Fotoğraf: Lâm Duc Hiên
Lyon Sanat Akademisi’nde öğrenciyken 1990’ların başında yardım görevlisi olarak Türkiye üzerinden Irak Kürdistanı’na giden Lâm Duc Hiên yeni bir dünyanın içinde buldu kendini. Savaş, yıkım, göç ve sarsıcı insan hikâyelerine tanık olurken umudu ve dostluğu bulan fotoğrafçı, “Dağlarda her zaman çiçekli bir halı açan ve doğuya has bir cömertlikle nar kıran biri vardır” diyor.
Çekçe baskısıyla birlikte daha fazla insana ulaşacak olan In the Land of Garnet Trees adlı kitap, Kürtlerin son 30 yıllık tarihine dair eşsiz bir belge bırakıyor. Kitap, Magdalena Sodomková ve Leslie Lepers’ın metinleri eşliğinde bölgedeki Müslümanların, Hıristiyanların, Ezidilerin, Keldanilerin ve Yahudilerin yaşadığı sert coğrafyadan kesitler sunuyor.
O Laos’ta doğdu, küçük bir çocukken savaştan kaçmak için annesinin elinden tutarak Mekong Nehri’ni geçti, göç yoluna düştü. İltica ettikleri Fransa’da yeni bir yaşam kurdular.
“Fotoğrafınız yeterince iyi değilse yeterince yakın değilsinizdir” sözünün sahibi ünlü savaş fotoğrafçısı Robert Capa’yı haklı çıkarırcasına, çektiği portrelerin gözbebeklerinde kendi suretini gören Lâm Duc Hiên ve kitabın metin yazarlarından Magdalena Sodomková, Velev‘in sorularını yanıtladı.
Fotoğraf: Lâm Duc Hiên Arşivi
Uzun yıllardır Kürdistan bölgesinde çalışıyorsunuz ve fotoğraflarınız önemli gazete ve dergilerde yayımlandı. En önemlisi de bir kitaba dönüştü. Şimdi bu kitap Çekçe olarak yayımlanacak. Bize bu kitabın oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
Bu kitap, hayatımın otuz yılını temsil ediyor. İlk olarak Aralık 2024’te, Fransız yayınevi Escourbiac tarafından Kurdistan Mon Ami başlığıyla Fransızca-Kürtçe Sorani versiyonu yayımlandı. Kitabın metni Leslie Lepers tarafından yazıldı ve Kürtçe çevirisi, Paris’te yaşayan Kürt yazar Bayan Salman tarafından yapıldı.
Çek yazar ve gazeteci Magdalena Sodomková da ekibin bir parçasıydı; sahada çalışmalar yaparak hikâyeler topladı. O, kitabı Çek okuruyla buluşturma fikrini ortaya attı ve bu süreç, kitabın Çekçe Narlar Ülkesinde adıyla yayımlanmasına vesile oldu.
Bu kitabın ortaya çıkış süreci uzun ve oldukça kişisel bir yolculuktu. Sadece bir fotoğraf koleksiyonu değil, aynı zamanda Kürt mücadelesinin, direncinin ve kimliğinin onlarca yıl boyunca görsel ve anlatısal bir arşividir. Yıllar süren seyahatler, belgelemeler, dinlemeler ve bu karmaşık ve sürekli değişen gerçeğin inceliklerini anlamaya çalışmak bu sürecin temel taşlarını oluşturdu.
Kürtler ve Kürdistan bölgesiyle ilk temasınız ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Kişisel hikâyeniz Kürtlerle nasıl kesişti?
