Mete Tunçay’ın ardından: Benzerine nadir rastlanan bir entelektüel

Mete Hoca, bir akademisyen ve bir hocadan, bir bilim adamından çok daha fazlasıydı. Ne demek istediğimi sadece onu yakından tanımış olanlar anlayabilir. Onu yakından tanımış bir gazeteci olarak onu biraz anlatmaya çalışayım.

“Benim hayatımda istihbaratla asla ilişkim olmadı. Bizim sınıftan bazıları MİT’e gittiler biliyorduk. Birgün okuldayken onlardan biri ziyaretime geldi ve masamın üzerine üç dört tane isim yazılı kâğıt koydu. Dedi ki bunlar bizim burslumuz, bunlara iltimas yap. Ben dedim ki, ben bu çocukların adını görmeyeyim, bunlara bir fenalığım dokunur. Üstelik bunlar sizin burslunuzsa, bu dersleri iyi öğrensinler. Böyle kovaladım.”

Bu alıntıyı, İletişim Yayınları’ndan piyasaya çıkan, ‘Mete Tunçay’a Armağan’ adlı kitaptan yaptım. Mete Hoca’nın akademik kimliği ve insani yönünü birlikte yansıtan uygun giriş bu olur diye düşündüm.

Kısa süre önce kaybettik Mete Hoca’yı. Son cümleyi başta söyleyeyim, Mete Hoca, bir akademisyen ve bir hocadan, bir bilim adamından çok daha fazlasıydı. Ne demek istediğimi sadece onu yakından tanımış olanlar anlayabilir. Onu yakından tanımış bir gazeteci olarak derdimi biraz anlatmaya çalışayım.

90’lar kuşağı, üniversite yıllarında Mete Tunçay ismini duyduğunda o çoktan akademi dünyasının efsaneleri arasında yerini almıştı. Onu ben Marksist felsefenin Türkiye’deki önemli temsilcilerinden ve Karl Popper’ın ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı eserinin çevirmeni olarak, ilk kez tanıdım. Daha doğrusu adını duydum. Ve onu hep ulaşılması, konuşması çok zor, yüksek egolu hocalar sınıfında mütalaa ettim.

Bunda belki de haşin bakışları, buz gibi duruşu ve uzun haşmetli sakallarının da etkisi vardır. Mete Hoca ve Mehmet Ali Kılıçbay uzun sakallarından hiç vazgeçmediler ve ikisi de benim için, temas kurulması bile ürkütücü isimlerdi. Tabi bu düşüncem o ikisini tanıdıktan sonra tamamen değişti.

Mete Hoca ile ilk karşılaşmamız sanırım 2001 yılındaki Abant toplantısında oldu. Genç bir muhabir olarak toplantıyı takip etmekle görevlendirilmiştim. Mete Hoca’yı da listede görmek beni çok heyecanlandırmıştı elbette. Üç günlük toplantıda aynı otelde farklı ortamlarda defalarca hocayla temas kurma imkânı bulunca, karşımda insani, duyarlılığı çok yüksek ve hiç kimseyi küçümsemeyen, (bazıları gibi ‘sizi gidi cahiller’ tavrı almayan) asla sorgulamayan ve kim olursa olsun muhatabını çok ciddiye alan bir entelektüel çıktı karşıma. Gencecik öğrencilere ve muhabirlere bile arkadaşı gibi davranması beni çok etkilemişti. Kendimi onun yanında ne kadar cahil ve bilgisiz hissetsem de, ondan asla bir küçümseme, bir soğukluk görmedim. Bu durum sonraki görüşmelerde de hep devam etti. Zamanla bu tavrın onun yaşam tarzı olduğunu anladım.

Bu kısmı insani boyut, elbette bir de ideolojik boyut var. Mete Hoca’nın onu tanıdıkça beni en çok şaşırtan yönlerinden biri de muhatabına asla ideolojik gözlüklerle bakmamasıydı. Yani senin dindar, dinsiz, sağcı, solcu falan olmanı hiç mesele yapmadan herkesle çok rahat ilişki kuran biriydi. Bir seferinde ona sormuştum, “Hocam siz ateist misiniz?” diye. (Böyle bir soru sorulabilecek rahatlıkta biriydi çünkü) O da bana şöyle cevap vermişti:

“Hayır ben ateist değilim. Ateist, bir Yaratıcının olmadığına inanır. Ben Agnostiğim. Agnostik, bilinmezcidir. Yani Allah var veya yok demez, Allah’ın varlığı ve yokluğu ispatlanamaz der.”

Bana böyle izah etmişti inanca bakış açısını. Bir Agnostik olarak her kesimle hiç müdanasız ilişki kuran ve bu kadar önemli bir sosyal bilimci olmasına rağmen, en küçük egosu olmayan bir adamdı Mete Hoca. Dindar ve inançlı olmada da gönül insanı olunabileceğinin timsaliydi.

Akademik dünyadan yakın arkadaşı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, Mete Hoca’yı anlattığı T24 yazısında şöyle diyordu:

“Mete Tunçay, bir ekol yaratarak bu dünyadan ayrıldı. Yaşamı, gerçek bir akademik kimliğin en onurlu ve saygın, o ölçüde de somut kanıtıydı. Tunçay, kendi kuşağının Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın ‘palto’sundan çıktığını söylüyordu. İzleyen kuşak da Tunçay’ın paltosundan çıktı.”

Elbette ben bir gazeteci olarak onun akademik değerini, birikimini takdir edebilecek durumda değilim. Onun için alıntıyı Hasan Bülent Kahraman’dan yaptım.

Ben tanıdığım, toplantılarını, konferanslarını izlediğim, beraber seyahat ettiğim bir bilgeyi anlatmaya çalıştım sadece.

Evet, Mete Tunçay, eskilerin tabiriyle insanı kâmil olarak bu dünyadan göçtü. Yaşamı boyunca çizgisi ve duruşundan hiç taviz vermemesine rağmen arkasından kötü konuşacak kimse bırakmamayı da başardı.

Ruhu şâd olsun…

Yazıyı Mete Hoca’dan birkaç alıntıyla bitirelim. Yine Mete Tunçay’a Armağan kitabından…

METE HOCA ve MEŞHUR ‘KEMAL TAHİR’İN SON GECESİ’ ATIŞMASI

“Benim ünlü o Kemal Tahir’in son gecesi hikayesi vardır. Oradaki tartışma tarih açısından önemliydi. Kurt Kanunu kitabıyla ilgili. Ben Kemal Tahir’e dedim ki, siz bir Kara Kemal çiziyorsunuz, bunu çizdiğiniz kitabınız 30 bin satmış durumda, daha ileride de satacak, ben Kara Kemal o değildi buydu diye kitap yazsam beş yüz tane ya okunur ya okunmaz. Dolayısıyla tarih romanı yazmanın büyük sorumluluğu var ve siz bu sorumluluğu kötüye kullanmış durumdasınız falan demiştim. Bu hala geçerli olduğunu düşündüğüm bir argüman.”

İLBER ORTAYLI’NIN EZİCİ TAVRI ÜZERİNE

“İlber ne yazık ki öteden beri, sizin hiç şansınız yok, adam olmanız mümkün değil duygusu uyandırırdı. Onun bu hakaretamiz tutumuna rağmen bir şeyler yapabilenler oldu tabi ama sıradan öğrenci için ezicidir İlber’in tavrı. Dil bilmiyorsunuz. Şunu da bilmiyorsunuz, bunu da bilmiyorsunuz. İlber, biraz kendi bildiğinden fazlasını da biliyormuş gibi yapan bir insandır öteden beri.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER