Herkül Millas’tan ‘Kariye’ yorumu: Aksa Camii, sinagog yapılsa ne hissederdi Müslümanlar?

"Türkçe yazan tek Rum" Herkül Millas, Kariye Müzesi'nin camiye dönüştürülmesi ile ilgili yorumunda, "Başkasının inşa ettiği, yüzyıllarca belli bir dinin tapınağı olarak kullanan şeyi sen alıyorsun, cami yapıyorsun. Peki, hani saygı?" diye soruyor. Millas, Mescid-i Aksa örneği vererek tepkisini dile getiriyor.

Fotoğraflar: Selahattin Sevi

Türk-Yunan ilişkilerine dair keskin gözlemleri, çarpıcı tespitleri, yalın değerlendirmeleri ile tanınan yazar, romancı ve belgeselci Herkül Millas, “yumuşama” ve “normalleşme” tartışmalarını, iki ülke arasındaki siyasi ve sosyal gerilimleri Velev için değerlendirdi.

Demokratik bir ülkede “yumuşama” olamayacağını, rejimin zaten yumuşak olması gerektiğini belirten Millas, “normalleşme”yi tartışmanın mevcut durumun “anormal” olduğunun da kabulü anlamına geldiğini söyledi.

Söyleşi sonunda, “Türkçe yazan tek Rum’um, biliyor musun?” hatırlatması yapan Millas, “Soruyorum, Türk toplumuna Rum olarak seslenen başka birini biliyor musunuz? Kimse bana ikinci bir isim veremedi.” diyor.

Azınlık okulları yerine Robert Koleje gitmesini, çevresindeki arkadaşlarının genellikle Türk olmasının kendisini bir gettoya hapsetmediğini belirten Herkül Millas, solcu olmasını milliyetçiliğe karşı bir tepki olarak geliştiğini kaydediyor: “Benim kuşağımın solcu olması, özellikle belli bir ortamdaki insanların solcu olması normaldi. Bütün Kemalistler solcu oldu ki solcu değildi onlar. Milli sol dedikleri aslında sol değildi. Milli Demokratik Devrim’ciler de solcu değildi. Milli sol olmaz. Solculuk sınıfsal bir bakış açısıdır. Milli sol kendi başına bir çelişkidir yani. Ben soldum. Temiz soldum.”

İşte Herkül Millas’ın sorularımıza cevapları…

YUMUŞAMA: SERTLİĞİN KABULÜ…

Hocam durum Yunanistan’da nasıl bilmiyorum, ama Türkiye’de bazı kavramları daha geniş anlamlarıyla tartışıyorduk; sorunların adını hukukun, sosyal bilimlerin ve siyasetin diliyle değerlendiriyorduk. Sizce nereden çıktı bu “yumuşama” ve “normalleşme” söylemi?

Yumuşama; demokratik bir ülkede yumuşama olmaz. Rejim yumuşaktır yani, nokta. Yani “yumuşama” demek, “biz kötü yoldaydık” demek bir anlamda. Bu terimler siyasi düzenle, anayasayla, hukukla bağdaşacak terimler değil. Bu aile içinde olabilir; ne bileyim, baba serttir, yumuşar, ama bir ülkede yumuşama olmaz. Demokrasi olur, hukuk olur. Yumuşama diye bir kavramı anlamıyorum. Yani bunun tersi ne demek? “Sertleşme” demek yani… Sertleşmişiz ki yumuşuyoruz. Ne biçim laflar bunlar? Yani ne sertleşme olur, ne yumuşama olur. Demokrasi olur, hukuk olur, adalet olur. Ama yumuşama, sertleşme, tartışması demokratik bir ülkede olmaz.

Peki, normalleşme?

Bu da anormalleşmenin kabulüdür. O zaman normalleşmeden önce anormalleşme neydi? Normal olmayan neydi? Onu tartışalım ki normalleşelim. Yani neydi normal olmayan? Onu söylemek gerekiyor. Yani şunlar, şunlar, şunlar normal değildi demek gerekiyor ki normalleşelim. Yoksa anlamsız. Ne demek normalleşme?

İsterseniz bu sözcükleri ortaya atanlara bırakmadan sorayım, sizin gördüğünüz en büyük anormallikler neydi?

