BALKAN SİNEMASI – Acının, Mizahın ve Kimliğin Aynası

Tarihin yarasından mizah, yoksulluğun içinden büyü çıkaran bir sinema geleneği.


Balkan Sineması Nedir?

Balkan sineması (İng. Balkan Cinema; Alm. Balkanisches Kino; Fra. Cinéma balkanique), Güneydoğu Avrupa’da yer alan ülkelerin —özellikle eski Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Arnavutluk ve Türkiye’nin batı bölgelerinin— ortak kültürel ve tarihsel deneyimlerinden beslenen sinema anlayışını ifade eder.
Bu sinemanın temelini, sınırların sık değiştiği, kimliklerin iç içe geçtiği bir coğrafyada yaşanan savaşlar, göçler ve toplumsal travmalar oluşturur. Balkan sineması, dramatik olduğu kadar grotesktir; absürd olduğu kadar şiirseldir.


Dünden Bugüne Balkan Sineması

Balkan sineması, 20. yüzyılın başlarında sessiz film denemeleriyle başlasa da kimliğini II. Dünya Savaşı sonrasında buldu. Sosyalist Yugoslavya döneminde sinema, hem devletin ideolojik bir aracı hem de halkın travmalarını anlatma biçimi hâline geldi.
Yugoslav yönetmen Dušan Makavejev, politik hicviyle sansürü aşan bir öncüydü. Onu 1980’lerde Emir Kusturica izledi: Otac na službenom putu (Babam İş Gezisinde), Dom za vešanje (Çingeneler Zamanı) ve Underground filmleriyle Balkanların çelişkili ruhunu müzik, mizah ve kaosla anlattı.

1990’larda Yugoslavya’nın dağılması, Balkan sinemasına yeni bir gerçekçilik kattı. Goran Paskaljević’in Kabartma Haritası (Bure Baruta) ve Srdan Golubović’in Klopka (Tuzak) filmleri, savaş sonrası toplumun moral çöküşünü gözler önüne serdi.
Theo Angelopoulos’un Yunanistan’dan yükselen melankolik sineması ise Balkanların tarihsel belleğini metafizik bir dile çevirdi: Sonsuzluk ve Bir Gün, sınırlar ve sürgün üzerine bir görsel ağıt gibiydi.

2000’lerle birlikte Cristian Mungiu (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün), Corneliu Porumboiu (Polis, Sıfat) gibi yönetmenlerle “Balkan gerçekçiliği” minimalist bir üslup kazandı. Bu yeni dönem, sessiz öfkenin sinemasıydı: uzun planlar, düşük tempolar, ama derin insan halleri.


Balkan Sinemasında Az Bilinen Ama Kıymetli Temsiller

Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Balkan sineması bir tür tarih laboratuvarına dönüştü. Ancak bu coğrafyanın belleğini yalnızca Kusturica ya da Angelopoulos’la sınırlamak, büyük bir zenginliği gözden kaçırmak olur. Aşağıda yer alan filmler, geniş kitlelerce az bilinse de Balkan kimliğini, tarihini ve insan ruhunun kırılganlığını derinlikli biçimde yansıtan yapıtlar olarak bölge sinemasını keşfetmek isteyenler için güçlü alternatiflerdir.


Alexis Zorbas (1964, Mihalis Kakoyannis)
Nikos Kazancakis’in Zorba romanından uyarlanan film, Girit’te Batılı bir entelektüel olan Basil ile içgüdüsel yaşamın sembolü Zorba arasındaki dostluğu anlatır. Hikâye, Batı’nın gözünden Doğu’nun ruhunu görmeye çalışan bir anlatıcının bakışıyla aktarılır. Basil’in, Zorba’nın dansı ve yaşama coşkusuyla dönüşmesi, insanın akıl ve sezgi arasındaki salınımını simgeler. Hollywood anlatısına yakın bir yapısı olsa da film, Doğu Akdeniz insanının sıcaklığını ve özgürlüğünü taşır. Alexis Zorbas, en iyi sanat yönetimi ve yardımcı kadın oyuncu dallarında Oscar kazanmıştır.