Mart 1991’de, Fransız sivil toplum kuruluşu Équilibre ile Türkiye’de çalışıyordum. Görevimiz, Türk-Irak sınırına yakın Işırveren Dağı’nda mahsur kalan Kürtlere acil yardım ulaştırmaktı. Bu, Körfez Savaşı’nın ardından, Saddam Hüseyin’e karşı başlatılan Kürt ayaklanması sırasında gerçekleşmişti. Rejimin acımasız baskısından kaçan yüz binlerce Kürt, dondurucu soğukta, dağlarda hayatta kalmaya çalışıyordu. Bizim amacımız, bu yerinden edilmiş insanlara gıda ve insani yardım sağlayarak aşırı zorlu koşullarda hayatta kalmalarına yardımcı olmaktı.
Kürtlerle ilk karşılaşmam beni derinden etkiledi. Çamurlu patikalardan geçerek dağlara tırmanıyor, mültecilerin sayısını ve yaşam koşullarını değerlendiriyordum. O sırada bir mağaraya sığınmış bir aileyle karşılaştım. Küçük bir ateş yakmış, ısınmaya çalışıyorlardı ve ekmek pişiriyorlardı. İngilizce bilmiyorlardı ama sıcaklıklarını hissedebiliyordum. Beni yanlarına çağırdılar ve büyük bir sürprizle karşılaştım: Ellerindeki ekmeği benimle paylaşmak istediler. Bir an tereddüt ettim—zaten çok az yiyecekleri vardı ve çocuklar bundan daha çok ihtiyaç duyuyordu. Onlara, ekmeği kendilerine saklamaları gerektiğini anlatmaya çalıştım. Ama ısrar ettiler. Sonunda, küçük bir parça koparıp yedim.
O an zihnime kazındı. Taze pişmiş ekmeğin sıcaklığı, küle karışan kokusu, hayatım boyunca unutamayacağım bir sahneydi. Bugün bile her Kürt ekmeği yediğimde, o anı hatırlıyorum; her şeylerini kaybetmiş ama hâlâ paylaşacak kadar cömert insanları.
Daha sonra, Müttefik güçler ve Birleşmiş Milletler, Irak’ın kuzeyinde 35. paralelin üzerinde bir uçuşa yasak bölge ilan etti. Bu, Kürtlerin evlerine geri dönme fırsatını yarattı. Équilibre, mültecileri Türkiye ve İran’dan dönüş yolculuklarında destekledi; tıbbi yardım ve lojistik destek sağlayarak onların yeniden yerleşmelerine yardımcı oldu. Ekibimiz, Zaho’dan Halepçe’ye kadar bölgede çalışarak geri dönen ailelere sağlık hizmetleri ve temel ihtiyaçları ulaştırdı.
O dönemde ben hâlâ Lyon Güzel Sanatlar Okulu’nda öğrenciydim ve yanımda bir kameram vardı. Bir gazeteci olarak değil, sadece gördüklerimi belgelemek isteyen biri olarak. Bir gün, bir mülteci kadının fotoğrafını çekiyordum. Aniden elini sallamaya başladı. Önce, çekmemi istemediğini düşündüm. Ama sonra fark ettim ki, beni cesaretlendiriyordu. Devam etmemi istiyordu. Dünyanın yaşadıkları hakkında bilgi sahibi olmasını istiyordu.
Tam o anda, zihnimde güçlü bir anı canlandı: Çocukluğuma geri döndüm. Annemi gördüm Mekong Nehri’ni geçerken, savaş ve zulümden kaçarken. O an, kişisel hikâyem ile Kürt halkının tarihi arasında beklenmedik bir bağ kuruldu. Onların mücadelesi, sürgün edilme deneyimi, hayatta kalma çabası-bunların hepsi, derin bir şekilde bana da dokundu.
Kürdistan’da çektiğim fotoğraflar yayımlandığında, görüntülerin gerçek gücünü ilk kez hissettim. Fotoğrafçılığın sadece bir şeyi belgelemek olmadığını fark ettim. Bir şeyi değiştirebileceğini, insanları harekete geçirebileceğini anladım. Bu farkındalık, kariyerimin geri kalanını şekillendirdi. O andan itibaren, Kürdistan benim için sadece çalıştığım bir yer olmaktan çıktı; hem kişisel hem de profesyonel yolculuğumun ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Uzun zamanlı bir fotoğraf çalışması yapmaya nasıl karar verdiniz?
