Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) başbakan adayı Alice Weidel, yaklaşan seçimlerin en çok merak edilen isimleri arasında. Hep arkaya toplanmış saçları, klasik açık renk bir bluz ve boynundaki inci kolyesi ile mikrofonların karşısına geçen Alice Weidel kendini seçmenlere burjuva ve kentli olarak sunuyor. Ancak bir top inci ile yumuşatmaya çalıştığı imajının arkasında aslında ne var? Özellikle geçtiğimi haftalarda Riesa’da yapılan parti genel kurulundaki mimikleri, yüz ifadeleri ve tonu, hem öfkeli hem de saldırgandı. Sert kelime seçimleri bugüne kadar çizmeye çalıştığı ‘kentli ve burjuva’ görüntüsünden uzaktı. Weidel, son zamanlarda esas olarak ırkçılığa yakın aşırı sağcı çevrelerin sevdiği ve daha önce kullanmaktan kaçındığı ‘remigration’ (geri göç) terimini kullanmaya başladı. Tüm bu değişiklikler Alman kamuoyunda, gerçek Alice Weidel kim olduğu sorularının sorulması yol açtı.
Weidel, muhtemelen çelişkilerle dolu, birçok şeyin birbirine hiç uymadığı en muammalı politikacılardan biri. Her ne kadar kendisini kentli, modern ve burjuva olarak konumladırmaya çalışsa da, daha önce de sık sık radikal söylemleri ile dikkatleri çekmişti. 2018’de Bundestag’ta yaptığı bir konuşmada ‘başörtülü kızlar’ ile ilgili ifadeleri nedeniyle, o zamanki meclis başkanı Wolfgang Schäuble tarafından ayrımcı sözleri nedeniyle uyarılmıştı. 2013’te gönderdiği bir e-mail’de hükümet üyelerini ‘domuzlar’ olarak adlandırıyor, ‘Almanya’nın ‘Araplar, Çingeler ve Romanlar gibi yabancı kültürlerden gelen insanlarla dolup taştığını’ yazıyordu.
O zamanlar Weidel henüz AfD üyesi değildi. Ama o zaman bile tercih ettiği ifadeler, kulağa inci kolyeli bir burjuvadan çok radikal öfkeli bir vatandaşın veya hatta Nazi döneminin ırkçılarının dili gibi geliyor. Avukatları e-mail’in sahte olduğunu iddia etseler de, Weidel bu konuda yeminli ifade vermekten kaçındı. ‘Widerworte’ (Çelişkiler) adlı kitabında Weidel, partnerinin kendisini ‘Sadece söylenme, bir şeyler yap’ sözleriyle siyasete girmeye nasıl teşvik ettiğini anlatıyor. Tecrübeli ekonomist, başlangıçta AfD’ye, euro’ya yönelik eleştirel duruşu nedeniyle katılmıştı. Ancak parti hızla daha radikal hale gelirken ve birçok ılımlı üye giderek partiden ayrılırken, Weidel partide kaldı. Hem fırsatçılıktan hem de iktidar arzusundan dolayı partinin radikalleşmesine ayak uydurdu.
Onu tanıyanlar Weidel’i ‘hırslı’ olarak nitelendiriyor. Partide bir kariyer yapabileceğini, görünüşünün ve tonunun iyi karşılandığını hemen anladı. Ancak bunun saf fırsatçılık mı olduğu yoksa partinin radikal yapısına uyumlu mu olduğu sorusuna net bir cevap vermek zor. Parti lideri olarak AfD’yi daha profesyonel ve ılımlı göstermeye çalışıyor. Ancak parti onun liderliğinde yumuşamadı, tam tersine giderek tonu artan bir şekilde radikalleşti. Dahası partideki birçok kişi daha ılımlı görünmek istemiyor. Seçimlerde ve anketlerde artan anket puanlarıyla bu tercihlerinde haklı oldukları da görülüyor. Parti genel kurulundan bu yana, Weidel artık giderek burjuva kimliğinden uzaklaşarak, bu hareketin öncülüğünü üstleniyor gibi görünüyor.
