar, görünmeyen devletin sokaklarda vücut bulmuş hâli; sessizliğin rengiyle karanlığı taşıyan bir imgedir.
“Beyaz Toros” (İng. White Renault 12 Toros; Alm. Weißer Toros; Fra. Toros Blanc), Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllarda zorla kaybedilme, faili meçhul cinayetler ve devlet içi yasadışı operasyonlarla özdeşleşmiş bir simgedir.
Aslında Renault’un Oyak-Renault iş birliğiyle Türkiye’de ürettiği sıradan bir modeldi: Renault 12’nin yerli versiyonu. Ancak 1990’larda Güneydoğu Anadolu’da, çoğu sivil giyimli istihbarat veya paramiliter unsurların beyaz renkli Toros otomobillerle insan kaçırdığı iddiaları, aracı bir korku sembolüne dönüştürdü.
1990’lar, Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biriydi: PKK ile çatışmaların, OHAL uygulamalarının, faili meçhullerin yoğunlaştığı yıllar.
Bu dönemde özellikle Diyarbakır, Cizre, Silopi, Batman gibi şehirlerde “beyaz Toros” görüldüğünde, o bölgede kısa süre içinde birinin kaybolduğu ya da öldürüldüğü söylentileri yayılırdı.
Gazeteci-yazarların ve insan hakları örgütlerinin raporlarında, beyaz Toros araçların JİTEM gibi gayriresmî güvenlik yapılarıyla ilişkilendirildiği belirtildi.
Zamanla bu araç, bir markanın ötesinde, devletin “görünmeyen eli”nin mecazına dönüştü.
2015’te dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı bir konuşmada “Beyaz Toros günlerine dönülmesine izin vermeyeceğiz” sözü, bu metaforun hâlâ canlı bir politik simge olduğunu gösterdi.
Bugün “beyaz Toros” ifadesi, yalnızca bir dönemi değil, korku ile iktidar arasındaki görünmez bağı anlatmak için kullanılır.
1990’lı yıllarda Güneydoğu Anadolu’da yaşanan zorla kaybetmeler ve faili meçhul cinayetler, halkın hafızasında tek bir nesneyle özdeşleşti: beyaz bir Toros.
Tanıklıklara göre çok sayıda insan bu araçlara bindirilerek kayboldu ya da silahlı kişilerce öldürüldü. Aradan otuz yıl geçmesine rağmen pek çok kentte hâlâ eylemler düzenleniyor; kayıpların akıbeti soruluyor, faillerin yargılanması isteniyor. Ancak davaların çoğu cezasızlıkla sonuçlandı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği kararlar bile kalıcı sonuçlar doğurmadı.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Çankaya Kapısı önünde bir kişi, kullandığı beyaz Toros’u ateşe verdi. “Terörsüz Türkiye” komisyonu toplantısından bir gün önce gerçekleşen bu olayda eylemci gözaltına alınarak tutuklandı. Resmî açıklamalara göre eylemin bireysel olduğu söylense de seçilen aracın simgesel ağırlığı inkâr edilemezdi.
Aynı gün Meclis’te yapılan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” toplantısında, Cumartesi Anneleri ve İnsanları tarafından sunulan rapor, 1990’lardan bugüne uzanan cezasızlık zincirini ve kayıpların akıbetine ilişkin somut vakaları yeniden gündeme taşıdı.
Beyaz Toros, yalnızca geçmişin değil, bugünün de aynasıdır. 1990’larda JİTEM ve kontrgerilla faaliyetleriyle özdeşleşen bu araç, köylerin boşaltıldığı, muhtarların ve gazetecilerin gözaltına alınıp kaybolduğu dönemin sembolü hâline geldi.
Tanıklıklar, beyaz Torosların gündüz vakti evlerin önünde, tarlalarda ya da caddelerde insanları alıp götürdüğünü anlatır. Cesetler kimi zaman günler sonra işkence izleriyle bulunmuş, kimi zaman ise hiç bulunamamıştır.
Bu kayıplardan biri, 15 Kasım 1996’da Diyarbakır’da “06 EKN 22” plakalı bir beyaz Toros’a bindirilerek ortadan kaybolan Hakkı Kaya’dır. Bir diğeri, 19 Ekim 1995’te İstanbul Avcılar’da evinin önünden alınan Fehmi Tosun’dur. Tosun’un kızı Besna Tosun, yıllar sonra Meclis’te yaptığı konuşmada “Babamın götürülüşünde bana gülümseyen adamın gülüşüyle yaşıyorum” diyerek kaybın süreğen travmasını dile getirmiştir.