Ko To Tamo Peva (1980, Slobodan Šijan)
Türkçeye “Kim Şarkı Söylüyor Orada?” olarak çevrilen film, Yugoslavya’nın farklı toplumsal kesimlerinden karakterleri bir minibüs yolculuğunda buluşturur. Alegorik bir dille 1941 Yugoslavya’sının portresini çizen bu kara mizah klasiğinde, her biri başka bir sınıfı temsil eden yolcuların arasında iki çingene, müziğin direniş gücünü simgeler. Emir Kusturica’nın Underground’unun senaristi Dušan Kovačević’in kaleminden çıkan film, trajedinin ortasında kahkaha yaratabilen Balkan ruhunun özüdür.

Lamerica (1994, Gianni Amelio)
İtalyan yönetmen Gianni Amelio’nun Lamerica’sı, Arnavutluk’un komünizmin çöküşü sonrası yaşadığı kaotik dönemi realist bir bakışla anlatır. İki İtalyan iş insanının yoksul Arnavut halkını sömürme girişimi, giderek kendi düşüş hikâyelerine dönüşür. Seyahatname biçiminde ilerleyen film, Batı’nın Doğu’ya bakışını eleştirirken, insanın umuda ve iyiliğe dair yeteneğini incelikli biçimde işler.

Lepa Sela Lepo Gore (1996, Srdan Dragojević)
Yugoslavya’nın parçalanışı sırasında birbirine düşman olan Sırp ve Boşnak çocukluk arkadaşlarının hikâyesi, savaşın kişisel ve ulusal yıkımını çarpıcı biçimde gözler önüne serer. Tünel sahneleri, alegorik gücüyle hafızalara kazınırken film, ne bir tarafı yüceltir ne de ötekini şeytanlaştırır. İnsanın savaş karşısındaki trajedisini yalın bir gerçekçilikle anlatır.

Welcome to Sarajevo (1997, Michael Winterbottom)
Gerçek olaylara dayanan film, Bosna Savaşı sırasında Saraybosna’daki yıkımı Batılı gazetecilerin gözünden aktarır. Belgesel görüntülerle kurgu sahnelerin iç içe geçtiği yapı, savaşın çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne serer. Film, Batı’nın ikiyüzlü politikalarını açıkça eleştirirken, insani duyarlılığın evrensel bir dili olduğunu hatırlatır.

Savršeni Krug (1997, Ademir Kenović)
Saraybosna kuşatması sırasında geçen film, şair Hamza’nın savaş ortamında iki yetim çocukla kurduğu derin bağı konu alır. Yıkıntılar arasında yaşama tutunmaya çalışan karakterler, savaşın ortasında bile insanlık duygusunun tükenmediğini gösterir. Kenović, şiddeti göstermeden, vicdanı hatırlatarak anlatır; film, Cannes dahil birçok uluslararası festivalde ödüller kazanmıştır.

Bure Baruta (1998, Goran Paskaljević)
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra şiddetle örülmüş bir toplumun ruh hâlini mozaik biçiminde anlatan Bure Baruta (Barut Fıçısı), kısa hikâyeler üzerinden savaşın bireyde yarattığı travmayı sergiler. Birbirine geçmiş karakterler, öfke, yoksulluk, cinsiyetçilik ve çaresizlik içinde patlamaya hazır bir toplumun alegorisini oluşturur. Avrupa festivallerinde yedi ödül kazanan film, savaş sonrası Balkan gerçekçiliğinin doruk noktalarındandır.

Filantropica (2002, Nae Caranfil)
Romanyalı yönetmen Nae Caranfil’in kara komedisi Filantropica, yoksul bir öğretmenin dolandırıcılık dünyasına sürüklenişini hiciv dolu bir tonda anlatır. Romanya’nın 1990’lardaki ekonomik dönüşümünü fon olarak kullanan film, mizahı toplumsal eleştirinin aracı hâline getirir. Parlak bir tempo, zekice yazılmış diyaloglar ve kara mizah dengesiyle Balkan sinemasının “absürd ama derin” damarını yansıtır.