1991’de Kürtlerin gerçekliğiyle tanıştım ve o dönemde çok sayıda fotoğraf çektim. Ancak, asıl önceliğim gıda dağıtımı yapmak ve insani yardım sağlamak olduğu için, fotoğrafladığım insanların kişisel hikâyelerini tam anlamıyla kavrayacak yeterli zamanım yoktu. O dönemde, daha sonra Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından Irak’ın ilk Kürt Cumhurbaşkanı olacak olan Celal Talabani’nin fotoğraflarını çektim. Aynı zamanda Neçirvan Barzani’nin de bir fotoğrafını çektim. O an, onun varlığından etkilenmiştim, ancak o zamanlar Barzani katliamı ve ailesinin tarihinin ağırlığı hakkında pek bir şey bilmiyordum. Bugün, kendisi Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı olarak görev yapıyor.
Ancak siyasi figürlerin ötesinde, çiftçiler, peşmergeler, mülteciler, yerinden edilmiş aileler gibi birçok insanla da tanıştım. Her biri anlatılmamış kendi hikâyelerini taşıyordu. Kürdistan’a geri dönmeye devam ettikçe önce bir insani yardım çalışanı, sonra Le Monde ve diğer yayınlar için bir foto muhabiri olarak fotoğraflarını çektiğim insanları tekrar bulma ihtiyacı hissetmeye başladım. Eski fotoğraflarımdaki kişileri sistematik olarak aramaya koyuldum. Fotoğrafları tarayıp sakladım, aynı yerlere tekrar gittim, bu insanların akıbetlerini sordum.
Bu süreç hem büyüleyici hem de derinlemesine dokunaklıydı. Bazıları hayatta kalmış, hayatlarını yeniden inşa etmiş ya da mücadelesine devam ediyordu. Bazıları ise kaybolmuş, savaşta ölmüş ya da hiç bitmeyen şiddetin kurbanı olmuştu. Zamanla, bunun yalnızca bir gazetecilik projesi olmadığını fark ettim. Bu, bir halkın tarihini, direncini, acılarını ve hayatta kalma mücadelesini uzun vadeli bir şekilde belgelemekti.
İşte bu yüzden, Kürdistan benim için asla sadece bir görev olmadı. Bugüne kadar süregelen, tamamen kişisel bir yolculuk haline geldi.
Kürt nüfusunun bir kısmıyla zaman geçirdiniz; bu nüfusun büyük bölümü dört ülkeye (Türkiye, Irak, İran, Suriye) dağılmış durumda. 34 yıllık gözlemlerinizi özetleyebilir misiniz? Başlangıcından bu yana neler gördünüz?
İnanılmaz bir dönüşüme tanıklık ettim ve umuyorum ki bunu fotoğraflarım aracılığıyla iyi bir şekilde yansıtabilmişimdir. Son 34 yıl içinde Kürdistan’ın yükseldiğini, düştüğünü ve yeniden ayağa kalktığını gördüm. Savaşlarla, ihanetlerle, soykırımlarla ve büyük bir direnişle dolu bir tarih.
1991’de ilk geldiğimde, Kürtler yerlerinden edilmiş, hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Dünyanın onlara olan ilgisi çok sınırlıydı ve özerklik mücadeleleri, tarihin akışına karşı verilen zorlu bir savaş gibi görünüyordu. Zaman içinde Irak Kürdistan Bölgesi’nin özerklik kazandığını, siyasi etki alanının genişlediğini ve özellikle 2003’te Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından kırılgan da olsa bir istikrar kazandığını gördüm.