AfD’nin ve Weidel’in bir şansı da -artık buna şans mı denir, yoksa kaderin garip bir cilvesi mi- sağcı partiler dünyanın dört bir yanında yükselişte. Komşu Avusturya’da benzer çizgideki FPÖ başbakanlık koltuğuna en yakın parti. ABD’deki Donald Trump’ın çizgisi ile AfD arasında bazı konularda büyük paralellikler var. Partinin en sert ve kamuoyunda en çok tepki alan isimlerinden Björn Höcke, ‘Batı dünyasında esen bir değişim rüzgarı var’ derken, bundan bahsediyor. Genel kurulda delegeler AfD’nin şansölye adayını ‘Almanya için Alice’ sözleriyle alkışladılar. Bu ifade Naziler’in ‘Her şey Almanya için’ sloganına çok benziyor. Höcke, Almanya’da kullanılması yasak olan bu sloganı attığı için daha önce ceza almıştı.
Son günlerde partinin en tartışmaları isimlerinden Höcke ile yakın bir duruş sergileren Weidel, bir zamanlar Höcke’yi partiden atmak istemişti. 2017’de, Höcke’nin Berlin’deki Soykırım Anıtı’na yönelik kullandığı ‘utanç anıtı’ sözleri toplumda büyük bir öfkeye yol açmıştı. Ama o günden bu yana iki lider arasında çok sular aktı ve artık birbirlerine paralel yüzüyorlar. Parti kongresinde Thüringen seçimleriyle ilgili olarak ‘Seçimin gerçek galibi Björn Höcke’ diyerek tartışmalı isme adeta bir demet çiçek attı. Thüringen AfD lideri Höcke ise Weidel’in konuşmasını, ‘Empatik, duygusal ve ne istediğimizi netleştirdi’ diye övdü.
Tüm partilerin AfD’yi dışlaması ve olası koalisyon denklemlerinde yok sayması Weidel ve çevresinin pek de umurunda değil. Zira AfD’nin uzun vadeli hedefi açık: 2029’da hükümet ortaklığı, doğuda eyalet seçimlerinde kimseye muhtaç olmadan tek başına iktidara gelebilecek bir seçim sonucu elde etmek. Bunlar sadece AfD’nin değil aynı zamanda Weidel’in de kişisel planı ve hedefi. Belki bu seçimde şansölye adayı olarak başarılı olma şansı yok. Ancak o hükümete iştirak etmek, hatta şansölye olmak istiyor. Ve AfD’ye karşı örülen güvenlik duvarının uzun sürmeyeceğini düşünüyor.
Weidel kendini erken kalkan ve çok çalışan disiplinli, hırslı bir kadın olarak göstermeyi seviyor. Seçmenlerle doğrudan temas kurmaktan kaçınıyor. Stratejisi çizdiği imaja zarar vermeyecek bir görüntü vermek.
Ancak Alice Weidel, partisinin ve destekçilerinin önerdiği ve desteklediği yaşam tarzıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Parti tabanıyla kesişim kümesi ne kadar dar olursa olsun, AfD seçmeni arasında her zaman popüler bir isim olarak dikkatleri çekiyor. Aşırı sağcı ve milliyetçi AfD’nin yüzü olan Weidel, özel hayatını ailesiyle İsviçre’de geçiriyor. AfD, ‘baba, anne ve çocuk’tan oluşan geleneksel bir aile yapısını savnurken, Weidel, eşcinsel bir birliktelik içinde yaşıyor. Partisinin göçmenlere karşı aşırı sert tutumuna karşın Sri Lanka asıllı bir kadın ile evli. Weidel’e bu paradoksal durum sorulduğunda, bunun önemsiz olduğunu savunuyor. Bir kadınla evli olduğunu kabul ediyor, ancak eşcinsel olmadığını vurguluyor. Bu durum partisi AfD için de mükemmel makyaj malzemesi: Lideri lezbiyen olan bir parti asla ayrımcı olamaz. Lideri Sri Lankalı birisiyle evli parti ırkçı olamaz!