Bence en büyük anormallik -sözde- batıya dönük Türkiye’nin batıyı hiç, ama hiç anlamamış olması. Bence en büyük anormallik bu. Yani batılılaşma denildi Türkiye’de on yıllarca. Batının ne olduğunu hiç ama hiç anlaşılmadı…

Aslında normalleşmeyi muhalefet söylüyor, neler anormalse onların açması gerekiyor…

Anormal… Söylesinler neydi anormal olan şeyler. Yani madde madde. Şunlar; bir, iki, üç… bunlar anormaldi. Bunları aşacağız desinler ki ne dediklerini anlayalım. Bu söylediklerinin bir anlamı olsun, ben anlamıyorum.

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE “PAT PAT”

Peki, sözü biraz da Türk-Yunan ilişkilerine getirelim. Sanki bir “yumuşama” süreci var, “normalleşme” süreci… Sizce bu sefer başarılı olunabilir mi? Yoksa yine herkes konuşur konuşur, bildiğini mi okur?

Ben de tam Türk-Yunan ilişkilerine dair bir yazı yazmak istiyorum. Başlığını buldum ama altını henüz doldurmadım. Pat! Pat! Satrançta pat biliyorsunuz, “Çek” dersiniz, yani “Şah” dersiniz. Aynı hareketi yapar karşı taraf. O zaman berabere kalınır. O satranç oyunu böyle biter. Pat diyorlar buna. Şimdi… Bu yumuşamayı, Türk-Yunan ilişkileri, diyalog falan ben birkaç kere yaşadım. Yaşım ileri olduğu için 1960’larda, 70’lerde, 80’lerde… İkide bir oluyor bu. Ondan sonra aynı hareket, aynı laflar söyleniyor, aynı tartışmalar, aynı tezler tekrarlanıyor. Sonra da biraz gerginlik oluyor. Ondan sonra işte ilişkiler bozuluyor. Sonra yirmi yıl sonra yeniden yine oturuyorlar, yeniden tartışıyorlar. Ben bunu çok gördüğüm için artık heyecanlanmıyorum, biliyorum yani. Pat durumu, aynı hareketleri yeniden göreceğiz.

İki ülke arasındaki ilişkileri konuşup da Ayasofya ile başlayan ve Kariye ile biten tarihi miras üzerinden süren gerginlik yaratma hamlelerini geçmek olmaz. Kariye müzeden camiye neden çevrilmiş olabilir?

Ben şöyle başlayacağım. Türkiye’de herkes önyargıların var olduğunu biliyor. Herkes önyargılara karşı. Ama önyargının tanımında şu var, önyargı bilinç dışıdır. Biz önyargımızı bilemeyiz. Yani insan bilincinde olduğu önyargısı olamaz. Çünkü yanlışın bilincinde olduğu zaman an onu terk eder. Önyargı olduğunu anladığı zaman terk eder. Önyargı bilincinde olmadan içimizde olan bir şey, bir tutum. Peki o zaman biz önyargımızı nasıl anlayıp nasıl ondan kurtulacağız, nasıl aşacağız bunu? Bunun bir yolu çelişkilerimizi görmekle oluyor. Çünkü ön yargılar çelişki yaratıyor. O çelişki varsa orada bir ön yargı var şüphesi doğar insanda. Yani ön yargısını bilmek isteyen insandan söz ediyorum.

KARİYE’NİN CAMİ YAPILMASI: PEKİ, HANİ SAYGI?

Şimdi bunun güzel bir örneği bu Kariye Müzesi’nin cami olması konusu. Ben şunu düşünüyorum, bir Müslüman’a sorsak. İsrail’de Aksa Camii var. İsrail dese ki, biz bunu sinagog, havra, yani Yahudilerin tapınağına dönüştüreceğiz dese, nasıl hisseder Müslümanlar? Ne derler? Sanıyorum tepki duyacaklardır. Ben İspanya’ya gittim. Oradaki camilerin kilise olduğunu gördüm ve rahatsız oldum. Yani bunlara neden saygı gösterilmedi? Neden bu camiler cami olarak kalmadı? Ya ne bileyim muhafaza edilebilirdi. Onlara ait değil ki. Hristiyanların tapınakları değil. Bunlar Müslümanların tapınakları. Böyle muhafaza edilebilirdi. Şimdi eskilere bakarsak Orta Çağ, kılıç hakkı vardı. Yani kazanan istediğini yapıyordu. Yendiği ordunun erlerini esir alıp köle olarak satıyordu. Ve bu çok normaldi. Yani bu anormal değildi. Kimse, ayıp ediyorsun demiyordu. Çünkü bu o zaman öyleydi. Onun kilisesini Müslüman kazanınca camiye dönüştürüyor, Hristiyan kazanınca kiliseye dönüştürüyor. Ama bu ne zaman oluyordu? 15. yüzyıl, 16. yüzyılda oluyordu. 18. yüzyılda bile artık bunlar köleler, esirler köle olarak satılmıyordu.