Benzer biçimde 1994’te Urfa Viranşehir’de öldürülen avukatlar Kazım Ekinci ve Fahri İnan, 1991’de evinden alındıktan sonra cesedi bulunan Vedat Aydın, 1993’te kaçırılan gazeteci Ferhat Tepe ve 13 yaşında pamuk tarlasında kaybolan Mehmet Salim Acar, aynı hikâyenin farklı sayfalarıdır: her birinin gölgesinde bir beyaz Toros vardır.
Bugün beyaz Toros, yalnız mahkeme tutanaklarında değil, sanatta, siyasette ve sokakta da bir hafıza nesnesi olarak yaşamaktadır.
Evrim Alataş ve Miraz Bezar’ın Min Dît filminde karanlıkta beliren beyaz Toros, korkunun sinemasal metaforuna dönüşür. Sanatçı Ali Bozan’ın “Bu bir Toros değildir” adlı yerleştirmesi, nesneyi belleğin cisimsizliğine dönüştürür.
Siyaset sahnesinde ise CHP’li Umut Akdoğan’ın Meclis kürsüsüne bir beyaz Toros direksiyonu koyması, ya da bir savcının masasındaki maket aracın yarattığı tepki, bu sembolün hâlâ nasıl canlı bir gerilim hattı oluşturduğunu gösterir.
Cumartesi Anneleri, Meclis’e sundukları raporda 1936’dan bu yana 584 gözaltında kayıp vakasının tespit edildiğini, hiçbir etkin soruşturma yürütülmediğini ve faillerin korunarak cezasızlık politikası izlendiğini vurguladı.
Raporda ayrıca, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması, Galatasaray Meydanı’ndaki yasağın kaldırılması ve bir Hakikat Komisyonu kurulması talep edildi.
Salı günü Meclis önünde yakılan araçtan bu taleplere uzanan zincir, şunu bir kez daha hatırlattı:
Beyaz Toros, artık yalnız bir otomobil değil; adaletin hâlâ yanıtlamadığı bir sorunun şeklidir.
Renault marka bu araç, Türkiye’de bir otomobilden fazlasıdır — faili meçhullerle, cezasızlıkla ve devletin karanlık yüzüyle özdeşleşmiş bir dönem adı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Devletin bazı yanlış uygulamalarının da payı vardı. Beyaz Toroslar bunlardan biriydi” sözleri, bu hayaleti yeniden gündeme taşıdı.
Ama asıl soru şu: Beyaz Toroslar gerçekten bitti mi, yoksa hiç gitmedi mi?
2023’te Bursaspor tribünlerinde “Yeşil” lakaplı JİTEM tetikçisi Mahmut Yıldırım’a atıfta bulunan pankartlar, 2015’te dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda Beyaz Toroslar dolaşacak” sözleri ve son olarak bir savcının masasındaki beyaz Toros maketi, bu sorunun cevabını fısıldar: “Hayır, gitmedi.”
Bu olay, sembolün yalnızca bir dönemle sınırlı olmadığını; cezasızlık kültürüyle iç içe geçmiş bir devlet zihniyetinin sürekliliğini gösterdi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, İstanbul’daki bir savcının masasındaki maket araca dikkat çekmesi üzerine hakkında açılan soruşturma, sembolün hâlâ siyasal tehdit ve hafıza alanında işlev gördüğünü kanıtladı. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın “Yargı, Beyaz Toroslardan inmelidir” çıkışı ise, adalet sistemine sızmış bu zihinsel gölgenin hâlâ varlığına işaret etti.
Paramilitarizm üzerine çalışan Dr. Özlem Has, bu durumu “zihniyetin biçim değiştirerek yaşaması” olarak tanımlar. Ona göre, 1990’larda JİTEM ve benzeri yapılar üzerinden işleyen gayriresmî şiddet aygıtları bugün görünmez biçimlerde yeniden üretiliyor. Hamidiye Alayları’ndan 6–7 Eylül’e, Özel Harp Dairesi’nden Hizbullah ve SADAT’a uzanan çizgi, Türkiye’de paramiliter geleneğin kurumsallaşmış sürekliliğini oluşturur.