Bütün bu süreç boyunca beni en çok etkileyen şey, Kürt halkının kırılmaz ruhu oldu. Dostlukları, misafirperverlikleri ve dirençleri eşsizdi. Irak Kürdistanı, Fransa ve Laos’tan sonra benim için bir nevi ikinci vatan oldu diyebilirim. Ama bundan da öte, sadece bir dost olarak kabul edilmedim, Kürt bir ailenin parçası oldum. Beni bir yabancı gibi değil, onların tarihini, sevinçlerini ve acılarını paylaşan biri olarak bağırlarına bastılar.
Çektikleri tüm acılara ve maruz kaldıkları ihanetlere rağmen, kimlikleri, toprakları ve gelecekleri için mücadele etmekten asla vazgeçmediler. Bu, onlardan öğrendiğim en büyük ders oldu.
Saddam Hüseyin sonrası özerk bir yönetime sahip olan Irak Kürdistan Bölgesi’nde nasıl bir yönetim sistemi var? Halkın yönetime ve karar alma süreçlerine katkısı nedir?
Irak Kürdistanı’nda, bölgenin refahı ve istikrarı için çalışan yetenekli ve donanımlı birçok insan var. Son 34 yıl içinde inanılmaz bir dönüşüme tanıklık ettim. 1990’ların başında, mağaralarda saklanan, hayatta kalmaya çalışan, büyük ölçüde okuma yazma bilmeyen, eğitime, sağlık hizmetlerine ve temel altyapıya erişimi olmayan insanları gördüm.
Bugün ise bölgede gözle görülür bir ilerleme var; üniversiteler, kurumlar, altyapılar inşa edildi. İşleyen bir yönetim yapısı, bir ekonomi ve giderek büyüyen bir orta sınıf oluştu. Ancak hâlâ çözülmesi gereken birçok sorun mevcut: bürokrasi, siyasi bölünmeler ve ekonominin petrole bağımlılığı gibi temel zorluklar devam ediyor.
Ben, eğitimin daha iyi bir gelecek için anahtar olduğuna inanıyorum. Bilginin ve fırsatların insan hayatını nasıl dönüştürebileceğini bizzat gözlemledim. Kendim de bir mülteciydim ve Fransa’da eğitim alma şansı sayesinde hayatım tamamen değişti. Bugün, eğitime erişimi olan yeni Kürt nesilleri, bölgenin geleceğini şekillendirebilecek büyük bir potansiyele sahip. Sadece savaş ve hayatta kalma mücadelesinin ötesine geçerek, gerçek bir kalkınma ve demokrasi sürecine adım atabilirler.
Yaygın inanışın aksine Kürtler tek bir yapıdan oluşmuyor; farklı inanç grupları da var. Bölgeye baktığınızda Kürtleri nasıl görüyorsunuz? Gruplar, inançlar, gelenekler açısından nasıl bir yapı var?
Bu, çalışmalarımda özellikle üzerinde durduğum bir konuydu, Kürdistan’ın çeşitliliğini ve bir arada yaşama potansiyelini göstermek. Kürdistan, tek bir halkın, tek bir dilin ya da tek bir inancın coğrafyası değil. Yüzyıllar boyunca şekillenmiş kimliklerin, inançların ve geleneklerin bir mozaiği.
1994 yılında, Halepçeli bir Kakai olan Fayek Brakhas tarafından misafir edildim. Onunla reenkarnasyon ve inançları üzerine derin sohbetler yaptık. Kakai inancı, genellikle yanlış anlaşılan ya da göz ardı edilen bir topluluktu ve mistik unsurlarının zenginliği beni büyüledi.
Daha sonra, Bağdat’ta Şeyh Muhammed Khasnazani tarafından bir Sufi törenine davet edildim. O deneyim benim için yepyeni bir kapı açtı. Sufilerin mistik ritüellerle transa geçtiğini izlerken, çocukluğumda Laos’ta bir Budist tapınağında transa geçen kadınları hatırladım. Ritim, ruhaniyete teslimiyet, maddi dünyanın ötesine uzanan bir arayış… Tüm bunlar bana derin bir şekilde tanıdık geldi.