Tüm ithamlara karşın Weidel kendisini aşırı sağcı olmaktan ziyade ‘liberal-muhafazakar’ olarak tanımlıyor. Milyarder Elon Musk, geçtiğimiz haftalarda Alman Welt am Sonntag gazetesi için yazdığı yazıda AfD hakkında ‘Almanya için son umut kıvılcımı’ ifadesini kullandı. Weidel’in Sri Lankalı bir kadınla eşcinsel evliliğini hatırlatarak, ‘Bu size Hitler gibi geliyor mu?’ diye sordu. Daha sonda Weidel ile Twitter’da bir söyleşi de gerçekleştirdi.
Weidel’in profili gerçekten de Hitler karşılaştırmalarına uygun değil. Mesleği gereği bir ekonomist olan Weidel, Kanada ve Japonya’dan Singapur ve Çin’e kadar dünyanın her yerinde yaşadı ve çalıştı. Beş yılını Pekin’de geçirdi ve 14 yaşında kasetlerden kendi kendine öğrenmeye başladığı Çince’si mükemmel. Yıllarca dünyanın önde gelen finans şirketlerinden Goldman Sachs’ta çalıştı, Çin Merkez Bankası’na danışmanlık yaptı. Şu anda film yapımcısı Sarah Bossard ile birlikte yaşıyor. Bossard’ın iki farklı babadan doğurduğu iki oğlunu İsviçre’nin güzel bir kasabasında birlikte büyütüyorlar.
Bu resim her ne kadar Hitler veya Nazi gibi görünmese de, söylemi çok farklı. AfD’nin son genel kurulunda yabancıların ‘büyük ölçekli geri gönderilmelerini’, Almanya’nın ‘utanç değirmenlerinin’ yıkılmasını ve ‘eşcinsel uyanmışlık deliliğinin’ sona erdirilmesini talep etti. Kendi durumuna rağmen, AfD’nin aile tanımını ‘baba, anne ve çocuklar’ ile sınırlamaktan çekinmedi. Sadece kendisinin değil Weidel’in eşi Sarah Bossard’ın hayatı da çelişkilerle dolu. 3 aylık iken İsviçreli ailesi tarafından Sri Lanka’dan evlat edinilmiş. Dolayısıyla Bossard, biyolojik ailesini hiç tanımadan büyümüş. 42 yaşındaki film yapımcısı Bossard, Weidel ile tanışmadan önce yaşadığı bölgede hep ‘sol ve çevreci’ gruplar ile düşüp kalkan, tüm arkadaşları o çevreden olan insanlar olmasına karşın, AfD lideri ile evlenmekten kaçınmamış. Bu tercihi nedeniyle de tüm eski arkadaşları Bossard ile bağlarını kesmiş.
Politik gözlemciler tarafından politik esnekliği ile bilinen Weidel, parti manifestosundaki ‘ABD’nin çıkarlarının Almanya’nın çıkarlarından giderek uzaklaştığını’ ve Rusya ile daha yakın bağları tercih ettiğini belirten açıkça Amerikan karşıtı tonuna rağmen, sosyal medyada ‘Başkan Donald Trump’ı göreve başlamasından dolayı içtenlikle tebrik etmekten’ mutluluk duyduğunu söyledi. Trump’ın göreve başlaması törenine davet edilen sınırlı sayıdaki isimden biriydi ancak törene katılmadı. Bu tercih ile Alman kamuoyuna, ‘güçlü Amerikalı destekçileri var ancak o bir Atlantikçi değil’ mesajı verdi, partisinin anti Amerikan duruşuna da halel getirmeden…