Snijeg (2008, Aida Begić)
Bosnalı yönetmen Aida Begić’in ilk uzun metrajı, savaş sonrası Bosna’da erkeklerini kaybetmiş kadınların dayanma hikâyesidir. Dış dünyadan yalıtılmış küçük bir köyde, kadınların toprağa ve birbirlerine tutunarak kurdukları yaşam, yeniden doğuşun simgesidir. Cannes’da gösterilen Snijeg, savaş sonrası kadın deneyimini merkezine almasıyla feminist bir Balkan anlatısı olarak öne çıkar.

Ustav Republike Hrvatske (2016, Rajko Grlić)
Zagreb’de bir apartman üzerinden çokkültürlülüğü, sınıf ayrımını ve önyargıları irdeleyen film, nefretin sevgiye dönüşebileceği bir empati hikâyesi anlatır. Irkçılık, cinsel yönelim ve ideolojik farklılıkları incelikli bir mizahla ele alan yapım, Balkan toplumlarında barışın ancak birbirini dinlemekle mümkün olduğunu hatırlatır.

Quo Vadis, Aida? (2020, Jasmila Žbanić)
Srebrenitsa Soykırımı’nı konu alan Quo Vadis, Aida?, savaş sineması için bir dönüm noktasıdır. BM çevirmeni Aida’nın ailesini kurtarma çabasını izlerken, film yalnız bir annenin değil, bütün bir ulusun çaresizliğini anlatır. Acı, vicdan ve adalet temalarını kadın bakışından aktaran yapım, 2021 Oscar Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film dalında aday gösterilmiş ve Antalya Altın Portakal’da En İyi Film ödülünü kazanmıştır.


► Balkan sinemasını diğer Avrupa sinemalarından ayıran nedir?
Karma kültürel yapı. Balkan sineması, Doğu’nun mistisizmini, Batı’nın anlatı tekniğiyle harmanlar. Bu nedenle hem tanıdık hem tuhaf bir duygusal yoğunluk taşır.


► Neden mizah bu kadar belirgindir?
Çünkü mizah, savaş ve yoksullukla baş etmenin bir yoludur. Balkan filmlerinde kahkaha, acının içinden çıkar.


► Balkan sinemasında müziğin rolü nedir?
Belirleyicidir. Özellikle Goran Bregović’in besteleriyle bu sinema, görsel kadar işitsel bir hafızaya da sahiptir. Müzik, kimliğin ve direncin ifadesidir.


► Kadın karakterler nasıl temsil edilir?
Genellikle sabır, dayanıklılık ve kayıp temalarıyla ilişkilidir. Ama modern Balkan sinemasında kadınlar artık yalnız kurban değil, anlatının öznesidir.


► Balkan sineması günümüzde nereye evrilmiştir?
Yeni kuşak yönetmenler —Jasmila Žbanić (Quo Vadis, Aida?) ve Teona Strugar Mitevska (God Exists, Her Name Is Petrunya)— geçmişin travmalarını feminist ve post-savaş estetiğiyle yeniden yorumlamaktadır.


Popüler Kültürde Balkan Sineması

Balkan sineması, Cannes ve Berlin gibi festivallerde bir tür “yeni Avrupa sesi” olarak tanınmıştır. Kusturica’nın Underground’u 1995’te Altın Palmiye kazanmış; Mungiu’nun 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ü 2007’de aynı ödüle layık görülmüştür.
Bu sinema, popüler kültürde “çingene müziği”, “kara mizah” ve “absürd Balkan hikâyeleri”yle anılsa da gerçekte derin bir hümanizme dayanır: kaybın içindeki yaşam enerjisine.


Genel Değerlendirme

Balkan sineması, tarihsel kırılmaların estetik hafızasıdır. Bu sinema ne bütünüyle trajiktir ne de yalnızca komik: ikisi birden, hem hüzün hem kahkaha. Balkan yönetmenleri, coğrafyalarının kaderini değil, ruhunu anlatırlar — sınırların ötesinde, insanın içinde yaşanan savaşları.


VELEV’DEN İLGİLİ MADDELER

YUGOSLAV ROCK
EMİR KUSTURICA
GORAN BREGOVIĆ
EDERLEZİ
BAĞIMSIZ SİNEMA