Akre’de Newroz kutlaması (Fotoğraf: Lâm Duc Hiên)
Bu an, içimde büyük bir merak uyandırdı ve daha fazlasını öğrenmek istedim. Ezidiler, Yahudiler, Zerdüştler, Hristiyanlar, Mandailer ile zaman geçirdim… Her topluluğun kendine özgü zengin gelenekleri, mücadeleleri ve dünyayı anlama biçimleri vardı. Ama hepsinin ortak bir noktası da vardı: Misafirperverlikleri. Beni kabul ettiler, hikâyelerini, ritüellerini, umutlarını paylaştılar.
İşte bu çeşitlilik, Kürdistan’ı eşsiz kılan şey. Tüm zorluklara, gerginliklere ve bazı toplulukların —özellikle IŞİD’in soykırımına uğrayan Ezidilerin— trajik tarihine rağmen, Kürdistan yüzyıllardır birden fazla kimliğin bir arada yaşadığı bir yer olmaya devam ediyor. Modern Ortadoğu’da nadir rastlanan bir şey bu ve korunmaya değer.
Bölgedeki sertlik, silahlar ve silahlı gruplar yaşamın sıradan bir parçası olsa da, kitabınızdaki fotoğraflarda da görüldüğü gibi bambaşka bir hayat da var: Renkli, coşkulu, müzik ve festivallerle dolu. Bu ikili durumu nasıl açıklarsınız?
Benim başından beri amacım, sadece savaşı değil, yaşamı da göstermekti. Çatışma bölgelerinde insanlar genellikle yalnızca yıkıma, şiddete ve acıya odaklanır. Oysa ben, en zorlu koşullarda bile varlığını sürdüren direnci, neşeyi ve güzellik anlarını belgelemek istedim.
Kürt dağları nefes kesici güzellikte. Halk, tüm mücadelelerine rağmen, hayata inanılmaz bir sıcaklık ve cömertlikle sarılıyor. Aileye, müziğe, kutlamalara ve doğaya karşı derin bir sevgi var. Bir ağacın gölgesinde toplanıp yiyeceklerini paylaşan, kahkahalar atan ailelerin yaptığı basit bir piknik, savaş hikâyeleri kadar Kürdistan’ın bir parçası.
Benim için en değerli karelerden biri 2000 yılında çektiğim bir fotoğraf ki bu, kitabımın kapağı oldu. Baru ağacına asılı salıncaklarda sallanan çocukları gösteriyor, onların gülüşleri zamana kazınmış gibi. Bu saf mutluluk anı hafızama kazındı. Yıllar sonra, o ağacı tekrar bulmak istedim.
Fotoğrafı insanlara göstererek “Bu ağacı tanıyor musunuz?” diye sormaya başladım. Herkes tanıdığını düşündü, farklı ağaçları işaret ettiler. Bu ipuçlarının peşinden giderken beklenmedik bir şey keşfettim: Kürtlerin ağaçlara duyduğu derin saygı.
Bu arayış, zamanla büyük bir fotoğraf serisine dönüştü ve Fransa’daki Abbey L’Épau’nun bahçesinde sergilendi. Bu süreçte, Kürtlerin bazı ağaçları kutsal kabul ettiğini öğrendim, özellikle dilek ağaçları, insanların üzerine kumaş parçaları bağlayıp dualar ettiği, dilek dilediği ağaçlar. Bu gelenek, yüzyıllardır kültürlerinde yer etmiş.
Peki, orijinal ağacımı bulabildim mi? Evet! 2020 yılında! Fotoğraf serimin ikinci karesinde, Massoud Mohammed Said adında yaşlı bir adam, bir atın yanında duruyor ve arka planda o ağaç görünüyor. O ağaç, Amedi yakınlarındaki Guherz’deydi.
Bu arayış benim için daha büyük bir şeyin simgesi oldu: Kürdistan sadece bir mücadele coğrafyası değil; aynı zamanda hafızanın, geleneğin ve yaşamın da diyarı. Benim çalışmalarımın bunu yansıtmasını umuyorum.