Bu yapılar kimi zaman resmî güvenlik bürokrasisinin uzantısı, kimi zaman onun taşeronu olarak işlev görmüş; devletin doğrudan üstlenemeyeceği şiddeti “örtük mutabakatlarla” devreye sokmuştur.
Has’a göre, Türkiye’de paramilitarizmin ideolojik zemini Sünni Müslüman Türk milliyetçiliği üzerine kuruludur. Hedef alınan toplumsal kesimler —gayrimüslimler, Kürtler, Aleviler ve solcular— bu yapının tarih boyunca değişmeyen “ötekileri”dir.
Bu yüzden beyaz Toros yalnızca geçmişin faili meçhullerini değil, bugünün cezasızlık düzenini de temsil eder.
Savcının masasındaki maket, bu zihniyetin sembolik devamıdır: adaletin nötrlüğünü yitirdiği, korkunun yeniden biçim değiştirdiği bir çağın küçük ama çarpıcı işaretidir.
Bugün Türkiye’de paramiliter şiddetle yüzleşmek hâlâ zordur. Çünkü bu şiddet, tarihin istisnası değil, sistemin parçasıdır.
Yüzleşme, yalnız “Ne oldu?” sorusuna değil, “Kim sorumlu?”, “Neden cezasız kaldı?” ve “Bir daha olmaması için ne gerekir?” sorularına cesurca yanıt aramakla mümkündür.
Ancak bu soruların sorulabildiği demokratik bir zemin henüz kurulmamıştır. Beyaz Toroslar, bu nedenle yalnızca tarihte değil, bugünün adalet boşluğunda da dolaşmaya devam eder.
► Neden “beyaz” renk?
Çünkü beyaz, sıradanlığın, görünmezliğin ve “resmiyetin” rengiydi. Beyaz bir araç, gündüz vakti bile dikkat çekmeden dolaşabilirdi. Bu nötr görünüm, korkunun soğukkanlı maskesiydi.
► Gerçekten devletle bağlantılı mıydı?
Resmî belgelerde tam olarak kanıtlanmadı; ancak çok sayıda tanıklık, gazeteci araştırması ve uluslararası rapor bu araçların devlet içi paramiliter yapılar tarafından kullanıldığını ortaya koydu.
► Beyaz Toroslar neden unutulmadı?
Çünkü kayıplar bulunmadı. Bir sembol, ancak yarım kalmış bir hikâyeyle kalıcı olur. Beyaz Toros, adaletin eksikliğini hatırlattığı için hafızada yer etti.
► Bu sembol başka ülkelere de benzer mi?
Evet. Arjantin’de “yeşil Ford Falcon” nasıl diktatörlük döneminin kaçırma aracına dönüştüyse, Türkiye’de de “beyaz Toros” aynı korku işlevini üstlendi.
► Bugün neyi temsil eder?
Bugün “beyaz Toros” denildiğinde, faili meçhul, derin devlet ve hesap verilmemiş geçmiş akla gelir. Toplumsal bellekte bir uyarı işareti, bir hatırlama metaforu olarak yaşar.
Sinemada: Emin Alper’in Abluka (2015) filmi, bu karanlık atmosferi şehir alegorisiyle işler.
Edebiyatta: Mehmet Eroğlu ve Ayfer Tunç gibi yazarlar, 1990’ların politik şiddetini anlatırken “beyaz Toros” imgesini birer sembolik motif olarak kullanmıştır.
Medyada: 2010’lardan itibaren politik söylemde “beyaz Toros günleri” ifadesi, geçmişle hesaplaşmanın ya da ondan duyulan korkunun ifadesine dönüşmüştür.
Sanat ve bellek çalışmalarında: Fotoğraf ve belgesel sergilerinde, beyaz Toros genellikle bir travma objesi olarak yer alır—sessiz, sıradan ve tehditkâr.
Beyaz Toroslar, tarihin en tehlikeli aracıdır: plakası devlete, gölgesi korkuya kayıtlı.
Bu otomobil, Türkiye’nin kolektif hafızasında hâlâ gezer; sokakta değilse bile cümlelerde.
Adaletin gelmediği her yerde, bir beyaz Toros yeniden belirir—belki görünmez, ama herkes duyar.
► SİYAH HELİKOPTERLER
► ŞİDDET
► DEVLET
► TRAVMA
► 1980’LER – NELER OLDU, NİÇİN OLDU, NASIL OLDU?