Şimdi 21. yüzyılda sen bir Hristiyan’ın tapınağını alıyorsun ve aklımda Ayasofya var, aklımda Kariye var. Zaten adı Kariye nereden geliyor? Hora’dan geliyor. Yani adı da Türkçe değil. Başkasının inşa ettiği, yüzyıllarca belli bir dinin tapınağı olarak kullanan şeyi sen alıyorsun, cami yapıyorsun. Peki, hani saygı? Hani ötekine saygı, öyle bir laf var. Hep saygı diyoruz, saygılıyız diyoruz. Ondan sonra bunu yapıyoruz. Ve bunun işte bilincinde değiliz dediğim bu. Bizim Aksa Camii eğer havraya dönüştürürse galeyana geliyoruz. Ama bir Hristiyan tapınak, camii olunca bu çok doğal oluyor. Hatta bundan gurur da duyuyoruz, seviniyoruz. Bu ön yargıların varlığını gösteren bir örnek. Acı olan insanların bunun bilincinde olmaması ve tersine biz çok saygılıyız diye bir de söylem geliştiriyor olmaları. Ben bu son olayda bunu gördüm. Temel özelliğinizdir yani. Bu olayları bilinç düzeyine çıkartmanın bir yolu karşı tarafın söylemini dikkatle dinlemek. Yani itiraz edeni dikkatle dinlemek. Ne demek istediğini anlamaya çalışmak. Bunu yaparsak kendimizi de geliştiririz.

Pek bilinçsiz olduğunu düşünmüyorum. Sanki her şey hesaplanmış gibi duruyor. Çünkü başka bir zaman açılabilirdi ama Yunanistan’ın başbakanının geleceği hafta açıldı, kalabalık bir cemaatle namaz kılındı. Bir taraftan normalleşme istiyoruz, bir taraftan da böyle davranışlarla gerilimi artırıyoruz.

Türk-Yunan ilişkilerinin düzeldiği, düzelme yoluna girdiği bir dönemde olmuş olmasının nedeni zaten çok tartışıldı, anlaşılmaz oldu. Yani bu ters bir mesaj. Ama belki bu mesajın anlamı bazı Müslüman bir cemaate, işte biz ödün vermiyoruz, tutucu gruplara, milliyetçi gruplara biz işte ödün vermiyoruz, hala bildiğimiz yoldayız havasını, mesajını vermek için olmuş olabilir veyahut da Yunanistan’a mesaj vermiş olabilir: “Sanmayın ki biz her konuda geri adım atacağız. İşte biz bildiğimiz yolda gidiyoruz.” Mesaj vermek istenmiş olabilir. Ama çelişkili bir mesajdı. Fakat sanıyorum çelişkinin ötesinde acı bir olay. Çünkü insanların ön yargılarının bilincinde olmamasını gösteren bir olay.

 

HERKÜL MİLLAS KİMDİR?

Kitapları ve köşe yazıları ile tanıdığımız Herkül Millas Ankara’da doğdu, İstanbul’da yaşadı. Feriköy Rum İlkokulu’nun ardından eğitimini Robert Kolej’de sürdürdü ve inşaat mühendisi oldu. Türkiye İşçi Partisi’ne katıldı, askerliğini Muş’ta çavuş olarak yaptı. 12 Mart’tan sonra Atina’ya yerleşen Millas, Bahreyn, Katar ve Endonezya’da çalıştı, Suudi Arabistan’da kendi araştırma şirketini kurdu. Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünün kuruluşunda çalıştı, dil ve edebiyat dersleri verdi. Makedonya (Selanik), Ege (Rodos) ve Atina üniversitelerinde Türkçe, Türk edebiyatı ve Türkiye siyaset tarihi dersleri verdi. Bilimsel çalışmalarının yanında spora düşkünlüğü hiç bitmedi; gençliğinde atletizmde 1962 yılı Türkiye 100 metre birincisi olduktan sonra, 2016 ve 2019 yıllarında “master” kategorisinde 100 metre ve yüksek atlamada Yunanistan birincisi oldu.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com