PKK lideri Abdullah Öcalan, örgüt üyelerine —ki bunların büyük çoğunluğu Irak ve Suriye’nin Kürdistan bölgelerinde bulunuyor— silah bırakmaları ve örgütü feshetmeleri yönünde bir çağrı yaptı. PKK gruplarıyla orada temasınız oldu mu? Bu son çağrının etkisi ne olacak?
Ben Şengal’de (Sinjar) bulunduğum sırada PKK, IŞİD katliamından kaçan binlerce Ezidi için bir koridor açılmasını sağlayarak kritik bir rol oynadı. Aynı zamanda, genç kadınların özsavunma ve direniş eğitimi aldığı bazı kamplarını ziyaret ettim.
Baştan beri Irak Kürdistanı’ndaki yaklaşımım bütün taraflarla görüşmekti. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Gorran Hareketi ile vakit geçirdim, ancak aynı zamanda PKK’nin bölgedeki varlığını da görmek ve anlamak istedim. Benim için bu süreç asla siyasi bir duruş meselesi olmadı, amacım, Kürt halkının bütün yönleriyle anlaşılmasını sağlamaktı. Kitabım bir siyasi manifesto değil; tanıştığım insanların kişisel hikâyelerinin, karşılaşmalarımın ve gerçekliklerin bir toplamıdır.
Öcalan’ın son açıklamasına gelince… Ben bir siyasi analist değilim, ancak barışa yönelik atılan her adımın olumlu karşılanması gerektiğine inanıyorum. Kürt halkı istikrarı ve çatışmalardan uzak bir geleceği hak ediyor. Bu çağrının barışa katkı sağlamasını ve Kürtlerin nihayet güvenlik ve tanınma sağlayan bir çözüme ulaşmalarını içtenlikle umut ediyorum.
Bölgenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Irak Kürdistanı, tarihin, jeopolitiğin ve kültürün kesiştiği bir noktada bulunuyor. Stratejik konumu, zengin kaynakları ve uzun süredir devam eden özerklik mücadelesi, onu Ortadoğu’da kilit bir aktör haline getiriyor. Ne olursa olsun, Kürdistan’ı yakından takip etmeye devam edeceğim.
Bölgenin karşı karşıya olduğu jeopolitik baskılar, iç bölünmeler, ekonomik sıkıntılar ve tanınma mücadelesi gibi büyük zorluklar hâlâ varlığını sürdürüyor. Ancak tüm bunlara rağmen Kürt halkının direnci bana umut veriyor. Yıllar içinde inanılmaz dönüşümlere tanıklık ettim ve Kürdistan’ın ileriye doğru ilerlemeye devam edecek güce sahip olduğunu biliyorum.
Her şeyden önce, Kürt dostlarım için dileğim barış, istikrar ve korkusuzca gelişebilecekleri bir gelecek. Onlar yeterince uzun süre mücadele etti. Sadece hayatta kalmaya değil, umut üzerine inşa edilmiş bir geleceğe layıklar.
Kitapla birlikte, Kürdistan bölgesi ve Kürtlerle olan ilişkiniz bundan sonra nasıl şekillenecek? Yeni projeleriniz var mı?
Benim için bu bir projenin sonu değil. Kürdistan ile olan bağım sadece mesleki değil, aynı zamanda kişisel. Orada dostlarım, kurduğum ilişkiler ve derin bir bağım var. Pek çok açıdan Kürtler tarafından benimsenmiş durumdayım; artık orada bir ailem var. Bu kitap, yalnızca çalışmalarımı dünyaya göstermek için değil, aynı zamanda Kürt halkına geri götürmek için de hazırlandI. Onların tepkilerini duymak, bu fotoğraflar ve hikâyelerle nasıl bağ kurduklarını görmek istiyorum.
Ayrıca kitabın daha geniş bir kitleye ulaşmasını umuyorum. İngilizce ve Arapça olarak yayımlanmasını çok isterim, böylece Irak dışındaki Kürt topluluklarının da kitaba erişimi olur.
Yeni projelere gelince… Çok sayıda fikrim var, ancak şimdilik fazla detay vermek istemiyorum. Şunu söyleyebilirim ki, Kürdistan ile olan yolculuğum kesinlikle sona ermiş değil.
Magdalena Sodomková (Fotoğraf: Lâm Duc Hiên)
Uzun yıllardır Kürdistan bölgesinde çalışan ve fotoğrafları büyük gazete ve dergilerde yayımlanan Lâm Duc Hiên’in Irak Kürdistanı üzerine hazırladığı kitap şimdi Çek Cumhuriyeti’nde yayımlanıyor. Bu kitaba ve Çekçe versiyonunun yayımlanmasına nasıl katkıda bulundunuz?
Ben, bu projede fotoğrafçı Lâm Duc Hiên, Fransız yazar Leslie Lepers ve daha sonra Kürtçe çeviriyi yapan Bayan Salman ile birlikte çalıştım. Kitabın Fransızca versiyonu için Irak Kürdistanı’nda saha araştırmaları yaptım. Çalışırken kendi kendime, “Neden bunu Çekçeye de çevirmiyoruz?” diye düşündüm. Harika hikâyeler keşfettim ve eğer bunlar beni etkilediyse, neden yurttaşlarımı da etkilemesin? Çekçe versiyonunun metnini Leslie Lepers ile birlikte yazdım.
Sizin Kürtler ve Kürdistan bölgesiyle ilk temasınız ne zaman ve nasıl oldu?
2019 yılında oldu. Önce, Fransız sinemacı John Paul Lepers ile Kurdistan Mon Amour adlı bir belgesel üzerinde çalışırken bölgeye gittim. (ON Y VA! Media ve France 3 tarafından üretilen bir film). Film, bir mülteci ve fotoğrafçı olan Lâm Duc Hiên’in kişisel hikâyesini anlatıyordu.
Kitabın yazım sürecinden bahsedebilir misiniz?
Bu kitap, Lâm Duc Hiên ile Kürtler arasındaki bir aşk hikâyesi gibi. Lâm Duc Hiên’in 30 yıllık inanılmaz bir fotoğraf arşivi var. Bu arşiv, Kürtlerin tarihini yakalayan çok özel bir koleksiyon. En zor kısmı ise kitabı daha kısa hâle getirmekti.
“Kurdistan, Mon Ami”, hem Fransızca hem de Kürtçe yayımlandığı için metin kitapta iki kez yer alıyor. Bu yüzden içeriği oldukça kompakt hâle getirmemiz gerekti. Çekçe versiyon olan “Nar Ülkesi” (In the Land of Pomegranates), biraz daha uzun bir metne sahip.
Kürt nüfusunun büyük bir bölümü dört ülkeye (Türkiye, Irak, İran, Suriye) dağılmış durumda. Bölgede geçirdiğiniz sürede izlenimleriniz neler oldu?
Bu bölge inanılmaz derecede ilgi çekici bir yer, adeta orada bulunmanız gerektiğini hissediyorsunuz. Açıkçası Kürtlerin neden kendi devletlerine sahip olamayacaklarını anlamakta zorlanıyorum.
Ben Çekoslovakya’da doğdum ve Slovaklar bağımsızlık talep ettiğinde, bunu çatışma olmadan başardılar. Bence bu süreç iki ülke için de faydalı oldu. Önceden her sorun için karşı taraf suçlanırdı. Şimdi ise kendi kaderimizi kendimiz belirliyoruz, aynı zamanda başarılarımızla da gurur duyabiliyoruz.
Bağımsızlık iyi bir fikirdi ve bunun doğru karar olduğunu düşünüyorum, orada hâlâ harika dostlarım olmasına rağmen… Ama tabii ki, bizde petrol yok.
Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından özerk bir hükümete sahip olan Irak Kürdistan Bölgesi’nde nasıl bir yönetim anlayışı var? Halk yönetime ve karar alma süreçlerine nasıl katkı sağlıyor?
Saddam Hüseyin’in düşüşünden sonra (ya da daha sonra), sürgünden geri dönen ve yabancı ülkelerde aldığı eğitimi kendi bölgesi için kullanan birçok akıllı, yetenekli insanla tanıştık.
Bunlar arasında; mayın temizleme, adli bilimler, politika, ekoloji gibi alanlarda uzmanlaşmış kişiler vardı. Bu insanlarla karşılaşmak gerçekten etkileyiciydi.
Ayrıca, Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Neçirvan Barzani’nin dini hoşgörüyü ve farklı inanç gruplarının bir arada yaşamasını teşvik etme çabalarını da takdir ediyorum.
Bu bölgeyle ilgili en büyüleyici şey inanılmaz çeşitliliği ve kültürel mirası.
Kürtler sanıldığı gibi homojen bir topluluk değil; farklı inanç grupları ve gelenekler var. Özellikle Ezidiler ve bazı Sufi grupları hakkındaki gözlemleriniz neler?
Kesinlikle. Tüm inanç gruplarıyla tanışmaya ve onlarla vakit geçirmeye çalıştık.
Ezidilerle Rwanga mülteci kampında bir araya geldik. Bizi inanılmaz bir misafirperverlikle ağırladılar. Bize öğle yemeği hazırladılar ama önce sıcak suyla dolu bir kase getirip ellerimizi yıkamamızı sağladılar ve ardından bembeyaz bir havlu sundular. O tozlu, zor koşullardaki bir mülteci kampında bu kadar incelikli bir gelenekle karşılaşmak bir mucize gibiydi. Her şeylerini kaybetmiş olmalarına rağmen yemeklerini ve acı dolu hikâyelerini bizimle paylaştılar.
Sufi gruplarla tanışmak da son derece etkileyiciydi. Onların ibadet seanslarına birkaç kez katıldık. Bir kadın olarak, sadece erkeklerin dans edip şarkı söylediği, davul çaldığı ve transa geçtiği bir törene katılmama izin verilmesi beni şaşırttı. Umarım bu deneyimi hayatımda bir kez daha yaşayabilirim.
Şiddet, silahlar ve silahlı gruplar bölgedeki hayatın sıradan bir parçası. Ancak kitapta da görüldüğü gibi (ben de bir süre orada bulundum), burada farklı bir yaşam da var. Renkli, coşkulu, müzik dolu, şenlikli bir hayat… Sizce bu bir çelişki mi?
Hayır, hepsi bir arada var oluyor. Çünkü çatışma bölgelerinde bile yaşam devam ediyor. İnsanların güzelliğe, inanca ya da bir ideale ihtiyacı var, hayatta kalabilmek için. Gazeteciler olarak bizler hep olayların merkezine odaklanırız ve gündelik yaşam genellikle haberlerde yer almaz. Ama işte bu yüzden bir kitap var, büyük resmi göstermek için. Pek çok okur bize bu bakış açısını daha önce hiç düşünmediklerini, bunu görmenin kendileri için mutluluk verici olduğunu söyledi. Ayrıca, bu bölgede gökyüzü altında, tamamen korunmamış muhteşem arkeolojik alanlar var. Bunlar, okullarda öğrendiğimiz tarih ve gerçekten çok özel, eşsiz yerler.
PKK lideri Abdullah Öcalan, son açıklamasında örgüt üyelerine silah bırakmalarını ve örgütün kendini feshetmesini söyledi. PKK ile herhangi bir temasınız oldu mu? Bu çağrının nasıl bir etkisi olur?
Şahsen bir temasım olmadı, ama barışın tüm Kürtler için faydalı olmasını umuyorum. Bu çok büyük bir haber.